12 Nisan 1945. Başkan Franklin D. Roosevelt hayatını kaybeder, yerine Başkan Yardımcısı Harry S. Truman geçer.
Roosevelt yaklaşık iki yılda ve büyük masraflarla hazırlattığı atom bombasını kullanmakta mütereddittir, Truman acelecidir ama.
Derhâl elemanlarını toplar: Sizce ilk hedef neresi olmalı acaba?
Büyük düşman Almanya’dır, ikincisi ise havlu atmakta olan İtalya.
Ancak bombanın tesiri meçhuldür, sarı kafalıları (Avrupalıları) incitmek de vardır hesapta.
Ama Japonlar olabilir. Beyaz Saray’ın gözünde Asyalıların kıymetiharbiyesi yoktur, moleküllerine ayrılmalarında da bir beis (!) bulunmaz.
Harita üzerinde buluşur konuşurlar, Başkan’ın parmağı Hiroşima’ya basar. Burası hareketli ve kalabalık bir şehirdir, stratejiktir ayrıca.
Eğer bir mani çıkarsa Kanto bölgesi, Tokyo Körfezi, Kawasaki, Yokohama, Nagoya, Osaka, Kobe, Kyoto, Shimonoseki ya da Yamaguchi silinecektir haritadan
O gün itibarı ile bombalanacak şehirlere hava saldırısı düzenlenmez, insanlar emin sanıp yerleşirler nüfusları artar. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar...
Şehrin varoşlarında işçi evleri ve sanayi bölgesi yer alır, bunlar kendi hâlinde insanlardır. Çoğu eline silah almamıştır hayatında, ikaz edilmezler o başka.
Derken hedef adayları içinden Kyota silinir rütbelinin biri zamanında balayına gitmiştir, sırf onun hatırına.
Ve Truman beklenen emri verir. ‘Bomba gözle görerek atılması mümkün olduğu gün Hiroşima, Kokurakita, Nagasaki ve Niigata’dan birinde patlatıla!”
Ve Little Boy’un (ufaklık) parçaları USS Indianapolis kruvazörüne yüklenir ve Tinian adasına nakledilir ivedi kaydıyla.
USS Indianapolis dört gün sonra Filipinler Denizi’nde Yb. Mochitsura Hashimoto komutasındaki Japon denizaltısı tarafından batırılır. 1.199 kişilik mürettebatın 300’ü saldırıda ölür, kalanlar beş gün okyanusta çırpınır çalkalanır, köpek balıklarına yem olurlar. Sadece 316’sı kalır hayatta.
Derken efem... Tinian adasında mevzilenen 509. Grup komutanına gizli bir emir gelir. “Hazırlan!”
6 Ağustos gecesi 00.37... Üç B-29 (Boing-uçan kale) pist başı yapar. Straight Flush, Jabit III ve Full House.
20 dakika sonra tahribat ölçmekle görevli “Great Artist” ve fotoğraf çekmekle vazifeli “Nesesarry Evil” takılır arkalarına.
Sabah 06.30. Little Boy’un patlatıcısından yeşil bujiyi kaldırır, yerine kırmızıyı takarlar. Komutan Tibbets ‘Arkadaşlar bu dünyanın ilk atom bombasıdır’ der ekibine açıklama yapar.
Ardından “Enola Gay”in radarında parlak bir nokta görünür “Japonlar!”
İrtifa düşürüp dalar ve kaçarlar.
Şikoku üzerinden geçerken radara yakalanırlar. Bir Japon avcı uçağı ateş açsa da tutturamaz. Yarım tur atıp tekrar gelir ama bir türlü pozisyon alamaz. Hergün yaşanan dalaşmalardır, yorgunluk, bıkkınlık da vardır galiba. Ah bilseler, bırakırlar mıydı, kafadan dalarlar icabında.
Saat 07.0: “Straight Flush” Hiroşima üzerine ulaşır. Binbaşı Eatherly, “Hava açık harekâta mani yok. Görüş uzaklığı 10 mil, bulut kalınlığı 12’de 1” şeklinde rapor sunar.
07.09: Japonlar “Straight Flush”ı bulur, filolara duyururlar.
07.31: “Straight Flush”ın Hiroşima’yı terk edince avcı uçakları kalkma gereği duymaz. Hani ya vazife aşkı? Yakışır mı Japon’a?
08.09: Tibbets ve arkadaşları artık Hiroşima’yı çıplak gözle görmektedir. Japonlar saldırının farkına varır ve alarm vaziyeti alırlar.
Enola Gay Hiroşima’nın üzerinde 9632 metre irtifadadır. Hava basıncını ölçmek için radyosonda taşıyan üç paraşüt atar.
08.12: Navigatör seçilen noktaya girildiğini bildirir. Bombacı Norden nişahgâha geçer, hız, irtifa, suhunet (sıcaklık), rutubet ne gerekiyorsa bakar ve Aioi Köprüsü’ne kilit atar.
08.13: Chuugoku mıntıka komutanlığı “Düşman üç büyük uçakla Saijo üzerinden batıya ilerliyor” ikazını yapar.
08.15: Ve Little Boy’u bırakırlar aşağıya. Atom bombası 43 saniye düşer ve takriben 600 m yükseklikte patlar. “Enola Gay” keskin bir dönüşle sahadan uzaklaşsa da bombanın rüzgârıyla savrulur. Albay Paul Tibbets kopan çatırtıdan uçaksavara yakalandıklarını sanır hatta.
Adı geçen 1 megatonluk bomba Hiroşima’yı yok eder. 750km/sa. hızla esen rüzgâr, ortalığı siler süpürür.
İnsancıklar erir akar, oturdukları mermerlerde sadece leke bırakırlar. Daha uzaktakiler kavrularak ölür.
Merkezden 12 km ötede bile kapı pencereler dağılır, elektrik telleri kopar, vücutları yanar, radyo aktif serpinti yüzünden kör olurlar.
Kısa günün hasılatı: 120 bin mecruh (yaralı), 80 bin mevta…
Bilahare radyasyonla ölenler olacak hamile kadınların çocukları genetik kusurlarla doğacak bir ömür beddua edeceklerdir bombayı yapana da, atana da…
Nagasaki’yi de ilave edersek yarım milyon insanı ortadan kaldırırlar.
Kaosu yaşayıp sağ çıkan 250 bin zavallının (Hibakusha) yüzü gülmez bir daha.
Şehirde rızaları hilafına tutulan ve zoraki çalıştırılan 20 bin Koreli de buharlaşır. ABD onları yok sayar, davalar uzaaar gider, ne tazminat, ne ceza.
Yazık. Eğer hâkim deniyorsa onlara.
Yolculuğu yarım bırakmayalım. Ekip kalkıştan 13 saat sonra Tinian adasına döner iner. Org. Carl Spaatz, büyük katil Paul Tibbets’i ayakta karşılar ve “Havacı Onur Madalyası” sunar, yamaklarına da “hava cıva” babında bir şeyler takar.
Şimdi sizi bir başka yere götürelim. Kanada’ya.
Malum korku filmleri ekseri hayalet gemilerde, metruk malikanelerde, insansız şehirlerde geçer.
Ürkütücüdürler zira.
Antik kentleri gezerken hep o soru gelir aklımıza. “Burası neden terk edildi? Kıtlık, zelzele, veba gibi bir afet mi yaşandı acaba?
İşte Kanada’da da öyle bir belde var. “Uranium City” adında.
Şehir dediklerine bakmayın köy irisi, hadi diyelim kasaba.
Saskatchewan eyaletinde, Athabasca Gölü kıyısında, yemyeşil ormanlar arasında.
Bölgenin yerlileri çadırlarda yaşar, geyik avlayıp, balık tutar. Kürk ticaretiyle meşgul olurlar. Kara yolu olmadığı için soluk benizlilerin şerrinden uzak dururlar.
930’lu yıllarda bazı fötr şapkalılar havaliyi dolanmaya başlar. Sarımsı yeşilimsi kayaları dikkatle tetkik eder irili ufaklı parçaları metal çantalara koyarlar.
İşte Hiroşima ve Nagazaki’yi çöle çeviren uranyum bu kaynaktan alınır, Eldarado Nuclear Co. kanalıyla.
Biliyorsunuz Mahhattan Projesi’ne üç ülke katılır. ABD, İngiltere ve Kanada.
ABD ve İngiltere atom bombası için ayrı ayrı çalışmıştır, bilahare tecrübelerini birleştirir zaman kazanırlar.
Kanada ise teknik destekten ziyade uranyum sağlar.
1950’li yıllarda hayli nükleer santral kurulur. Bunlar şiddetle “yakıta” ihtiyaç duyar, kesenin ağzını açar, dolar saçarlar.
Eldorado Mining&Refining isimli derin şirket, havalide maden çıkarma imtiyazı kapar. Beldenin nüfusu bir anda 5 bini aşar, ortalık alımlı binalarla dolar. Otel, kumarhane, sinema, mağaza, hastane, postane, banka.
Bowling, bilardo, balo salonları dans, caz, şamata.
Yerliler de para ve alkolle tanışır avcılığı bırakır kazıcı toplayıcı olurlar.
Uranyumlu parçaları torbalara doldurur, omuzlayıp mavnalara taşırlar.
Gün boyu kan ter içinde çalışır, akşam kazandıklarını barlara bırakırlar. Çok içer ve habire kavga çıkarırlar.
Gerisini tahmin ediyorsunuzdur, işçiler kanserden ölür, belde “Dullar köyü” diye anılır civarda.
1948 yılında yasaklar büsbütün kalkar, Beaverlodge ve Athabasca Gölü civarında 100’den fazla şirket uranyum aramaya başlar. Zemin kevgire döner âdeta.
İlerleyen yıllarda firmalar nispeten insan sağlığını öne alsalar da, çevreyi ıslah zor ve pahalıdır, görmezden gelir, çivi çakarlar dünyamızın tabutuna.
Derken “düşen cevher kalitesi ve artan maliyet karşılamıyor” bahanesi ile nokta koyar. Öölece bırakıp defolurlar.
Paslı aletler, asbest parçaları, atık varilleri kalır ortada. Binalarda ne cam çerçeve, ne kapı baca, kurukafayı andırırlar âdeta.
Madeni alınmış çukurlar, asit havuzları yağmurlarla dolar, taşar, nehirlere göllere sızar. Çevre Çernobil’e döner âdeta.
Levrekler, alabalıklar iri iridir ama radyasyon yürümüştür damarlarına.
Nüfus sadece 70’ye düşer (yazıyla yetmiş) onlar da yurdundan toprağından kopamayan âcizler, çulsuzlar.
Ara sıra gazeteciler gelir, “Vah Uranium City vah, neydin n’oldun” şeklinde haberler yaparlar.
Uyanıklar onlara konuşacak yaşlı, barınacak mekân, gezecek, bot, pikap ayarlar, sebeplenir kenarından.
İrfan Özfatura’nın önceki yazıları…