"Oniki İmam"ın dokuzuncusu Muhammed Cevad Takî

A -
A +

Bir gün halîfe Me'mûn'un avlanacağı tutar. Eh koca sultan bu, yayan yapıldak yola çıkacak değildir ya... Etrafında seçme muhafızlar, av köpekleri, şahinler, doğanlar... Âdeta küçük bir ordu ilerler, geçtiği sokakları toza, dumana boğar. Kadınlar çocuklar kaçışır, önlerini boşaltırlar. Ancak bir oğlancık şatafata aldırmaz, akranları sağa sola dağılırken yerinden bile kalkmaz. Me'mûn dizginlere asılır, cins küheylan adeta fren yapar. Sultan, şirin izleyicisine takılır "beni tanımadın galiba?" - Ya Emîr-ül-Müminîn sizi kim tanımaz? - Ama arkadaşların kaçtılar? - Hiç gerek yoktu aslında, yol dar olsa tamam. - Benden korkmuyor musun? - Suç işlemedim ki korksam. Hem adil olduğunuzda şüphe mi var? - Senin baban kim? - İmam-ı Ali Rıza! Halife tutulur kalır, zira mübarek ile unutulmaz hatıraları vardır. O kadar ki yerine veliahd olarak onu tayin etmiş, ancak İmam hazretleri daha önce vefat ettiği için düşüncesi akim kalmıştır. İçi bir hoş olur, gayri ihtiyari atını topuklar. Dönüşte güzel yüzlü, tatlı sözlü seyyidi yerinde bulurlar. Halife gülümseyerek yanaşır ve sorar: "Bil bakalım bugün benim doğanım ne yakaladı?" - Allahü teala ona bir balık yakalattı ki şaşırasın. Böylece Ehl-i beytin kerameti ortaya çıksın. - Evet... Evet sen hakikaten İmâm-ı Ali Rızâ'nın evladısın. Artık zerre kadar şüphem kalmadı. Halife 9 yaşındaki Muhammed Cevad'a sahip çıkar, onun mükemmel yetişmesini sağlar. Yıllar sonra Zaman su gibi akar... Halife Me'mûn Efendimizin (sallallahü aleyhi ve selem) asil torununa, kızı Ümmü Fadl'ı vermeyi arzular. Saray halkından itiraz edenler çıkar. "Efendim sizin kerimeniz vezirlere nazırlara layıktır" derler, "kimsesiz bir gariple evlendirilmesi münasip olmaz!" - Eğer Cevad Takî'nin ilminden irfanından haberdar olsanız böyle konuşmazdınız ama... Muhalifler "bunu anlaması zor değil ki" diye mırıldanırlar, "müderrisler imtihandan geçirsin, kıratını tartsınlar." - Yeri, zamanı ve heyeti siz ayarlayın o zaman! Gün gelir, meclis kurulur. Halife sağına Muhammed Cevad Takî'yi soluna ulemadan Yahya bin Eksem'i oturtur. Karşısında âlimler, arifler, komutanlar... Yahya bin Eksem bir seyyidi imtihan etmenin hoş olmadığının farkındadır. Ama yine de emre uyar, zira neticenin hayırlara vesile olacağını umar. Değişik ilimlerden bir çok sual sorar, huzurdakiler cevapların ne kadar mantıklı olduğunu görür, nur yüzlü gence hayran olurlar. Mesela suallerden biri ihrama bürünenin avlanması hakkındadır. Cevâd Takî hazretleri "Önce ihrâmda bulunan kişiyi ve kastını bilmek lâzım" der, "Erkek mi, kadın mı? Hür mü, köle mi? Erişkin mi, değil mi? Mikat sınırları içinde mi avladı, dışında mı avladı? Gece miydi, aydınlık mıydı? Yanlışlıkla mı avladı, kastı var mıydı? Bu onun ilk suçu muydu, yoksa defalarca mı tekrarladı? Pişman oldu mu, ısrarcı mı? Hem ceza gerektirdiğinin farkında mıydı? İhrâma umre için mi girmişti, yoksa hac mı yapacaktı? Avlandığı hayvana da bakmak gerek; kanatlı mıydı, dört ayaklı mıydı, küçük ise hükmü ayrı, büyükse hükmü ayrı..." Anlarlar ki meseleye fevkalade vâkıf, zaten mevzuyu detay detay açar, neye ne kefaret gerekir tek tek açıklar. Evlâd-ı Resul farkı Ve bir sual daha "Zeyd'e sabahın erken saatlerinde bakması haram olan bir kadın kuşluk vakti helal oluyor. Öğlen yine haram, ikindi helal oluyor. Akşam tekrar haram, yatsı helal oluyor. Gece yarısı bir daha haram, şafakla helal oluyor. " Nice mürekkep yalamışlar tutulur kalırlar. Kolaysa açıkla... Cevad Takî "bu kadın bir cariye olmalı" diye söze girer "Zeyd onu kuşluk vakti satın aldı, öğleyin azad etti, ikindi evlendi, akşam zihar denilen yemini etti, yatsı kefaret verdi, gece yarısı tek talakla boşadı, sabah ise vazgeçti..." Bir nefeste cevap... Pes... Bu kadar derin ilim, bu kadar berrak zekâ... Âlimler ellerini kaldırır, "başka söze hacet yok" diye fısıldaşırlar. Yahya bin Eksem "İşte Evlad-ı Resul farkı" der, "bu maharet herkese nasip olmaz!" Halife, hazır meclis kurulmuşken Muhammed Cevad Tâki ile kızı Ümm-ül Fadl'ın nikahını kıydırır ve onları Medine-i Münevvere'ye yollar. Muhammed Cevad Takî (rahmetullahi aleyh) Hicri 220 yılında vefât eder ki henüz 25 yaşındadır. Dedesi Mûsâ Kâzım hazretleri ile aynı kubbelerin altında yatmaktadırlar. Nurlu Kâzımiyye Otobüslerin kullanıldığı yıllarda Anadolu hacıları Musul, Samarra, Bağdat, Necef yoluyla gider, Kudüs, Şam, Hama, Humus üzerinden geri dönerlerdi. Bu arada mescidleri türbeleri ziyaret ederler, Kâzımiyye'de mutlaka mola verirlerdi. Ülke huzurluydu giriş çıkış serbestti, Ehli beyt aşıkları için Bağdat vazgeçilmez adresti. Doğruysa kurtarsın Ebû Hâlid Şam'da bir kişinin zincirlere bağlanarak hapse atıldığını duyar. Delice konuşuyor, acâyib hikâyeler anlatıyor derler. Merak edip yanına gider, "anlat hele" der "n'oldu sana?" - Bir gece Şam'da Hazret-i Hüseyin câmisinde ibâdet ediyordum, bir zât göründü. 'Beni tâkip et' dedi. Az bir şey yürüdük Kûfe câmiine geldik. İki rekat namaz kıldık, çıktık bu kez kendimi Mescid-i Nebi'de buldum, orada da iki rekat namaz kıldık, ziyaretimizi yaptık, ardından Mescid-i Harama vardık, Kâbe-i Muazzama'yı tavaf ettik ve döndük. Uzun süre o halin tesirinden kurtulamadım. Onu bir yıl sonra yine Şam'daki câmide gördüm, bana yine aynı yerleri gezdirdi. Ayrılırken "Seni bu meziyetlerle donatan Rabbimizin hakkı için söyle" dedim "sen kimsin?" "Ben Muhammed Cevâd bin Ali Rızâ'yım" cevabını verdi. Şam vâlisi başımdan geçenleri duymuş, beni çağırttı. Anlattım, yalancılığıma hükmetti, bağlatıp hapsetti. Ebû Halid onun suçsuz olduğuna inanır, salıverilmesi için hatırını kullanır ama vali umursamaz. "Sen ne karışıyorsun" der "eğer onu bir gecede Kûfe'ye, Medîne'ye, Mekke'ye götüren kimse hakikatse, zindandan da kurtarır, merak etme!" O sıra muhafızlar gelir "Efendim mahkum kaçmış" derler, "şaşılacak şey, ne kapılar açılmış, ne de zincirler kırılmış!" Buyurdular ki: * İffet fakirliğin, şükür belânın, fesâhat sözün, hıfz rivâyetin, tevâzu ilmin, edep verânın, güler yüzlülük de kanâatin zînetidir. * Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem "İstihâre eden kaybetmedi, istişâre eden pişman olmadı" buyurdular. * Allahü teâlâ üç kimseden razı olur. Yumuşak davrananlar, istiğfar edenler ve sâdıklar. * Yalnızken nasihat eden arkadaşını süsler, halk arasında nasihat eden yaralar. * İyilik ve yardım yapanlar buna ihtiyaç sâhiplerinden daha muhtaçtırlar. * Eğer câhiller susabilseler, insanlar arasında ihtilâf olmaz. * Dîni bid'atler yıkar, insanı tamahkârlık bozar. Abbasi halifesi Me'mûn *Halîfe Me'mûn, bizzat ilim meclislerine katılır, âlimleri himâyeden büyük bir haz duyar. Bağdat'ta Beytül-Hikme Kütüphânesi ve Rasadhânesini yaptırır, bilim adamlarının önlerini açar. O devirde Meridyenler ölçülür, astronomi cedvelleri çıkartılır. Ancak tercüme büroları fen ve tıp kitaplarının yanı sıra Yunan filozoflarının safsatalarını da Arapça'ya çevirirler. Ki bu biraz da Mu'tezile'nin işine yarar. Me'mun'un Ehl-i beyte hürmeti aşikardır, nitekim hayatı boyunca damadını korur ve kollar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.