Özlenen mütefekkir Arvasi Hoca

A -
A +

Ahmed Arvasi Hoca gariban bir gümrük memurunun oğludur ve çocuk yaşta çalışmak zorunda kalır. İşte kuyumcu çıraklığı yaptığı günlerden birinde dükkana gelen bir Allah dostu "senin işin gönül sarraflığı olmalı" deyince işi bırakır ve mânâ rüzgarlarına yelken açar. Her içi yanan genç gibi o da şiirden başlar ve uykusuz gecelerin ardından "Sır" adlı manzum kitabını yazar. Arvasi Bey üniversite yıllarında dinine, diline, inancına sataşanlara karşı çıkar. Arkadaşlarının mâlum zihniyetin mengenesine sıkıştığını görünce kahrolur, üstadın deyimiyle beyninden kalemine kan çeker ve yazar. Sayfalar, dosyalar dolusu yazar. Aklının kopma noktasına geldiği anlarda kalemini İmam-ı Rabbani hazretlerine bırakarak rahatlar... Arvasi Hoca'da tasvir edemeyeceğimiz bir Peygamber sevgisi vardır. Söz Efendimizden (Sallallahü aleyhi ve sellem) açıldığında dizlerinde derman, gözlerinde fer kalmaz. Mübarek ömrünün son yıllarında namazlarını Erenköy İstasyon Camii'nde kılar. Mahallenin dilencileri ona da laf atar "çocuklarının başı için", "Allah işini rast getirsin" gibi bilinen duaları sıralarlar. Herkes gibi Arvasi Hoca da bunları ciddiye almaz, ancak içlerinden biri "Resulullah aşkına" diye haykırınca, tutulup kalır üstünde ne kadar para varsa adamın önüne atar. Uyanıklar bu inceliği iyi yakalar ve kullanmaya başlarlar. Arvasi Hocanın elindekini cebindekini, üstündekini başındakini kapar, adeta ayaküstü soygun yaparlar. Dostları "amaaan Arvasi bey, dilencilere niye itibar ediyorsun. Bunların ne kadar fırıldak olduklarını bilmeyen mi var" deseler de Hoca dayanamaz. Zira o "Resullullah aşkına" diyen birine karşı koyamaz. Yanlış mı yaptım? Arvasi Bey 12 Eylülden sonra bir müddet Mamak Cezaevi'nde yatar... Hoca hapisteki ilk akşamını hiç unutamaz, zira aynı hücreyi paylaştığı gazeteci arkadaşının saçları sabaha kadar beyazlar, adamcağız kendini tanıyamaz. Evet Arvasi Bey, sıkıntılardan tad alır ve derdi vereni sevdiği için dertlerinden de hoşlanır. Ancak bir gece alnını secdeye koyamadığı için içi yanar, gözlerini yumup Ankara Bağlum'da yatmakta olan Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerine sığınır o kadar... Aradan ancak dakikalar geçer, bir yedeksubay tabib hışımla koridora dalar. Onca mahkum arasından onu seçer, tansiyonunu ölçer, nabzını sayar, "sen burada kalamazsınız" deyip Mevki Hastahanesi'ne yollar. Arvasi bey ömrü boyunca o ana yanar, niye sabretmedim diye kendini sorgular. Ahmed Arvasi Beyin sohbeti doyulmayacak kadar tatlıdır, zira o anlattıklarını yaşar. Karşısındakileri nurlu yüzüyle cezbeder, hitabetiyle peşine takar. Gençlerin yazdığı hikayeleri okur, mısralarına kafiye uydurur, denemelerine ilaveler yapar. Bunlar elbette acemice karalamalardır ama o kimsenin hevesini kırmaz, sabırla adam yetiştirmeye bakar. Görmezden geldiler Eğer Arvasi Hoca, Avrupa'da yaşamış olsaydı yıllarca konuşulur, adına enstitüler kurulurdu. Gelgelelim aydınlarımız onu görmezden gelir, söylediklerine kulak tıkarlar. Ancak kulak tıkayanlarla, kulak tıkananların cenaze törenleri karşılaştırılırsa kimin unutulup kimin unutulmadığı ortaya çıkar. Gazeteci Yazar Veysel Gani anlatıyor: Bir gece Saat 12, telefon çaldı. Baktım Ahmed Arvasi Hoca. "Meraklanma Veysel" dedi, "öylesine aradım, şöyle bi halini hatırını sorayım dedim. Hani birlikte çok çalıştık, üzerimizde hakkın var." Ben "ne hakkı efendim" dedim "varsa helal ettim gitti." Dedim ama buna bir mânâ veremedim. Ertesi gün ölüm haberini alınca hiç şaşırmadım. Zira o sadece iyi bir eğitimci ve muhteşem bir sosyolog değil, sayıları az kalan gönül ehillerinden biriydi. Günümüzün ediplerden Olcay Yazıcı'nın ifadesi ile Türkiye'nin problemi ne terör, ne enflasyon, ne de AB'ye girememektir. Türkiye'nin tek meselesi vardır: İkinci bir Seyyid Ahmed Arvasi çıkaramamak!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.