SONY'NİN PATRONU AKİO MORİTA (1921- 1999) Sony İmparatorluğunun mimarı, sayısız hayal kırıklığı yaşar ama asla yıkılmaz. Dar boğazları sabırla aşar, her güne yeni bir heyecanla başlar. Netice mi? Ortada...
Morita'lar, saki (pirinç rakısı) yapıp satan taşralı bir ailedir. Ancak oğulları Akio meşrubata, müskirata değil, elektriğe elektroniğe merak salar.
2. Cihan Harbinin sürdüğü yıllardır, Japonya cayır cayır yanar.
Hayat onlar için de zordur, Akio, buna rağmen Osaka'ya gider, tahsilini tamamlar. Arkadaşı Masaru İbuka ile birlikte Tokyo'ya gelir, "Tsuşin Kogyo Kabuşiki Kaişa" adlı bir şirket kurar (1946). Sermayeleri gülünç denecek kadar azdır ama hayallerini büyük tutarlar. Bir süre cihaz tamiratıyla filan oyalanır, nihayet start alırlar.
İlk ürünleri "otomatik pilav pişiren" bir tencere olur, ancak insanlar alışkanlıklarını kolay bırakmazlar. Ama eğlence dendi mi iş değişir, pamuk eller anında cebe kayar.
Akio bu inceliği iyi yakalar. Elinde avucunda ne varsa (25 bin dolar) verir, transistörün patentini alır, bu sayede bataryalı (pilli) radyolar yapar. Vatandaşı sandık iriliğindeki lambalı alametlerden, çamaşır ipini andıran antenlerden kurtarır ve yeni bir çığır açar.
ASLANIN AĞZINDA
Ardından Japonya'nın ilk teybini üretirler ama pazarlamakta hayli zorlanırlar. Evet ses alan bir cihaz herkese enteresan gelir ama iş para vermeye gelince yokuş yaparlar. Akio teybini satmakta kararlıdır, bıkıp usanmadan bürolara girer çıkar, belediyelerin, üniversitelerin kapısını çalar. Tam ümitsizliğe kapılıyordur ki mahkemelerden iş çıkmaya başlar. Öyle ya ifade alıp dosyalamaktansa zanlı ve şahitlerin seslerini kaydetmek daha mantıklıdır icabında. Bu arada lisan muallimleri cihazı derslerde dener ve fevkalade faideli bulurlar.
Tabii bütün bunlar bir tesisi ayakta tutmaya yetmez, bir an önce uluslar arası sulara açılmalıdırlar.
Akio bir yol ayırımına geldiklerini hisseder, üretimi İbuko'ya bırakır, kendi satış taktikleri üzerinde kafa yorar. Ülke ülke dolanır, öncelikle Batı dünyasında yer edinmeye bakar. Takdir edersiniz ki bir ürün ne kadar kaliteli olursa olsun "Tsuşin Kogyo Kabuşiki Kaişa" gibi bir marka taşıyorsa şansı olmaz. Firmaya "Sony" gibi kulağa hoş gelen bir isim takar, Latince sonus (ses) kelimesine de atıfta bulunurlar.
KÂĞIT ŞEMSİYE
Akio, rakiplerini dikkatle izler. Hatta bir turist kafilesine katılıp Philips tesislerini dolanır, tabiri caizse casusluk yapar. Kendi imalathanesi bunun yanında gecekondu kalır ama farkı kapatmaya kararlıdır, yeise düşmez, aksine hırsı artar.
Kafile bir ara nehir kıyısındaki pastanelerden birinde mola verir, hep birlikte dondurma alırlar. Kadehi andıran kaselerin üzerine Japon malı kağıt şemsiyeler saplanmıştır. Garson tabakları toplarken "şemsiyeleri beğendiniz mi" diye sorar, cevabı beklemeden "Japon işte, başka ne yapabilir ki" der aklınca laf sokar.
Doğrusu Batılılar karşısında komplekse kapılmıştırlar, Akio ülkesinin uyduruk mallarından utanç duyar. "Japon malı tapon malı" tekerlemesinin sıkça söylendiği yıllarda ısrarla kaliteye oynar ve bu yaftadan kurtulmaya bakar. İnadına teknoloji kovalar, patent ofisi gibi çalışırlar.
Sony, 60'lı yıllardan itibaren ABD pazarını zorlamaya başlar ve Avrupa'ya ise İsviçre üzerinden sızar. Trinitron yepyeni bir teknolojidir, siyah-beyaz TV'lerin papucunu dama atar. Düşünebiliyor musunuz el kadar ekranda renkli ve canlı resimler, cam gibi detaylar... Nitekim bu hamle ile sınıf atlarlar.
Akio, madde bağımlılığından kurtulmaya da kararlıdır, zor olur ama kendi kimya fabrikasını kurar.
KIRAN KIRANA
Sony çok olmaya başlamıştır, Amerikalılar onu dava bombardımanına tutarak boğmaya kalkarlarsa da "acımasız rekabet" Akio'yu yıldıramaz. Adım adım ilerler ve gün gelir ses-görüntü sistemlerinde liderliği oynar. Transistörlü televizyonun ardından ilk video teybi de piyasaya sunar. Betamax, Betacam, V8, Hi8, DV gibi her değişen video sistemi onlara yarar. Kameralar, kasetler ve video okuyucularla kalmaz, montaj cihazlarında da aslan payını kaparlar.
PASLAŞ, PAYLAŞ
Sonra dijital sistemlere ve lazer teknolojisine yönelir, adeta tek kale maç yaparlar. Mikro floppy diskler, CD oynatıcılar, amatör kameralar, pleysteyşınlar, DVD'ler, oto müzik sistemleri derken radyo ve tv yayıncılığına da el atarlar. Medikal görüntüleme, güvenlik kameraları, video konferanslar ve projeksiyon cihazları üzerinde çalışır, umduklarını fazlasıyla bulurlar.
Hasılı yola 20 kişiyle çıkan şirketin mensupları 100 bini aşar. 88.7 milyar dolarlık cirosu ve 3.6 milyar dolar kârıyla benim diyen devletlere fark atar.
Sony, "okyanustaki yalnız ada" olmaz, başka firmalarla da el sıkışır (Ericsson, Karl Zeiss), paslaşma ve paylaşma şansı arar... Yoksa bu global ekonomi alayını yutar. 1988 yılında ünlü kaset ve plak üreticisi CBS'i, 1989 yılında Columbia Pictures'ı, 2004'te Avrupalı müzik devi BMG'yi ve MGM'yi satın alarak eğlence ve gösteri dünyasına demir atar. DSLR (profesyonel) fotoğraf makinelerinde Nikon ve Canon'la yarışabilmek için, sektörden çekilme kararı alan Konica Minolta'nın alt yapısını ve bilgi birikimini satın alır (Mart 2006) ve kendi potasında harmanlar.
Sony şimdi mevcud krizi aşmak için kendi imzasını taşıyan 200 milyonu aşkın cihazı (bilgisayar, tv, playstation ve cep telefonlarını) internet ağıyla birleştirmeyi hedefliyor. Ki yapar mı yapar.
Sony sosyolojik bir vakadır zaten. Saldırgan pazarlama ağı ile hepimizin evine girer, hayat tarzımıza müdahale eder. Açıkçası kimin nasıl eğleneceğini o belirler.
Avrupalı garsonun işgüzarlığı işte... Sana ne kardeşim elâlemin kağıt şemsiyesinden?
Krizi seneler öncesinden bildi
Akio, ABD ekonomisini sağlıklı bulmaz. Avukat istihdam eden Amerikan firmalarını, mühendislerin gücüyle tuşlamaya bakar. Conyler sözleşmelerdeki mıştırıklı ifadeleri didiklerken o kaliteye ve yeniliğe oynar. Nitekim Harvard Universitesinde yaptığı bir konuşmada "Çok avukatınız var ve kendilerine iş arıyorlar" der, "ABD'de herkes birbirini mahkemeye veriyor. Bu nasıl bir ekonomi? İnsanlar tazminatla geçiniyor!"
Akio, imalatı bırakıp, banka, borsa ve sigortaya yönelen ABD firmalarını ikaz eder. "Hizmete dayanan bir ekonomi, kendisini sürükleyecek bir motora sahip değildir. İmalatı olmayan bir ülke batar. Ne yazık ki asalaklaşan tekeller iş yeri açmak yerine para piyasalarına oynuyor, örgütlü yağmadan medet umuyorlar. Terlemeden, yorulmadan, risk almadan kazanıyor, günlerini döviz kurlarını gösteren bir monitörün karşısında kamburlaşarak geçiriyorlar. Mal üretmiyor, fikir üretmiyor, yatırım yapmıyorlar. Dünya borsalarının günlük işlem hacmi 200 milyar doları aşıyor. Bu meblağ bir günde alınıp satılan gerçek malların değerinden çok daha fazla. Biliyor musunuz ben onları lüks bir transatlantikte poker oynayan beylere benzetiyorum, keyfli görünebilirler ama kazan daireleri su alıyor!"
Gel de katılma... Manzara ortada!
Sony'yi Sony yapan yapan sır: Yamota damaşi ve Mottaynay
Akio Morita, hatadan hoşlanmaz ama "kim yaptı, ortaya çıksın" edalarıyla dolanıp müfettişliğe de kalkmaz. Sistemdeki aksaklığı arar bulur ve çözmeye bakar. Ona göre personel evlat gibidir, bir baba onları reddederek cezalandıramaz. Bıçak kemiğe dayanmadıkça kimseyi işten atmaz.
Mâlum 1973-74 petrol krizinden sonra Japonya'da enflasyon tavan yapar. Bazı fabrikalar adam eksiltmek zorunda kalırlar. Ama Sony işçileri bordrodan düşmelerine rağmen mesailerini aksatmaz, canla başla çalışırlar. Hatta eşleri de gelir, mutfak işlerine omuz atarlar.
Sony çalışanları emekli olunca da, şirketten kopmaz, tecrübelerini gençlere aktarırlar. İşte bu dayanışma Japonya'yı Japonya yapar. Akio "kalkınmayı iki büyülü söze borçluyuz" der, "Yamota damaşi ve Mottaynay!" (Millet ruhu ve israftan kaçmak.)
Ünlü patron parasını yatlara katlara yatırmaz, işçisinden farklı yaşamaz. Onun için bir pırlanta kolye leblebi çekirdektir ama eşine "asla" böyle bir hediye almaz. Yöneticiliği diktatörlük gibi görmez ve idarecilikte gururlanacak bir yan bulmaz. Savaş döneminde çekilen sıkıntılar unutmamalıdır, unutmaz da...
Akio, her zaman çalışanların etrafına neşe saçmasını arzular, kendisi de öyle yapar. Bayileriyle bilek güreşine tutuşacak kadar! Burası kışla değil!
Akio, asla köşesine çekilmez, ülkesini adım adım dolaşır, müteşebbislere gayret aşılar. Tecrübelerini "Made in Japan" adlı bir eserde toplayan ihtiyar kurt, herkese hitap etmeye bakar, bu yüzden kitabını resimli roman gibi hazırlar.
Ünlü iş adamı yanında çalışmak isteyen gençleri karşısına alır ve "burası kışla değil" der, "Askere alınmadınız. Eğlenmeli, eğlendirmeli etrafınıza neşe saçmalısınız."
Akio adamlarına "tiz bunlar yapıla, şunlar zinhar" demez, duvarlara talimatlar asmaz. Emir komuta zincirinden hoşlanmaz, ortaya bir şey koyanın elinden tutar. Mâlum teknoloji kadar renkler ve zevkler de değişir. Çalışanlar mutluysa, huzurluysa değişimi de gelişimi de yakalar, yeni rüzgarlara yelken açarlar.
Ona göre firmalar "insan merkezli" bir sistem kurmalı, şöhretli, kariyerli yöneticilerden ziyade alttakileri dikkate almalıdırlar. Akio yazdığı gibi yaşar, bir bakarsınız dünyanın herhangi bir yerindeki Sony acentesinin kapısını aralar, hediyeler dağıtır, şakalar yapar. Durgun bulduğu bir elemana derdini sorar. Bir tek kişinin bile somurtmasına tahammül edemez, zira memnuniyetsizlik çığ gibi büyür, domina taşı gibi "yıkım etkisi" yapar.
Volkmen nesli
Akio Morita ellerinde koca koca teypler taşıyan Almancılarla, metro istasyonlarında dans eden zencileri görünce kafasında bir ampul yanar. Evet, cepte taşınabilen teyp yapmalıdırlar. Yürürken, durakta, yolculuklarda filan... Öyle ya torunları eve gelir gelmez müzik setine koşmakta, nefes almadan kaset takmaktadırlar.
"Walkman" ismi verdikleri alet pek beceriklidir, ancak beklendiği gibi talep bulmaz. Stoklar elde kalır, firmayı sıkıntı basar. Akio bütün çalışanlara birer cihaz dağıtır ve sinemada, tiyatroda, çarşıda pazarda kullanmalarını arzular. Bu fikir işe yarar, gören özenir, gören özenir ve "virüs" her yeri sarar. Ceket cebine sokulabilen "mini Hi-Fi" satış rekorları kırar.
Sony taklid edileceğinin farkındadır, bu yüzden sürekli yenilik yapar, equalizer, mega bass ve dolby gibi sistemleri peyderpey çıkarır, vole üstüne vole çakar. Volkmenle turnayı gözünden vurur, kamyonla dolar kaldırırlar.
Ne yazık ki bu alet gençleri bozar, otobüslerde tramvaylarda koltuklara kaykılır, baterinin ritmine ayak uydururlar. Ama amcamın beli bükükmüş, ya da çocuklu bir bayan... Bak dalgana! Kimin umurunda?
Ve gün gelir mp3'ler cüzdanlara sığar, kulaklıklar kulakta kaybolurlar. Zavallı yalnız çocuklar cep telefonlarına sığınırlar.