Racaların korkulu rüyası - Muînüddîn-i Çeştî

A -
A +

Bilirsiniz, Hindistan'da geçmişi eskilere dayanan bir kast sistemi vardır ve insanları sınıflara ayıran düzen, bazı beylere yarar. Sıradan biri asillerin sokağından dahi geçemez, gölünde bile yıkanamaz. Hal böyle olunca "üstünlük sadece takvadadır" diyen Müslümanlar büyük alaka toplarlar. Zeminin kaydığını, saltanatının sallandığını hisseden Ecmir Racası şirazeden çıkar, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin üzerine piyadeler, süvariler yollar. Gelgelelim büyük veliyi gören askerlerin eli ayağı tutulur, parmaklarını bile kıpırdatamazlar. Raca Müslümanları kılıç zoruyla susturamayacağını anlayınca büyüden medet umar, puthanenin cinine koşar. Cinfikirli cin onu dikkatle dinler ve en tesirli sihirlerini hazırlayıp meydana çıkar. Muînüddîn-i Çeşti hazretleri ne bağıra, cağıra üstlerine yürüyen kalabalığa aldırır, ne de büyücüleri ciddiye alır. Talebelerine "efsundan tılsımdan korkmayın" der, "Allahü teâlâ istemedikçe tesirleri olmaz." Yenilen pehlivan... Müslümanlara yaklaştıkça Hinduları bir ağırlık basar, belli bir mesafeden sonra ellerini kollarını oynatamaz olurlar. Büyücü cin büyük velinin nurlu yüzünü görünce, söğüt yaprağı gibi titremeye başlar. Bu hâlden kurtulmak için, putlarının ismini söylemek ister. Ama o "râm, râm" demeye çalışsa da, dili "Rahîm, Rahîm" diye zikreder. Bu güzel isim dilinden kalbine iner ve seve seve İslâmı seçer. Müslümanlar onu dostça kucaklar, adını "Şâdî" (şad olmuş, mutlu) koyarlar. Lâkin Raca yenilgiye doymaz, Hindistanın meşhûr sihirbâz Ecipâl'ı, Ecmir'e çağırır ki onu çocuklar bile tanır. Bu adam uçan bir ceylan derisi üzerinde dolanmakta ve uzak ülkelerden gelen binlerce büyücüye sihir okutmaktadır. Öyle ürkütücüdür ki görenin eli ayağı boşanır. Ancak Ecipâl, racanın teklifini kabul ettiğine çok pişman olur. Meydana çıktığında belki bin kez yaptığı sihirleri bile unutur, aklı fikri tutulur. Peki ya Müslümanlar? Onlar Allah'a (Celle Celalüh) güvenirler ve son derece rahattırlar. Büyük veli yere bir daire çizip talebelerini içine alır. Ecipal dağlardan yılanlar mı akıtmaz, göklerden ateşler mi yağdırmaz. Ama bunların hiçbiri çizgiyi aşamaz. Ecipal'in gücü gitgide zayıflar, altındaki ceylan derisi bile kontrolünden çıkar. Büyük velinin emrine girer ve sahibini hırpalamaya başlar. Ecipal, kerametle sihri ayıracak kadar uyanıktır. En doğrusunu yapar, kavgayı bırakıp, teslim olur. Muînüddîn-i Çeştî, Şâdî cine bir bardak verir ve "Şunu al havuza daldır" buyururlar. Şadi Yâ Bedûh diyerek bardağı daldırır, koca havuzda damla su kalmaz. Seyyid Muînüddîn bardağı Ecipal'e uzatır, ünlü sihirbaz suyu içince bambaşka biri olur, yüzü nurlanır, içi aydınlanır, küfürden, sapıklıktan arınır. Hace hazretlerinin teveccühü ile yüksek makâmlara ve üstün derecelere ulaşır. Şadi ve Ecipal'in katılması Müslümanlara kuvvet verir. O günden sonra dergâhlarını Ecmir'in tam ortasına kurar, açık açık İslâmı anlatırlar. Halk fevç fevç gelip halkaya katılır, fakat Raca'nın kalbindeki kilit açılmaz. Muînüddîn-i Çeştî hazretleri gözlerini yumup, kısa bir murâkabeye dalar ve "artık onu İslâm askerlerine teslim etmenin zamanı geldi" buyururlar. O günlerde Sultan Muizzüddîn Gûrî, Horasan'da bulunmaktadır. Rüyâsında Muînüddîn-i Çeştî hazretlerini görür. Mübarek ona; "Allahü teâlâ sana Hindistan sultânlığını ihsân etti. Hemen harekete geç" buyururlar. Sultan Muizzüddîn'in ordusu, Hace hazretlerinin himmetiyle zaferden zafere koşar. Sadece Ecmir racasını yenip esir etmekle kalmaz, Pethûra'nın ordusunu da mağlûb eder, Delhi'yi başkent yapar. İşte o günden sonra ülke kubbelerle donanır, mescidler Hindli kardeşlerimizle dolar. Maksadın neyse Günün birinde Seyyid Muînüddîn'in huzûruna derviş kılıklı biri gelir ki imrenilecek kadar edeplidir. Mübarek ona tebessüm eder ve "haydi" der, "seni yollayanın dediğini yapsana!" Genç adam kısa bir şaşkınlığın ardından elini koynuna sokar. Bir hançer çıkarıp cemaatin önüne koyar ve "cezama razıyım" diye ağlamaya başlar. Büyük veli genci elinden tutup kaldırır "bizim intikamla işimiz olmaz" buyururlar, "seni buraya gönderenin ismini de söyleme, yoksa yaralar kök salar". Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, vefatlarından evvel Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'yi vekîl tâyin eder. Nurlu talebesinin sarığını eliyle sarar, hocası Osman Hârûnî'nin âsâsını, kendi okuduğu Kur'ân-ı kerîmi, kaç kez gözyaşlarıyla ıslattığı seccâdesini, ibriğini, nalınlarını verir ve dualarla Delhi'ye yollar. Hâce Kutbüddîn'in dergâhını açtığı günlerde hayata gözlerini yumar. Aradan dört koca asır geçer. İkinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) Muînüddîn Çeştî hazretlerinin kabrini ziyârete gelir. Türbedarlar, kabir üzerindeki örtüyü ona sunarlar. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu örtüyü öper, koklar, itina ile saklar ve.. ...Ve kendilerine kefen yaparlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.