Saraydan sürgüne

A -
A +
ŞAH RIZA PEHLEVİ Güç, servet, şöhret, itibar... Koca İran, Şah Rıza ile Farah Diba'dan sorulur, ki ABD ve İngiltere'nin desteği arkalarındadır. Pers İmparatorluğunun 2500'üncü yılını kutlayan Pehlevi ailesi gücünün doruğundadır ancak bir tıbbi tetkik muazzam saltanatı sallar. Saraydan sürgüne Batılılar rutin kontroller esnasında şahın kanser olduğunu öğrenir ve pek telaşlanırlar. Tudeh gümbür gümbür gelirken bir şeyler yapmalıdırlar Anlatmıştık, Rıza Şah Rusların yanında yetişen bir çavuş eskisidir. Ne şahlıkla ne de Pehlevilikle alakası vardır ama adam kıtlığında saltanat kurar. Büyük bir iştah ile mal toplar, onun bunun mülküne el koya koya muhteşem bir servet yapar. Zalimdir, acımasızdır, batılılaşma uğruna, geleneklerine bağlı insanları baskı altında tutar. Ancak Hitler'li yıllarda Almanya'ya oynamak gibi bir hata yapar. Onu oraya getiren güçler kaldırmasını da bilir, yaka paça Afrika'ya sürer, yerine Muhammed Rıza Pehlevi'yi oturturlar (1941). Rıza Pehlevi Şah yapıldığında henüz tecrübesiz bir gençtir, utangaçtır da... Her ne kadar Pehlevi adı taşısa da ardında köklü bir hanedan yoktur, bir başınadır koca sarayda... Devlet idaresi kolay değildir, hoş o da önceleri elini taşın altına koymaz. Avrupa gezileriyle oyalanır, sayfiyelerde kayak merkezlerinde gam dağıtmaya bakar. HİZB-İ TUDEH-YE İRAN Şahın koltuğa oturduğu yıllarda "Hizb-i Tudeh-ye İran" kurulur ki, bu parti Komünist dünya görüşüne sahiptir, direktifleri SSCB'den alırlar. 1951 yılında solcu Dr. Musaddık Başbakan olur ve petrolü millileştirmek için ne gerekiyorsa yapar. Başına gelecekleri hissetmesine rağmen Batıya kafa tutar. Nitekim Anglo-Persian (BP) Petrol şirketini kovar ve sözüm ona petrolün sahibi olurlar. Ancak öyle beklendiği gibi nehir gibi para akmaz, kasalar dolarla dolmaz. Zira ellerinde yetişmiş insan yoktur, nakliye filoları bulunmaz. Arıtma tesislerini çalıştıramaz, kepenk kapatmak zorunda kalırlar. Sadece iki yılda hazine tamtakır kuru bakır kalır, memurlara maaş ödemekte bile zorlanırlar. Şah Rıza, Musaddık'a rağmen bir çıkış yolu arar. Evet, İngilizleri yeniden davet etmek yakışık almaz ama ABD ile çalışabilirler pekala... Musaddık bu teklife yanaşmaz ve fermanını imzalar. İhtilal yapmaktaki engin tecrübesi ile tanınan CİA, iktidarı yıkar (1953). Kurşuna dizilenler, içeri tıkılanlar... CİA Şah'ın elini güçlendirmekle kalmaz, ona muhaliflerle mücadele yollarını da öğretir, mesela Savak adlı bir teşkilat kurar. O günden sonra Tudeh yer altına iner, kızıllar "Halkın mücahitleri" adıyla eylem koyarlar. Sonraki yıllarda Savak'la Halkın Mücahidleri didişir durur. İran Komünistleri daha ziyade yurt dışında organize olur, iktidara yürümek için fırsat kollarlar. Doğrusu tahsillidirler, donanımlıdırlar, inanın böyle bir kadro Şahın elinde bile bulunmaz. BEYAZ DEVRİM Mollaların henüz siyaset sahnesinde bir ağırlıkları yoktur. Ancak bizdeki loncaları andıran esnaf dernekleri (Bazaariler) teşkilatlıdırlar. Aralarında sıkı bir tesanüt vardır, fakir fukarayı da kollar, halk nezdinde itibar kazanırlar. Artık Şah Rıza daha faal olmalı, hamle üstüne hamle yapmalıdır. 1963'te başlayan "Beyaz Devrim"le kadınlara oy hakkı sunar, okuma yazma oranı artar. Hava, kara ve demir yolları ağı genişler, baraj ve sulama projelerini tamamlar, sari hastalıklarla mücadele yapar. Ancak toprak reformu ile mollaların nasırına basar. Çünkü Kum kentinden kontrol edilen vakıflar geniş arazilere sahiptir ve bunları kaybetmekten hiiiç hoşlanmazlar. Şah, esnaf ve sanatkarları da disipline etmeye kalkar, yeri geldiğinde cezalar keser, Bazaarilerin canını sıkar. Bu dönemde İran ışıl ışıldır, Batıda çıkan her ürün ertesi gün Tahran mağazalarında yer alır. Kendisi de bir pilot olan Şah Rıza hava kuvvetlerine büyük para harcar. Amerika F-15 gibi stratejik bir uçağı sadece İsrail ve İran'a satar. 1971'de Pers İmparatorluğu'nun 2,500. yıldönümü kutlanır. Şah artık ayağını daha sağlam basar, Farah Diba'nın başına eliyle Şahbanu (imparatoriçe) tacı koyar. PARTİLER KAPATILIR İlerleyen günlerde Şah, kendi güdümündeki Rastakhiz Partisi'nin dışındaki bütün siyasi partileri kapatır, mal varlıklarına el koyar. Savak'la ilgili çok hikayeler anlatılır. Rejim aleyhtarları iğneli fıçılara atılıyormuş da filan. Yok efendim kedili çuvallar, yılanlı kuyular... Bunlar oldu da diyecek halde değiliz, olmadı da... Ancak Moskova'dan güdülen kızıllar benzer hikayeleri bir çok ülkede anlatırlar. Kaldı ki Halkın Mücahitleri sütten çıkmış ak kaşık değildir, sabotaj ve suikastlardan geri durmaz. Bir başka propaganda Şah'ın Niavaran Kasrının yapımında 400 mimar çalıştırdığıdır ki buna saray bile denmez. Eh işte iki katlı, eli yüzü düzgünce bir bina. Bir mimar fevkalade çizer, kotarır ki matah birşey değildir aslında. Yine Şah'ın öğrenci eylemlerinden korktuğu için talebelere burs verip yurtdışında okuttuğu çok söylenir. Ver para yurt dışına yolla, ver para yurt dışına yolla. İyi de nereye kadar? Sanırım, Şah acil hekim, mühendis ihtiyacını kapatmak için böyle bir çare arar. Üstelik yurt dışında okuyanların ekseri halkın mücahitlerine katılır, kendisine muhalif olurlar. Şah Şiilere de Sünnilere de aynı mesafede durur, Ehli sünnet alimlerinin kitablarını da devlet eliyle bastırmaktan kaçınmaz. KANA KAN İNTİKAM Gelelim Humeyni'ye... Henüz 5 aylıkken babası öldürülen genç molla bunu asla unutmaz, her geçen gün kini artar. Bıkıp usanmadan Pehleviler aleyhinde konuşur, yurt dışını (hatta bir ara Bursa'yı) mekan tutar. Peki devrimi organize edecek kadar donanımlı mıdır? Hem halkın böyle bir talebi var mıdır acaba? Azıcık kenara çekilip bakarsanız İran'da ihtilal yapabilecek tek güç Tudeh'dir. Bunu Batı Dünyası da bilir, Suriye ve Irak'ın ardından İran'ı kaybetmekten korkarlar. Eğer Tahran da kızıllara katılırsa, SSCB elini kolunu sallayarak sıcak denizlere inecek, Basra körfezinde ferman okutacaktır. Bu enerjinin, dolayısıyla para ve gücün demirperde bloğuna geçmesi demektir ki dengeleri derinden sarsar. SEÇMENE BIRAKAMAZLAR Batılılar Şahı koltuğunda tutmakta kararlıdır, ondan sonra oğlu Rıza'yı tahta oturtacak belki bir 40 yıl daha diledikleri gibi at oynatacaklardır. Ancak rutin kontroller esnasında Şahın kanser olduğu öğrenilir ve beyleri telaş sarar. Henüz bıyıkları terlememiş olan Junior Rıza dizginleri elinde tutamaz. Solun gücü ortada iken ülkenin gidişatını "seçmenin insafına" da bırakamazlar. İş menfaate dokundu mu demokrasi rafa kalkar, kirli ilişkiler başlar. Peki Komünistler gümbür gümbür gelirken ne yapılmalıdır? Fütüroloji enstitüleri üç vardiya çalışır, senaryo yazar. Neticede mollaları destekleme kararı alırlar. PARİS'TEKİ KARARGÂH Beyaz Saray güvenlik uzmanı Brzezinski Şahı çoktaaan gözden çıkarmıştır, ABD Dışişleri Bakanı Vance: "Yeni rejim ister monarşi, ister İslâm cumhuriyeti olsun" der, "ikisi de bize uyar!" Nitekim, düğmeye basılır, kalabalıklar yollara salınır. Bu dönemde Humeyni Paris'te malikanelerde ağırlanır, devlet başkanı gibidir, elinin altında kırmızı telefon. Dünya liderleri hattın öbür ucunda... Neyse, birkaç kanlı hadiseden sonra şartlar olgunlaşır ve Şah'a "İran'ı terk et" buyururlar. Eh Şah ülkesini terk ettikten sonra muhafızlar neyi savunsunlar? İster istemez karşı safa geçer, canlarını kurtarırlar. Humeyni İran'a döndüğünde her şey hazırlanmıştır, onu havaalanında yüz binler karşılar. Düne kadar adam yerine konulmayan itilmişler kakılmışlar (Pastaranlar) sokağa hakim olurlar. Bu arada İran'ın devlet geleneğine yakışmayan manzaralar yaşanır, elçilik basmalar, şipşak infazlar... Neticede bir "mezhep devleti" kurulur ki İran Anayasası'nın 12. maddesinde İsna - aşeri Caferi mezhebine vurgu yapılır ve "Bu madde ebediyyen değiştirilemez" ifadesi yer alır. Anayasada ruhban sınıfı korunup kollanır. "Yüksek Taklid Mercii ve İnkılab rehberi Ayetullah - il Uzma İmam Humeyni..." gibi tabirler kullanılır. Şahın ardından Solcu Beni Sadr, %72 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilse de Humeyni yetkilerini paylaşmaya yanaşmaz, zamanı gelince onu da saf dışı eder, keyfi uygulamalara başlar. Devrim aleyhtarı diye yaftalananlar zindanlara tıkılır, bir milyon tirajlı 'Ayendegah' gazetesini sustururlar. Evet Savak gider ama yerini Savama alır, ihbarcılara gammazcılara yeniden gün doğar. O yıllarda bir sürü yetişmiş insan yurtdışına kaçar, mezhepçi iktidar İslâm ülkeleriyle de problemler yaşar, yalnızlara oynar. Düşünebiliyor musunuz Şah zamanındaki milli gelire hâlâ ulaşamadılar. Peki Şah? Oraya geliyoruz zaten. M. Pehlevi, ABD'ye yerleşmek isterse de Carter onu kapıdan içeri sokmaz. Öyle ya tacını tahtını kaybetmiş müstamel bir Şah için ABD- İran münasebetlerini riske atamaz. M. Rıza bir süre Meksika ve Panama'da dolanır, kendini kabul edecek bir ülke arar. Vatansızlık ne zor şeydir, mezar yerini bile çok görürler insana. Enver Sedat davet edince hiç düşünmeden Mısır'a koşar, bu arada hastalığı ilerlemiştir, yatağa düşer ve gözlerini hayata yumar. Onu Kahire'de büyük veli Ahmed-i Rufai hazretlerinin yanıbaşında toprağa bırakırlar. PİŞMAN OLURLAR Bakın şu işe ki ABD, eliyle kurduğu sistemin sefasını süremez, mollaları kontrolde tutamaz. Halbuki Moskova bile yol olmuştur, siyaset bilimciler "acaba Tudeh'e mi oynasaydık" demeye başlarlar. O günlerde İran'ın elinde Şah döneminden kalma çok güçlü silahlar vardır, İsrail pirelenmeye başlar. Batılılar şeytanın bile aklına gelmeyecek bir yol bulur, BAAS'çıları ayaklandırır İran'a saldırtırlar (1979). Suudlar, Sabahlar, Saddam'a alkış tutar. Tam 8 yıl süren mânâsız savaşta 1.5 milyon genç ölür, iki ülke harap olur, maddi kayıplar 500 milyar doları aşar. Ne büyük vebal ama. Fitneciler nasıl hesap verecekler acaba? Saraydan sürgüneİYİ GÜN DOSTU Beyazsaray iyi gününde kayıtsız şartsız Şah'ın yanındadır. Başkan Carter ile Şah dostluk üzerine konuşmalar yapar, objektiflere birlikte el sallarlar. Ancak Carter, Şahın kanser olduğunu öğrendiği gün köprüleri atar, bırakın teselli vermeyi, iktidarı yıpratmaya başlar. Ömrünün son yıllarında Şah'ı siler atar, tedavi için bile ABD'ye sokmazlar. Adamı onca muhalif arasında bir başına bırakırlar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.