SON ŞEYH-ÜL İSLAM Mustafa Sabri Efendi

A -
A +
Onu görenler şaşırır "sahi bu o mu?" diye sorarlar. İttihatçılara kök söktüren efsane Şeyh-ül İslam; ufak tefek, zayıf, nahif, latif, zarif biridir zira...El Ezherliler Mustafa Sabri Efendinin derin ilmine vurulur parlak zekâsı ve berrak hafızası karşısında tutulur kalırlarOnu görenler şaşırır "sahi bu o mu?" diye sorarlar. İttihatçılara kök söktüren efsane Şeyh-ül İslam; ufak tefek, zayıf, nahif, latif, zarif biridir zira...El Ezherliler Mustafa Sabri Efendinin derin ilmine vurulur parlak zekâsı ve berrak hafızası karşısında tutulur kalırlar Tokatlı Mustafa Sabri küçük yaşta hafız olur. Kayseri'de Divrikli Hacı Emin Efendi'den okur, sonra İstanbul'a gelir, ilm peşinde koşar. Medreseli bir ağabeyi vardır, bir gün onu usul-i fıkhdan, akaidden, mantıktan imtihan yapar. Bakar hepsine cevap veriyor, "Sen neden ruus imtihanına girip müderris olmuyorsun" diye sorar. Girer ve kazanır da halbuki 22 yaşındadır daha. Bir ara babası Ahmed Efendi gelir, onun müderris olduğunu öğrenince çok şaşar. Çocuğu işte, ihtimal gözünde tıfıldır hâlâ. Beşiktaş Asariye Camii'nde imâmlık yaptığı günlerde Yıldız Kütüphanesi'ne çağırırlar. Teklifi seve seve kabul eder, artık en nadide eserler elinin altındadır... Yıllarca huzur derslerine katılır, şairlerle fazıllarla bulunur, yanık sesli müezzinler, nur yüzlü hafızlar... Bir yandan Reisü'l-kurra Niyazi Efendi ile kıraat talim eder, öbür yandan Fâtih Câmii'nde belâgat dersleri yapar. Sadeddin Taftazâni'nin Mutavvel'ini öyle bir anlatır ki dinleyenler ilmin tadını alır, dersleri iple çekmeye başlarlar. SAHNEYİ SİYASET M. Sabri Efendi "Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça..." düsturu ile siyasete atılır, meşrutiyetin ilanından çok şey umar. Sanır ki ilmi şuralar kurulacak, meseleler tartışılacak. O aralar Beyân-ül Hâk dergisinde pervasız yazılar yazar. Tokat'tan Meclis-i Mebusan'a girer (1908) dahası Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın kurucuları arasında yer alır. Abdülhakim Arvasi hazretlerini de davet eder, lâkin mübarek "bizim siyasetle işimiz olmaz" der, onun da bulaşmamasını ima buyururlar. Nitekim siyasetten umduğunu bulamaz. "Hürriyet" kelimesi azgınlık halini alır, parsayı toplayan toplar. Cahilce bir kör dövüşü, yok senin partin, benim fırkam... Hırs, niza, kavga... Ahir ömründe "bizler saftık, herkesi kendimiz gibi sanırdık" serzenişinde bulunur, pişmanlığını saklamaz. O yıllarda ittihatçılar çift tarafı kesen ustura gibidir, düşünün beş on kişi gider Babıali'yi basar. Genelkurmay başkanını öldürüp, hükümeti dağıtırlar. Enver Bey kendini terfi ettirir, omzuna rütbe üstüne rütbe asar. Eh koca komutana bunu yapanlar sıradan vatandaşa neler yapmaz? HEDEF OLUNCA Hoca Efendi yok yere hedef olur. İttihatçıların nefesini ensesinde hissetmeye başlar. Nitekim bir gün kapıya dayanırlar. Kızı evde yok dese de zorlar, içeri doluşurlar. M. Sabri Efendi hazırlıklıdır, sessizce dama tırmanır, yandaki binanın bacasından içeri sallanır. Gecenin bir vakti is pis içinde ocaktan çıkar. Karşısında yüzüne korku ile bakan bir veled. Parmağını burnuna götürerek "susss" işareti yapar ve camı açar. Komşu tüccarın tomruklarına tutunur, aşağı kayar. O yağmurlu geceyi keresteler altında geçirir, meğer vakit ne güç akarmış, sabah ne kadar uzak. Şeb-i yeldâyı muvakkitle müneccim ne bilsin / Mübtelayı gama (dertliye) sor kim geceler kaç saat? İlerleyen günlerde bakar münevverler tevkif olunuyor, bir kömür teknesine binip Romanya'ya yelken açar. Orada da boş durmaz, Kırım'dan gelen Tatar gençlerini derler toplar, ilmi sohbetler yapar. Bükreş Müftüsü Salih Efendi, Kazanlı Musa Carullah Bigiyef'in kitaplarından pek bizardır. M. Sabri Efendi'den bir reddiye yazmasını ister, istek ne kelime adeta yalvarır adam. Kalemini henüz mürekkep çekmiştir ki İttihatçılar onu bulur, içeri tıkarlar. 'Vaki olanda hayır var' derler ya, hapiste eserini yazmak için bol vakti olur. Ancak çalışmaların elinden alınmasından korkar. Müftü Salih Efendi bir Tatar bakırcıya hususi ibrik yaptırır, ki altındaki gizli bir çekmece vardır. Müsveddeleri orada saklar. Peki ya kitap bitmeden asarlarsa? Elden ne gelir? Tevekkeltü Alallah... Derken onu İstanbul'a aldırırlar. Zabitler, "Efendim sizi Meclise mi, Harbiye'ye mi teslim edelim" diye sorarlar. Talat'ın müstehzi yüzüyle karşılaşmaktansa, Enver Paşa'yı tercih eder. İhtimal cezası daha ağır olacaktır ama Enver dine diyanete saygılıdır, alay etmez en azından. HAYAT MEMAT M. Sabri Efendi en huzurlu anlarını mahpushanede geçirir, namazlarını huşu içinde kılar. Düşünün birazdan kapı açılabilir, karşınızda celladlar... Enver Paşa, "tamam muhalif ama" der, "ben bu adama kıyamam. Uzaklaştırın gitsin İstanbul'dan!" Hoca Efendi sürgünü hicret görür, bir mevzuda daha Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi olmanın heyecanını yaşar. Cihan harbi aynen onun tahmin ettiği gibi sonlanır. Almanlar perişan olur, Osmanlı'nın askeri silahı kalmaz. Yeri gelmişken söyleyelim "ısrarla savaşa girilmemesinden" yanadır ama girilecekse galiplerin yanında durmalıdırlar. İşte bu yüzden İngiliz muhibi diye yaftalanır ya. 1919'da bir müddet Şeyh-ül İslamlık yapar. Ankara hükümetinin güç kazandığı günlerde saf değiştirenler olur, o çizgisinden ayrılmaz. Bedeline katlanır, hilafetten yana olduğunu saklamaz. Padişaha sadıktır, yurt dışına çıkarılırken Vahideddin Han'ı yalnız bırakmaz. Bindikleri gemi İskenderiye'ye geldiğinde ayak takımı bağırır çağırır, padişaha yumurta atarlar. Dün övenler bugün söver, koltuk heveslileri küçülmeye başlar. Kafile davet üzerine Haremeyn'e yönelir. Emir Hüseyin, Padişahı izzet ve ikramla karşılar, elini öper. "Sultanım ben size değil, etrafınızdakilere isyan ettim" der, "görüyorsunuz işte sizi de bu hale koydular." Vahideddin Han sadece susar, Cumhuriyetin kurucuları aleyhinde konuşmaz. İngilizler halifeliğin Suudlara geçmesini arzulamaktadırlar. M. Sabri Efendi o müthiş zekası ile oyunu sezer ve hacca kadar mukaddes topraklarda kalmaya niyetlenen Sultana "bir an önce gidelim" der, "bunaltmaya başlayacaklar." Doğrusu şu ki Vahideddin Han halifeliği asla pazarlık vesilesi yapmaz. Haccını ifa edemeden Arabistan'dan ayrılır, kendisine ikamet için gösterilen İtalya'da aç sefil yaşar. O kadar parasızdır ki bakkala kasaba olan borcu yüzünden cenazesini rehin alırlar. M. Sabri Efendi ise gider Romanya'yı mekan tutar. Zevcesi aileden zengindir, zinetlerini bozar Bükreş'te büyücek bir ev alırlar. Malum baskılardan Romanya'da da kurtulamaz, Gümülcine'ye geçer, Türklerle halkayı kurar. Yarın Gazetesi'ni yayına sokar. Bükreş'teki evini bir İttihatçı eskisine emanet etmiştir ama... Ama uyanık evi satar, sırra kadem basar. ZOR YILLAR Hoca Efendi mütevekkildir, "nasibimizde yokmuş" der işine bakar. Gelgelelim Ankara ile buzları eriten Venizelistler Gazetesi'ni kapatırlar. Bakar burada da barındırmayacaklar, gider Mısır'ı mekan tutar. Para yok, pul yok. Üç beş okka kuru fasulye tedarikleyebilir ancak. Ellerinde sadece bir çaydanlık, önce fasulye pişirir, sonra çay demlerler onunla. Oğlu İbrahim'i Kirkor adlı Ermeni bir kunduracının yanına çırak sokar. Garibim falçatayı kaçırır, boydan boya elini yarar. Bir de hekim ecza parası... Sıkıntılar, sıkıntılar... Günün birinde Azzam Paşa ziyaretine gelir, sizin gibi bir Şeyh-ül İslam'ın ilim ile uğraşması gerek deyip maaş bağlamaya kalkar. Mübarek "ders vekilim Zahid-ül Kevseri daha muhtaç" der, "beni sevindirmek istiyorsan onu kolla!" Paşa onu da kollar, onu da... İyi kötü bir gelirleri olur kendi hallerinde tıkırdarlar. Ancak hanedan üyeleri kırık dökük işler yapar, günübirlik yaşarlar. Hoca Efendi hayatının en velûd yıllarını Kahire'de geçirir, masonlara maşa olan din adamlarını susturur, İngiliz oyunlarını bozar. Sohbet ehlidir, mütebessimdir. Hatta ziyaretine gelenlere "ne o tabakanı evde mi unuttun? Tüttür bir tane de ortalık dumanlansın" diyecek kadar. Evet zaman zaman kahırlanır. Bazı kendini bilmezlerin "Kâbe Arab'ın olsun" diye zırvalaması üzerine "siz Türk'seniz ben değilim" der ve bunu teyid eden mısralar yazar. Lâkin duruşu tam bir Türk gibidir. Yaban elde ecdadı layıkıyla temsil eder, nazlı hilâle toz kondurmaz. Hoca Efendi bir Miraç gecesi sabahı gözlerini yumar. Cenazesine katılanlar Tahrir Meydanına sığmazlar HAZA ÂLİM Hoca Efendi hem çok zeki, hem donanımlıdır, sunduğu akli ve nakli delillerle gündeme ağırlığını koyar. Reformistler entelektüel kesime şirin görünmek için, mucizeleri tevil eder, vahyin yerine aklı koymaya çalışırlar. Peki karşı cenahtan adam kazanabilirler mi? Nerdeee? Buna rağmen yaranamazlar. O yıllarda çıkan bir hastalık da hadis-i şerifleri inkardır. Mevdu diye diye karalar, sahabe-i kiramın şahadetine inanmazlar. İddiaları gülünçtür aslında... Hayatı boyunca tebliğ yapan bir Resul sadece sekiz on cümle söylemiş olamaz ya. M. Sabri Efendi "arılaştırmak" adı altında Türk dilinin yozlaştırılmasından da ıstırap duyar. "Bu uyduruk kelimelerle ilim olmaz" der, "tercüme yapılamaz. Göreceksiniz bak, 40 yıl sonra İngilizce lisanımıza musallat olacak! Haklı çıkmadı mı? Heyhat! Hoca Efendi böylesi bir Mart günü (Miraç gecesi sabahıdır-1954) gözlerini yumar, cenazesine katılanlar Tahrir Meydanına sığmazlar Onun hakkında siyasete bulaştı, inkilaplara karşıydı diyebilirsiniz. Ancak hayatı masonlarla mücadeleyle geçen bir insanı "İşte İslamcı Mason" manşeti altında hırpalamak hakkaniyete sığmaz. Bunu hazırlayanlar cahil değil, Mustafa Sabri Efendi'nin Suat ve Münip Hayri Ürgüplü'nün babası olmadığını pekâlâ biliyorlar. Bu günlerde zihinleri karışık olmalı. Eğer zihin karıştırmaya çalışmıyorlarsa... Hoca Efendiden... Para el kiri Mustafa Sabri Efendi bir ara Darulfünun'da bir konferansa katılır. Konuşmacıdan (Zeki Bey adında bir gençtir) çok hoşlanır. Elmalılı Hamdi'ye sorar "Tanır mısın?" -Tanırım hocam. -Efendi birine benziyor, ne dersin bizim küçük kızı versek alır mı acaba? -Dünden razı olur ama fakirdir. Malum zevceniz Şeyh-ûl İslam Asım Beylerin kerimeleri olurlar, ne derler sonra? -Bir çaresini bulacağız artık. Sen Zeki Beye söyle, annesini göndersin bir ara. -Zor, bohça bile yapabileceklerini sanmam. -Bohça parası benden, takmasın kafasına... Demişti ki... Ben 22 yaşında müderris oldum, ilme doyamadım. Anlamıyorum ilk emri "oku" olan bir dinin mensupları nasıl cahil kalırlar? >> Kısas hayat demektir, eli kesik bir hırsız binlerce hırsızlığı önler. Arşivlere bakın, Osmanlı'nın 600 yıllık tarihinde sadece iki el kesme cezası var. >> Lord Cromer daha âlim zâtlar varken tutar ahbâbı Abduh'u pohpohlar, önünü açar. Neden? Çünkü keyfine göre fetvâ veriyor da ondan. >> Yahudiler insanlık âlemine beş tane kimyasal bomba atsalar, şu beş dalâlet önderinin icra ettiği tesiri yapamazdılar. Komünist Marx'ı, Evrimci Darwin'i, Psikanalizci Freud'u, Pozitivist Auguste Comte'u ve Sosyolog Durkheim'ı allayıp pulladılar, karşımıza çıkardılar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.