TÜRKİSTAN'DA BİR İFFET ABİDESİ İpar ya da Dilşad Hatun

A -
A +
Çin İmparatoru'nun "Seni ülkemin en güçlü kadını yapayım" teklifini reddeden Dilşad Hatun, Hoca Cihan'ın hanımıdır ve tam bir Türkmen kızıdır. Erkek gibi ata biner, attığını vurur, vurduğunu yıkar. Yıl 1756... Yer Türkistan. Ülke Davaçi Han'ın idaresinde huzur içinde yaşamaktadır. Ancak bazı beyler (adları lazım değil) saltanat sevdasına kapılır ikilik çıkarırlar. Kılıçlar çekilir, kanlı kavgalar başlar. Hasımları Çin İmparatoru Chi-En-Lung'dan yardım isteyince, düşman el ovuşturmaya başlar. İmparator yırtıcılığı, inatçılığı ve öfkesi ile tanınan Komutan Şao-Hui'yi Türk ellerine yollar. Muazzam ordu kapıya dayanınca bizim beylerde şafak atar ama meğer ki geçmiş ola... Türkler teslim olmaz ama organize de olamazlar. Şao-Hui kırık dökük kuvvetleri ezmekte zorlanmaz. Ancak Hoca Burhaneddin ile kardeşi Hoca Cihan, Başbuğ Davaçi'nin yanında durur, canları pahasına savaşırlar. Yeri gelmişken söyleyelim Hoca ailesinin Evlad-ı Resul olduğu rivayet edilir ki el üstünde tutulurlar. Hoca Cihan'ın hanımı Dilşad Hatun tam bir Türkmen kızıdır. Erkek gibi ata biner, attığını vurur, vurduğunu yıkar. Öylesine seri ve kıvrak dövüşür ki Şao-Hui bile hayran olur, onu izlemeye başlar. Her ne kadar sırtında zırhı, başında tolgası olsa da hareketlerindeki kadınca zerafet ihtiyar tilkinin gözünden kaçmaz. Çaşıtlarından (casuslarından) onun Dilşad Hatun olduğunu öğrenir. Hakkında bilgi toplar. Bunu bir rapor haline getirip İmparatoruna yollar. Sanırım biraz da mübalağa yapar. Yok boy pos ondaymış, yok kaş göz onda. Görenin başı dönüyormuş da filan... HAYALİ AŞIK İmparator bu sözlerin tesirinde kalır, uzaktan uzağa aşık olur Dilşad Hatuna... Şao-Hui'yi bir an önce işgali tamamlaması için zorlar. Davaçi, Hoca Cihan ve Dilşad Hatun Mançu ordusuna dayanırlar ama dövüş dövüş nereye kadar? Adamlar çekirge sürüsü gibidir, kırıldıkça artarlar. İster istemez kafileyle İran hududuna çekilir, Bedehşan'a varırlar. Emir Ali Şah kapıyı açıp açmamakta kararsızdır. Ancak Şao-Hui yetişip de katliama başlayınca sığınmacıları içeri alır. Zira kalenin saldırıya uğraması an meselesidir ve Türklerin vurucu gücüne ihtiyacı olacaktır ihtimal. Şao-Hui'nin şehirde gözü yoktur, sadece Hoca Cihan ile Davaçi'yi ister o kadar. Şah Ali önceleri "mümkünü yok" dese de bir yol bulur aklınca. "Onları diri diri teslim edemem ama" der, "çekilip gitmeyi taahhüt edersen başlarını verebilirim sana! Ancak bu, gizli bir anlaşma olacak, aramızda kalacak." Şao-Hui kabul eder, iki mücahidin başlarını alıp Çin'e yollar. Dilşad Hatun olup bitenden habersizdir, akşamları alnını cama dayar, eşini bekler sabırla. Aradan aylar geçer, Komutan Şao-Hui ilkinden güçlü orduyla çıkar gelir silbaştan dayanır kapıya. Ali Şah "seninle anlaşmıştık ama" der, "alacağını aldın ne istiyorsun daha?" Dilşad'ı ver kuşatmayı kaldırayım. Sizi rahat bırakayım. - Bir kadın düşmanına teslim edilir mi? Bizim de şerefimiz, itibarımız var. - İyi ama onu öldürecek, süründürecek değiliz, belki de kraliçe olacak, Çin sarayı ondan sorulacak! Şah Ali bu kez direnir, ancak Şao-Hui'de oyun bitmemiştir. Güya çekilir, gider, Türkistan eşrafından birkaç kocamışı zorlar, adamlar Bedahşan'a gelir "yeni bir direniş için Dilşad Hatun'a ihtiyacımız var" der, Şah Ali'yi kandırırlar. ÇİRKİN TEZGÂH Dilşad Hatun silbaştan ordular kurup meydana çıkacak olmanın heyecanını yaşarken bambaşka bir teklifle karşılaşır. Eşraf "n'olur imparatora git, halimizi anlat" derler, "yoksa soyumuzu tüketecekler, vebalin büyük olacak!" - Ama niye ben? Bunca ağa ve bey varken? - Bunu biraz da senin için istiyoruz, belki Hoca Cihan'ı da kurtarabilirsin! Efendisinin adı zikredilince Dilşad Hatun kabul eder, Çinlilerden ve Türklerden oluşan bir heyetle çıkarlar yola. Pekin fevkalade günlerinden birini yaşamaktadır, İmparatorun heyecanı dorukta. Halk Dilşad Hatunu görebilmek için camlarda, çatılarda, balkonlarda... Dilşad Hatun ne zırhını çıkarır, ne tolgasını, atından bile inmez kaidelerini hiçe sayar. İmparatorun huzurunda dimdik durur, vakarla! Eğilmesini işaret edenlere aldırmaz. İmparator, Dilşad Hatun'a vurulmuştur, gözünü konuğundan ayıramaz. Dirseği ile annesine dokunup fısıldar: "Lütfen susar mısın biraz!" HOŞ GELMİŞSİNİZ Ayağa kalkıp "hoş geldiniz" der ki bunu kimseye yapmaz. Dilşad Hatun belinden kılıcını çıkarıp uzatır. "Buyurun silahım, umarım askerleriniz yurdumdan çekilirler artık!" - Hiç endişeniz olmasın, sırf sizi hoşnut etmek için bunu yapacağım! - Peki ya kocam, Şah Cihan? - Şimdilik istirahat edin, onu sonra konuşalım. İmparator Dilşad Hatuna sarayının en güzel odalarını açar, bir dediğini iki etmez her arzusunu emir sayar. Zavallı kadıncağız Hoca Cihan'ın serbest bırakılacağını ve birlikte Kaşgar'a döneceklerini sanmaktadır hâlâ. İmparator resmen kara sevdaya kapılmıştır ve Dilşad'la evlenebilmek için her yolu denemekte karar kılar. Öncelikle kocasının öldüğünü duyurmalı, ümidini kırmalıdır. Nitekim fısıltı gazetesi yayına başlar, birileri Dilşat Hatuna Hoca Cihan'ın başının nasıl mızrağa takıldığını ve teşhir edildiğini duyururlar. Dilşad Hatun İmparatora çıkıp sorar "doğru mu bunlar?" - Ne yazık ki doğru ama benim bir suçum yok inan. Evet, onu ele geçirmeyi istemiştim lâkin öldürülmesini arzu etmedim asla. Dilşad Hatun belinden hançerini sıyırıp haykırır "Benden uzak dur, zararım dokunur yoksa!" Bu Türkmen kızının öfkesi neşesinden de çekicidir, kaşları çatıldıkça cazibesi artar. NASIL YAPMALI DA... Hemen o gün birkaç Türkmen aksakal buldurup akıl sorar. "Sizin kızlarınızın gönlü nasıl alınır, gözleri neyle boyanır?" - Bizim milletimiz gurbette huzur bulamaz. - Ben Türkistan'a gidemeyeceğime göre. - Öyleyse Türkistan'ı buraya getireceksin. Türklerden müteşekil bir mahalle kurdurabilirsin pekala. Şöyle minik bir hamamı olsun, çeşmesi olsun, sonra mescidi olsun vakit girdikçe ezan sesi duyulmalı mutlaka. İmparator söylenenlere harfiyen uyar, Dilşad Hatun camını açtığında adeta memleketini bulur karşısında... (Türk mahallesi Huy Huy Yın). Demirciler, bakırcılar, artık yurdunda ne varsa... Hatta imparator elindeki esir Türklerden bir muafız kıtası kurar, onları maaşa bağlar ve Dilşad'ın buyruğuna sunar. Yaptırdığı cami (1765) yüksek kemerli, geniş avlulu ve pek müzeyyen ve ferahtır. Kitabesini bizzat kendi yazar, mührünü basar. Hoş bu hadise de o kitabeden öğrenilir ya... İFFET UĞRUNA Neyse hikayemize dönelim. Aradan 8 uzun sene geçer, imparatorun aşkı azalmaz, artar. Etrafındaki kadınlardan sıkılır hatta iğrenmeye başlar. Defalarca kapısını çalar yalvarır "gel seni imparatorluğun en güçlü kadını yapayım" der, "halkını kendin koru kolla!" - Ben bir kafirle evlenemem, dinim izin vermez buna. - Dinimi değiştirirsem bu mevkide kalamam ama! - Senin nerede kalacağın, neyi kaybedeceğin umurumda değil, zaten bir gün hançerimi kalbine sokacak, öcümü alacağım. - Senin elinden olsun da, ölüme bile razıyım. Buna benzer konuşmalar sıklaştıkça Ana Kraliçe telaşlanmaya başlar. Bu dişi kurt sandığından da tehlikelidir, oğlunu öldürebilir her an. İmparatorun şehirden ayrıldığı günlerden birinde peşine cellatları takar, Dilşad Hanımın malikanesine doluşurlar. Türkmen kızı başına gelecekleri bilir, sakindir. Sadece abdest alıp namaz kılacak kadar süre ister o kadar. Tam teşehhüde oturmuştur ki işareti alan yarma ipek ipliği boynuna geçirir. Sıkar, sıkar, sıkar... Belki inanmayacaksınız ama o iffetli kızımız adeta tebessüm eder ve miskler gibi kokar. Çinliler ona "Şiang - Fei (Güzel kokulu Prenses) der, hatırasını yaşatırlar. Tarihçi Sui Cien Sin'e göre Dilşad Hatun Tung-Ling'de İmparator Chien Lung'un mezarının yanında yatmaktadır. Türkler ise naaşının Kaşgar'a getirilip, Ehl-i Beytten Hoca Hidayetullah'ın türbesine defnedildiği iddiasındadırlar. Doğrusu bu olmalıdır, zira mezarın içinde Çinlilerin "co" dedikleri bir tahtırevan vardır ki onunla asillerin cesetlerini taşırlar. Kaldı ki zikrolunan koku kubbe altında dolanmaktadır ayan beyan. Ahali onu İpar adıyla anar. İpar... Yani "hoş kokan!"
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.