Washington Roebling Ölümüne mühendis

A -
A +

Mühendislikte dönemler malzeme adları ile anılır malum. Misal Eiffel Kulesi bir "Demir Strüktür Devri" eseridir. Sonra Çelik Strüktür devrine geçilir, ki Empire State Building ve Chrysler gökdelenleri ilk akla gelenleridir. Brooklyn Köprüsü de en az onlar kadar yenilikçi bir eserdir, hatta yeniliğin de ötesinde bir şeydir... İsterseniz uzatmadan hikayesine geçelim. 1860'lı yıllar. New York hızla gelişmiştir... Manhattan ile Brooklyn arasına bir köprü kurulsa gerektir. Zikrolunan mıntıkada mesafe uzun, nehir derindir. Ancak John Roebling adlı mühendis alışılmadık bir proje geliştirir (1865). Bu bir asma köprü olacaktır, Mr John çelik bir telin neleri taşıyabileceğini çok iyi bilir. Zira kendisi dünyanın en büyük tel ve kablo üreticisidir. Telgraf telinden, asansör teline aklınıza her geleni imal etmektedir. Mr. John köprü ile yatar köprü ile kalkar, planı didikler durur, eksiklerini giderir. Altından gemilerin geçebilmesi için gökdelen cesametinde ayaklar yapmalı, ağırlığı halatlara bindirmelidir. Bütün bunlar bir şekilde halledilir ama halatı bağlayacak kazık bulmak kolay değildir. Bu yüzden çelik teller yelpaze gibi açılmalı, tüneller içine çekilip betona gömülmelidir. TEREDDÜTLER... Ancak köprü hususunda ihtisası ile tanınan isimler ayakların ayakta kalamayacağını söyler, John'u "ayakları yere basmıyor" diye itham ederler. Alaylı bakışlar, gülenler, dudak bükenler... John'a inanan tek kişi vardır, kendisi gibi bir mühendis olan oğlu Washington! İyi de onun inanması neyi halleder? Köprüyü ceplerinden yapacak değillerdir ya, bir an önce hükümeti, belediyeyi ikna etmelidirler. Baba-oğul kafa kafaya verir, menfi müspet her ihtimali değerlendirirler. Muhtemel problemleri tek tek çözerler. Sonra ziyaretlere çıkar, neler yapabileceklerini özetlerler. Zor olur ama derin ve kalın amcalar sonunda pes eder. General Ulyses S. Grant'ın imzayı attığı gün kolları sıvar, işe girişirler (2 Ocak 1870). AKSİLİKLER... Henüz başlamışlardır ki inşaat sahasında Mr John'un ayağı ezilir. Düşünebiliyor musunuz, kemikleri ufalanır, kasları tendonları pestile döner. Hekimler uzatmadan "keselim" derler, ancak itiraz eder. Bu manasız direniş yüzünden iltihap vücudu sarar, dayanılmaz bir ıstırap... 2 hafta kıvrandıktan sonra gözlerini yumar. İşin başına oğlu Washington geçirilir. Gelgelelim genç mühendis de köprü kulelerinin oturtulacağı su altı odalarına inip çıkarken vurgun yer, beyni zedelenir. Vücudu cesede döner, lâkin zihni melekeleri yerindedir. Herkes "bitti bu iş" derken hafiften parmağı oynar. Hanımının eline dokuna dokuna bir şeyler söylemeye çabalar. Bu usulü gün geçtikçe ilerletir ve bir şekilde meramını anlatmayı becerir. Kadıncağız hiç bir mühendislik alt yapısı olmadığı halde mesajları hatasız alır ve doğru bir şekilde şantiyeye iletir. BUNA RAĞMEN Dile kolay, Mr. Washington 13 yıl boyunca yattığı yerden direktifler yollar ve başladığı işi bitirir. (1869-1883) Bu eser 19. yy mühendisliğinin zirvesidir, hatta bazıları ona "Dünyanın 8. harikası" adını verir. Hani şehre de pek yakışır, göz alacak kadar zariftir. Washington eserine güvenir ancak milletin gönlü ferah olsun diye açılıştan önce 7 fili peşpeşe dizer, karşıya geçirir. O gün New York'ta tatil ilan edilir, köprü bir anda yayalarla dolar. 150 bin kişi o yana bu yana koşar, suya para atan atana.... Brooklyn Köprüsü'nün uzunluğu yaklaşık 2 kilometre, genişliği 26 metredir. Köprüyü taşıyan kablolar neredeyse 23 kilometreye erişir. Tartışmasız devrin bütün köprülerinden daha uzun ve daha gösterişlidir. Sadece ilk gün 1.800 araba geçer, ki bu gün belki yüz misli işlektir. Emily Roebling Mirasyedi torun Roeblingler bu köprü sayesinde büyük bir üne kavuşur, ihale üstüne ihale alırlar. Daha nice köprüler (mesela Golden Gate) ve yollar yapar, kasaları dolarla doldururlar. Dünya işte, çalışır çabalar, harcayamadan mevta olurlar. Ancak Washington'un kızı Emily Roebling Cadwallader bu serveti çıtır çıtır yer, dudak uçuklatan mirasın keyfini sürer. "Zavallının" yat yaptırmak gibi masum bir merakı vardır, marinada Savarona adlı iki teknesi (biri 40 m, öbürü 80) yatar, lakin gözü doymaz. Bu konudaki "engin birikimini" devasa bir gemiyle taçlandırmayı arzular. O günlerde dünyanın en kaliteli tekneleri Hamburg'da çakılmaktadır, hanım kızımız Blohm ve Voss tersanelerini bağlar, önlerine bir rivayete göre 4 milyon, diğer rivayete göre 10 milyon 400 bin dolar koyar. Belki iki rakam da doğrudur, evet tekne 4 milyon dolara mal olabilir ama dekoru, döşemesi de yekun tutar. Düşünün şimdi, antika heykeller, avizeler, şamdanlar, tablolar, piyanolar... Savarona sıradan bir gemi değil, yüzen bir sanat galerisidir adeta. Yemek salonunda yer alan XV. Lui'ye ait yemek masası ve 12 iskemleye paha biçilemez mesela. Köşede emsalsiz bir şömine, karşısındaki orijinal komodin, siyah etejer, hususi dokumalar, asırlık halılar... Bütün kapı kulpları, banyo muslukları altından... VERGİYE KIZINCA Hatta anlatılır Ms Cadwallader Almanya gezilerinden birinde ağırlandığı şatoda çok hoş bir şömine görür, "bunu bana satar mısınız" diye sorar. Sahibi "hanımefendi burası tarihi bir bina" der, "öyle her ziyaretçi bir şeyler koparacak olsa..." - Ya öyle mi? Peki şato kaç para? Oracıkta şatoyu satın alır ve şömineyi çatır çatır söktürtür, taktırır Savarona'ya... Her ne kadar Savarona efsanesi züğürtlerin çenesini yorsa da rakamlar ortada... Bakın o devir dolarının yeşili solmamıştır henüz. Bir dolar, bir ons altının 20'de birine tekabül eder ve dileyen banknotları götürüp "alın kağıtlarınızı, verin altınlarımı" diyebilir pekâlâ. Kabaca hesaplarsak o dolar, bu doları 50'ye katlar. 10 milyon 400 bin doların büyüklüğünü şuradan anlayın, 1931'de Türkiye Cumhuriyetinin bütçesi 193 milyon liradır. Darülfünuna (üniversitelere) ayrılan para 908 bin lira olup, değme profesörler 150 lira alırlar. VE İSTANBUL'DA Uzatmayalım Temmuz 1930'da kızağa konan gemi Şubat 1931'de tamamlanır. Bayan Emily şööle bir Avrupa'yı Afrika'yı dolanır. Ancak o günlerde yaşanan iktisadi kriz yüzünden ABD hükümeti tekne sahiplerine tumturaklı vergiler koyar. Kadın da kızar Savanora'yı satacağını açıklar. Almanlar bu emsalsiz gemiyi Hitler için düşünmektedirler, kaçırmaktan korkar, Krupp'un desteği ile haczetmeye çalışırlar. ABD de altta kalmaz, New York limanına giren bir Alman transatlantiğine el koyar. Naziler ister istemez geri adım atar, gemiyi bırakırlar, ancak bu çekişme yüzünden fiyatı artar. İngiltere'nin Sauthampton limanına çekilen yat bir süre yatar. Talibi çoktur ama Bayar Hükümeti "M. Kemal için" alıcı olunca İngilizler yardımcı olurlar. Maliye Bakanlığımızın Savarona'ya ne ödediğini bilmiyoruz, farklı şeyler söyleniyor zira. Herhalde Ms Cadwallader'i memnun edecek (en azından mağdur etmeyecek) bir rakam olmalıdır meçhul meblağ. Neyse görkemli gemi, Süvari Sait Özege ve 45 personeli ile İstanbul'a doğru yola çıkar (1938). M. Kemal'in Savarona'yı sabırsızlıkla beklediğini biliyorsunuz ama gemi Dolmabahçe önlerine demirledikten sonra 6 hafta yaşar. Ünlü yat daha sonra İsmet İnönü'ye hizmet sunar. KUĞU GİBİ Özellikle Cumhurbaşkanı odası itinalı işçiliği ile göze çarpar. Salonda yan yana konmuş iki şık karyola ve havai mavi büyücek bir koltuk vardır. Sağ yanda tuvalet ve kuaför yer alır. Bu dairenin madeni aksamı kloke altındandır, banyo ile hela öğütülüp preslenmiş (sıkma) siyah kehribarla kaplanmıştır. Geminin değerini anlamak için 5 - 10 gramlık bir kehribarın (nargile marpucu olur, tesbih olur) fiyatını sorun, ufkunuz açılsın. Savarona II. Cihan Harbinden sonra Bahriye'ye verilir, talim gemisi yapılır. 1979'da yanar, onarılır ve 1989'da hurdaya çıkar. Söküm için Aliağa'ya yollanmak üzeredir ki Kahraman Sadıkoğlu, "gelin onu turizme açalım" teklifi yapar. Bilirsiniz Turgut Özal böylesi teşebbüslere sıcak bakar, Deniz Kuvvetlerinin de rızasını alır, geminin 49 yıllığına (yap-işlet-devret) kiralanmasını sağlar. Ünlü armatörümüz Savarona'yı yenilemek için tam 28 milyon dolar harcar, 425 işçi, üç yıl boyunca çalışır, yaklaşık dört buçuk ton fare ayıklar. Şu anda haftalığı 280 bin eurodan meraklısına kiralanmaktadır ki, sadece Kuveyt Prensi Hasan El Sabah'dan 2 ayda 2 milyon euro alırlar. Prens Rainer, Prens Charles, Prenses Diana, İspanya Kralı Juan Carlos, Modacı Valentino, Claudia Schiffer, Nicole Kidman, Sharon Stone, Hugh Grant, Tom Cruise ve Gerard Depardieu gibi isimler Savarona'da ağırlanırlar. Dünya işte, bir zamanlar fukara Anadolu halkının parasıyla alınan tekne milyarderlere yarar. Washington Roebling Ölümüne mühendis
GEMİ DEĞİL YÜZEN BİR SARAYSAVARONA Adını bir tür Afrika kuğusundan alan Savarona o güne kadar inşa edilen en büyük yattır. Uzunluğu 136 metredir, ağırlığı 6 bin gros tonu aşar. Açık deniz şartlarına karşı donanımlıdır, İstanbul'dan Miami'ye molasız ikmalsiz gidebilir ve saatte 18 mil sürat yapar. Dış cephesi süt beyazdır, makineleri mazot yakar ve 54 dev dinamo ortalığı ışığa boğar. Ana süitin yanı sıra 17 muhteşem süiti daha vardır, kamara gardırobları bile selvi ağacındandır. Hamamı 80 metrekare olup, 260 ton mermer kullanılır. Sauna ve soyunma odaları ince işçiliği ile göz alır. Safralarında cıva bulunur ve bu gemiyi dengede tutar. Gövde 90 derece yatsa bile asla alabora olmaz. Düşünürseniz tonlarca cıva dahi bir servettir başlı başına...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.