Yemînü'd-Devle, Emîrü'l-Mille Gazneli Mahmud

A -
A +
Bugün Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'te yaşayan yarım milyar Müslüman, Mahmud-ı Gaznevi'yi "sebeb-i saadetimiz" diye tanıyor, ünlü Türk Sultanını minnetle ve rahmetle anıyorlar...Yemînü'd-Devle, Emîrü'l-Mille  Gazneli MahmudKUTUB MİNAR Zarafetinden olacak uzaktan bakan onu kalem endamlı bir minare sanıyor, yanına gelince taban çapı 15 metre olan bir devle karşılaşıyorsunuz. O yeryüzünün en yüksek minaresi, 5 şerefesi var. Ne yazıkki en üst dilimi bir İngiliz teyyaresi buduyor. Bilirsiniz, dedelerimiz fevkalade binici ve muhteşem atıcıdırlar. Sürekli zinde kalabilmenin eğlenceli bir yolunu bulurlar: "Av!" İşte Sebük Tekin de yaz demez, kış demez ava çıkar. Elinden ne uçan, ne kaçan kurtulur, fakir fukara yolunu bekler, paylarını alırlar. Ama o gün... O gün ortalık nasıl sessizdir anlatılamaz, tabiri caizse yaprak oynamaz. Saatlerce beyhude dolaşır, yolunu bekleyen garipleri düşündükçe sıkıntı basar. "Nasibimiz yokmuş n'apalım" deyip dönüşe geçmiştir ki bir ceylan yavrusu gözüne batar. Garibim bir köşeye sinmiştir, soluk bile almaz. Evet bu şekilde yırtıcı hayvanların elinden kurtulabilir ama Sebük Tekin'i atlatamaz. Kahramanımız atından iner, minik yavruyu şefkatle kucaklar. Zavallıcık önce ürker, titrer ama sonra ufak ufak sokulmaya başlar. Kim bilir, belki de annesini kaybetmiştir, bunu alıp götürmeli sütle şekerle beslemelidir. Ortada bırakacak değildir ya... Tekrar atına atlar, bir miktar yol almıştır ki takip edildiğini hisseder. Ardına döner, aaa o da ne? Anne ceylan! Yürür o da yürür, durur o da durur. Analık işte canını riske atar ve her seferinde biraz daha yaklaşır avcıya. Aradaki mesafe iyice daralmıştır artık, hayvanın inlemesini duyar. Yalvarır sanki, matem, ağıt hepsi bir arada... Sebük Tegin küçük dostunun pembe burnuna ufacık bir buse kondurup salar. Anne ile yavru bir anda sarmaş dolaş olurlar. Minnet, sevinç, şükran, belki de dua... İlk defa eli boş döner ama huzurla. BÜYÜK MÜJDE... O akşam rüyasında Efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görür, ona "bu merhametin karşılıksız kalmayacak" buyururlar, "Hindistan yurt olacak oğluna!.." Eh bu arada hatırlatalım, kendileri Gazneli Mahmud'un babası olurlar.Sebük Tegin adı sanı olmayan bir Karluk Türküdür aslında... Issık göl kıyısına ilişen Barshân kasabasında doğar zamanında. Sonra neler olursa olur, köle olarak alınır, satılır ve kendini buluverir Samani sarayında. Merttir, dürüsttür, gözü karadır, lûgatında "ama" diye bir kelime bulunmaz. Amirleri zor vazifelere onu yollar, becerip geleceğinden zerre kadar şüphe duymazlar. Sebük Tegin, Zâbulistân emirinin kızıyla evlenince hızla yükselir ve Samani saltanatının sallandığı yıllarda devletini kurar. Gazneliler öncelikle kuzey doğu Belücistan'da zemin tutar, bilahare Toharistân, Zemîndâver'e yayılırlar. Başbuğ Sebük Tegin'in oğulları seçme gençlerdir. Ancak Mahmud kardeşlerinden bir adım öndedir. Hem ilme meyyaldir, hem fevkalade zekidir. Çocuk yaşlarda Kur'an-ı kerimi ezberler, binlerce hadis öğrenir bu arada. Yemînü'd-Devle, Emîrü'l-Mille  Gazneli MahmudHindistan'da nereye dönseniz bir İslam eseriyle karşılaşıyorsunuz, bu zarif mimari sadece Müslümanları değil, Hindu, Budist ve Sihler'i de cezbediyor.15 YAŞINDA KUMANDAN Akranlarının çelik çomak oynadığı çağlarda beylerle vezirlerle oturup kalkar, devlet çarkının nasıl döndüğünü kavramaya başlar. Zaman zaman babası onu yerine vekil bırakıp sefere çıkar. Henüz 15 yaşında iken Zemindaver şehrinde "hakkıyla" valilik yapar. Aynı yıl Lâmgân'da Hinduşahi hanedanından Caypal ile savaşırlar. Mahmud'un çok adamı yoktur ama cesaret ve zekasını konuşturur, ünlü Racanın dumanını atar. Gazneli Mahmud saltanat meraklısı değildir ancak babasının vefâtı üzerine eşraf "bu halkı ancak sen toparlayabilirsin" der, ona tabi olurlar (997). O yıllarda Hindistan huzura hasrettir, Racalar fukaranın canını çıkarır, ölen erkekler dul eşleriyle birlikte yakılır. Büyücüler bin çeşit masal uydurur, sihir ve tılsımla milleti uyuturlar. Karmati daileri de meydanı boş bulur, her taşın altından bir fitneci çıkar. Sultan Mahmud bir hamlede Sâmânîlerin elinde kalan Buhârâ, Horasan, Herat, Belh, Bust ve Kâbil'i ülkesine katar. İran taraflarında hüküm süren Şiî Büveyhîleri masaya oturtur, hokkayı kağıdı önlerine koyar. "Açıkça söyleyin savaş mı istiyorsunuz barış mı" diye sorar. Nitekim sulhta karar kılar, o defteri kapatırlar. HALİFENİN DUASIYLA Abbâsî halîfesi Abdülkadir, genç sultana çok güvenir, ona taç, hil'at ve bayrak yollar. Sahip olduğu memleketlerin ahidnamesini vermekle kalmaz, "Yemînü'd-Devle" ve "Emîrü'l-Mille" sıfatlarını sunar. Sultan Mahmud çok hislenir, bu teveccühe lâyık olabilmek için yollara çıkar, tam 45 yıl yatak yüzü görmez, toprağı döşek yapar. Dile kolay, Hindistan'a tam 17 sefer açar. İslam uleması Hindlilerle oturur konuşur, tebliğe başlarlar. Fanatik Hindular atlanıp pusatlanıp saldırıya kalkarlarsa da, Vayhand Racası Caypal'i (on beş oğlu ve torunlarıyla) ele geçirir, içeri tıkarlar. Ardından Bhatiya Racası Beci Ray üzerine yürür ve bütün kalelerine İslam sancağı asarlar. Bu bölge insanı daha mülayimdir, nur yüzlü mollalara muhabbet kurar, Türklere katılırlar. Sultan şiire edebiyata meraklıdır, ilmi münazaralarda bizzat bulunur, halkın gönlünü hoşça tutar. Beldeleri çil çil kubbelerle donatır, hanlar, hamamlar, kervansaraylar... İnsanlar fevc fevc İslama koşar, mescitler papatya gibi patlar. Sultan Mahmûd, onuncu seferini, Thanesar'a yapar. Mukâvemetle karşılaşmadan şehre girer ve putları kırar. "Çakrasvami" adlı ünlü bir put vardır ki ona dokunulamayacağına sanırlar. Sultan Mahmud bahsi geçen putu bacağından sürür, halkın korkularını yıkar. Allahü teâlânın lütfü keremi ile niceleri hidayet bulur, Müslüman olurlar. Hindistan'da insanlar sınıf sınıftır, yukarıdakiler kral gibi yaşar, alttakiler hayvan gibi kullanılırlar. Kast denilen yüz kızartıcı sistemde tasnifi yapanlar (Brahmanlar) kendilerini sırça saraylara lâyık bulurlar. Paryalar hesaba bile katılmaz. ÜSTÜNLÜK TAKVA İLE Müslümanlar sınıf farkına aldırmadan herkesi kucaklar. İslam uleması "üstünlük sadece takva iledir, abid bir köle fasık bir beyden daha değerlidir" deyince yer yerinden oynar. Kast sisteminden nemalananlar perişan olurlar. Gazne ordusundaki Türk, Afgan, Fars ve Arap askerleri zamanla Hintlilerle kaynaşır, ortaya hepsinin anladığı ortak bir lisan (Urduca) çıkar. Her bakımdan zengin bir medeniyettir bu, değişik yemekler, farklı kıyafetler, nakkaşlar, hattatlar... Mimaride çok zarif bir çizgi yakalarlar. Bir gün Bulendşehr Racası, Sultânın kapısını çalar ve Müslüman olduğunu açıklar. Gazneli Mahmud onu kırk yıllık dostu gibi kucaklar. Sadece o mu? 10 bin adamı da İslâmı seçer, "vazife verin, dinimizi yayalım" diye yalvarırlar. Artık omuz omuza saf tutar, secdeye birlikte kapanırlar. Sultan Mahmud mülayim bir insandır, affedicidir, ancak batılı yayanlara ve fitne çıkaranlara acımaz. Putları (ki bunlar ekseri altındır) kırıp parçalar, halka dağıtmaya bakar. Hoş bunlar zaten onların malıdır. Garipler bir ömür Brahmanlara çalışmıştırlar. Somnat'ta milyonlarca Hindu tarafından ziyâret edilen bir put vardır ki üzerindeki yakutların misli benzeri bulunmaz. Bunu da yüz üstü yıkar, kırıp, ufalar fukaraya dağıtırlar. Sultan Mahmud Hindlilere avuç avuç para sunduğu halde Gazne'ye büyük bir servetle döner, ganimeti beş yüz fil kaldıramaz. Gazne ordusunda sadece Türkler yoktur, her memleketten gönüllüler saflara katılırlar. Bunların tek arzusu İslâmı yaymaktır, taşıdıkları bayrağın şanına yakışmayacak hareketlerden kaçar, kul hakkından çok korkarlar. Haza Alperen... Bilirsiniz başarılı sultanların ardında mutlaka veliyullahtan biri durur, onları manevi zırhlarıyla sarar, adeta gölge olurlar. Nasıl Osman Gazi'nin ardında Şeyh Edebali, Fatih'in yanında Akşemseddin varsa... Ve nasıl Timur Han, Seyyid Emir Külal hazretlerinden himmet umarsa... Peki Gazneli Mahmud gibi büyük işler yapan bir sultan başıboş olabilir mi? Olamaz, ardında gözü yaşlı dualar olmasa Hindistan denilen ifrit kuyusundan kolay çıkamaz. İşte o da "şeksiz süphesiz bağlanacağı" bir büyük arar. Öyle ya Allah dostlarının emrine girerse, "daha çok hizmet" eder "daha az hata" yapar. İran içlerinde konakladıkları günlerden birinde Ebü'l Hasen Harkani hazretlerinin methini duyar. Huzuruna gidip tanışmayı arzular. Kadı İyad ile birlikte silahtar kıyafetine bürünür, dergahın kapısını çalarlar. Büyük veli, sultanı tanır ama aldırmaz, sohbeti bölüp de ortalığı ayaklandırmaz. Gece yarısına doğru şakirtler birer ikişer dağılırlar. Sultan Mahmud, Bayezid-i Bistami (Kuddise Sirruh) hakkında birkaç soru sorar. Söz hocasından açılınca Ebül Hasan Harkani bir hoş olur, muhabbetle dolar taşar, sular seller gibi anlatmaya başlar. Nurlu mekana ayan beyan feyz yağar. Bu arada sultana ismiyle hitap eder ki onu daha girerken tanıdıkları çıkar ortaya. DERVİŞE DAYANAMAM Ebü'l Hasan Hazretleri ayrılırken onları kapıya kadar uğurlar, adeta bağırlarına basar. "İçeri girdiğinizde sadece sultandınız" der, "şimdi ise tasavvuf yoluna adım attınız. Ben sultanlar için ayağa kalkmam ama dervişlere dayanamam!" Dahasını da yapar sırtlarından çıkardıkları hırkalarını Gazneli Mahmud'un omzuna bırakırlar. Sultan bir ara hiç ummadığı bir yerde, hesaba gelmez Hindu askeri ile karşılaşır. Nefsi için çekinmez ama İslam askerinin kırılmasından çok korkar. Hemen Ebü'l Hasen Harkani hazretlerinin hırkasına bürünür, alnını secdeye koyar. "Ya Rabbi şu hırkanın hatırına" diye yalvarmaya başlar. Henüz elini yüzüne sürmemiştir ki düşman mevzilerinde bir hortum patlar. Çadırlar uçuşur, hayvanlar kaçar, ağızlarına burunlarına toprak dolar. Müslümanlar kayıpsız kurtulur, hem zafer kazanırlar. Yemînü'd-Devle, Emîrü'l-Mille  Gazneli MahmudEbü'l Hasan Harkanî Hazretlerinin dergâhı... Harkan-Bistam (İran) Oğlum da olsa affetmem Meşhurdur.... Dul bir kadın, sultana gelir "bizarım, efendim" der, "çapkının biri geceleri kapımı zorluyor!" Sultan Mahmud hemen o gece yanına vezirini (Kadı İyad) alır, kadının evinde saklanırlar. Gecenin geç saatlerinde mütecaviz kapıya dayanır, sırnaşmaya başlar. Sultan "pervasızlığın bu kadarına da pes" der, "kimseden çekinmediğine göre beyzade olmalı. Bizim çocuklardan biri mi yoksa?" Aklına bu düşünce gelince kandili söndürtür ve kadına "kapıyı aç" işareti yapar. İçeri süzülen gölgeye vurur da vurur, adeta doğrar. Üstüne sıçrayan kanlara aldırmadan "su" der ve eline tutuşturulan kaseyi kana kana yudumlar. Kadın "anlayamıyorum" der, "odayı neden kararttınız, hem ortalık kan kasavet iken su içmenin ne mânâsı var?" Kandili söndürdüm zira sizi bizar eden öz oğlum da olsa cezalandırmalıydım, su içtim çünkü şikayet ettiğiniz andan itibaren ağzıma tek yudum alamadım... Dilim damağım kurumuştu, dayanamadım. Hindistan'da Türk mührü Türklerin Hindistan'daki varlığı M.Ö. 2500'lü yıllara uzandığı sanılıyor, zira mahalli lisanlar içinde hayli Türkçe kelime bulunuyor. Kuşanlar ve Akhunlar... Sonra Türk Şahiler, Gurlular, Gazneliler geliyor. Derken Şemsiler, Kalaçlar, Tuğluklar hükümran oluyor. Şemseddin İltutmuş, Balaban, Melik Tınaz, Alaed-Din Muhammed ve Tuğrul Aybeg derin izler bırakıyor, bu arada Seylan da Delhi'ye bağlanıyor. Tuğluklardan sonra Seyyidiler, Lodiler, Suri Afganlılar iktidar oluyor. Adil-Şahlar, Berid-Şahiler, Kutb-Şahiler ve Mavla Halaciler'in ardından Bâbür Şah, bütün Hindistan'ı fethederek Gürganiye Devletini kuruyor (1526). Bu devlet, İngiliz işgâline (1857) kadar 342 sene hüküm sürüyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.