Beşerî sermaye ve verimlilik üzerine...

Sesli Dinle
A -
A +

Sosyal Medyada bazen kendini göstermek isteyen meslektaşların zamansız ve anlamsız saldırılarına uğruyoruz. Bunu iki tip ekonomist yapıyor:

 

- Eğitimi ekonomi olmayan sonradan ekonomi üzerine yazmaya başlamış olanlar.

 

- Bir zamanlar gözden düşmüş şimdi tekrar göze girmeye çalışanlar…

 

Eğitimi ekonomi olmayanların genellikle matematik tabanlı eğitim almış olduklarını görüyoruz ve bu sebepler ekonominin tercihler bilimi olduğunu, insan karakterinin işin içinde olduğu dolayısıyla meseleyi tek başına matematikle çözümlemenin imkânsız olduğunu anlamakta zorluk çekiyor. Bilim, esasında gözlem ve deneyle yapılan ve sonuçları matematik ile ifade edilen bir uğraştır. Dolayısıyla formüller ve denklemler üzerinden yürüyerek sonuç elde etmeye kalkınca hata oranı artıyor. 

 

Şöyle ki, denklemin her iki tarafındaki değişkenlerin arasına (+) işareti koyduğunuzda "bunlardan birinin değeri sıfır da olsa fark etmez" anlamına gelirken, aralarına çarpı (x) işareti konduğunda denklemin her iki tarafındaki değerlerin "olmazsa olmaz" anlamına geldiği anlaşılmalı. Dolayısıyla matematik konusunda sıkıntısı olmayan ama iktisat felsefesi konusunda eksik kalan meslektaşların en temel hataları, bir meseleyi çözümlerken haklı çıkmak adına gerçeğe eziyet etmeye çalışmaları. Görünür gerçeği haklı çıkmak adına matematikle yok sayama çalıştığımızda kuantum matematiğinin önderlerinden Paul Dirac'ın uyarısı kulağımıza küpe olmalı:

 

"Anlamlı matematik hoşumuza gitmeyen büyük değişkenleri göz ardı etmek değil, sonuca etki etmeyecek küçük değerleri denklemden çıkarmaktır."

 

Kalkınma ile ilgili teorik yaklaşımlarını kurumsallık üzerinden yükselten ekonomistlerin önemli bir kısmı binlerce yıllık gözlem ve deneyimlerin sonucunda şu iki cümleyi sarf etmişlerdir:

 

- Devlet, mal ve hizmet üretenin maliyetini düşürmek amaçlı altyapı yatırımı yapar. 

 

- Beşerî Sermayenin kalitesi yükseldikçe fiziki sermayenin verimliliği artar.

 

Birinci madde ile alakalı güncel sorunları geçen haftaki makalede detaylı şekilde incelediğim için ikinci maddeyi anlatacağım. 

 

Tasarımdan üretime, ekonomik faaliyetlerin tamamen robotlar tarafından yapılacağı güne kadar insan kaynağının kalitesini artırmak için çalışmalar devam edecek. Bu herkesin kuantum matematiği bilmesi anlamına gelmiyor. Sadece kullandıkları alet ve teçhizatın teknolojisi değiştikçe, onu en doğru şekilde kullanmaları için gereken eğitimin verilmesi anlamına geliyor. Sadece bu da yetmiyor, söz konusu makineler ya da teçhizatı üretenlerin aklına gelmeyen başka çözümleri de onları kullananlar tarafından keşfedilmesini sağlayacak bir ortam da gerekiyor. 

 

En basit ifadeyle: Yukarıdaki bahsettiğim iki ekonomist profilinin TV kanallarına gittiklerinde, katıldıkları yayınlarda görev alan set görevlilerinin, doğru eğitimi almadıkları zaman, arzu edilen verimi sağlayamayacakları ortada. Sadece bu yüzden Topkapı Üniversitesi ve diğer üniversitelerde Radyo-Televizyon-Sinema bölümleri var. Doğru eğitimi almış insan kaynağını yetiştirip sektöre sunmak için çalışıyoruz. Yani makineler ne kadar yeni veya çok olursa olsun, insan kaynağını doğru şekilde eğitmeden doğru verimi almak imkânsız. Tabii matematik marifetiyle fiziki sermaye ve beşerî sermaye arasında bir ilişki olmadığını göstermeye çalışanlar olacaktır ancak, en başta dediğim gibi söylediklerinin gerçekleşmesi için 100 yıldan biraz daha az bekleyecekler…

 

 

 

 

 

Teknoloji ve insan doğru harmanlanmış olmalı...

 

 

 

Peki beşerî sermaye oldukça iyi düzeyde olsa, teknolojisi geri olan fiziki sermaye ile verim almak mümkün olur mu? Elbette olur ama bu yepyeni F1 arabalarıyla yarış edenlerin arasına birkaç versiyon önceki arabalarla katılmak gibi olur. Bu şekilde yarışı bitirmeyi başaran olur mutlaka ama amaçlanan bu değil elbette. Eğitimli ve kabiliyetli insan kaynağını eski teknolojilere maruz bırakmak da mukayeseli olarak diğerlerine göre düşük verimde kalmak sonucunu doğurur. 

 

Buraya kadar kimsenin itirazı olmadığını hissediyorum. Varmaya çalıştığım sonucun gözle görülür bir durum olmadığını, şu ana kadar anlattıklarımın bir "ısınma" anlamına geldiğini belirteyim. Gözle görülür gerçekleri matematikle yadsımayı deneyenlere laf yetiştirmek büyük bir zaman kaybı olacağı için, insan kaynağının verimi üzerinde daha fazla durmaya gayret edeceğim. 

 

Birleşmiş Milletler raporları bize gösteriyor ki, dünya giderek yaşlanıyor. Bir yandan yaşlanan diğer yandan geliri ile ihtiyaçları arasında kalan mutsuz insan sayısı da artmakta. Herkes firmaların tepesine ulaşacak kadar şanslı ya da becerikli olmadığı için, çoğu insan uzun yıllar boyu şirketlerin alt kademelerinde operasyonel işlerde derinleşerek yaşlanacaklar. Bu gelişme, insan kaynağının verimliliğini artırmak için sadece eğitim vermenin yeterli olmayacağını bizlere gösteriyor. Aidiyet duygusu, huzurlu çalışma ortamı, değer oluşturan rekabet ortamı, adaletli yaklaşımlar gibi unsurların da verim üzerinde ciddi bir etkisi var. 

 

ABD'de başlayan 2008 krizinden sonra yapılan araştırmalar gösteriyor ki, firmaların tepesindeki toplam çalışan sayısının %1'i kadar olan yöneticilerin kârdan aldığı pay 2020'ye kadar diğerlerinin en az 10 katına yükselmiş. Pandemi ile beraber 15 katına çıkmış. Ancak tüm verimlilik çalışmaları bize gösteriyor ki, firmalarda tepeye doğru yükselirken yaşlanan yöneticilerin aldıkları ücretlere karşılık sağladıkları verim düşüyor. Dolayısıyla yönetim kurullarında "üst düzey yöneticilerin otomobillerini değiştirme vakti geldi" gibi maddelerin firmaya fazla bir faydası olmadığı gibi, ihtiyaçlara değil ihtiraslara hitap ettiği kabul edilmeli. Bunun yerine sahada çalışan düşük maaşlı personelin şartlarını iyileştirmek hem daha az maliyetli hem de rasyonel bir yaklaşım olabilir. 

 

Firmada çalışanların motivasyonunu sadece çalıştıkları ortam ile sağlamak da mümkün değil. Çünkü sürekli artan hayat pahalılığı ve düşük kalan gelirler sebebiyle zaruri ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bireylere aşırı borçlanmanın içine düşerler. Bu durum hem odaklanma hem de ahlaki sorunlar oluşturabilir. İşini kaybetmek istemeyen bireyler firma içinde yapılan yanlışları görmezden gelebilir hatta bunlara iştirak edebilir. Aşırı borçlu bireylerin odaklanma sorunu sebebiyle iş kazalarına sebep olması veya işini doğru zamanda ve doğru şekilde bitirmemesi durumu yaşanabilir… Bu sebeple 21. yüzyılda tüm bu detaylara holistik şekilde yaklaşmak gerekir. Etik ve ahlak konusundaki imrendirici telkinler tek başına yetmeyeceği için, her düzeyde finansal okuryazarlık bilinci oluşturmak gerekmektedir. 

 

Bein & Company'nin 2017 yılında çalışan verimliliği üzerine yaptığı araştırma bize şu veriyi sunmaktadır:

 

- Mutsuz çalışanların verimi en fazla %70'e çıkabiliyor.

 

- Mutlu olanlar kendilerinden beklenen performansı genellikle yakalıyor.

 

- İşine angaje olup, severek yapanlar ise beklenenin %40 üzerinde performansa ulaşabiliyor.

 

- İlham verici kişilerle çalışanların ise kendi performanslarını iki katına çıkarabildikleri görülüyor.

 

Buradan hareketle sadece matematik ile beşerî bilimlere yaklaşmak temelden yanlış sonuçlar oluşturuyor. Belki de empati yoksunluğunun sebebi de budur. Yine de eğitim, iş ortamı, liderlik özelliği olan yöneticilerle çalışmak, işini sevmek gibi gözlemleme ve deneyimleme ile kavrayabildiğimiz gerçekleri matematikle ifade edebilmemiz mümkün. Bu ölçümü tersinden yapmaya kalkarsak, yani matematik marifetiyle tahmin edip sonra gerçekleşmesini beklemek ampirik bir yaklaşım olmaz. Faydalı bir deneme olarak nitelendirilebilir tabii. 

 

 

 

 

 

Nesil, kabiliyet ve yetenek farklarıyla çalışmak...

 

 

 

Hiç unutmadan: Birden farklı nesil bulunan iş ortamlarında ahengi sağlamak kolay değildir. Tecrübe, kabiliyet ve anlayış açısından birbirinden büyük farklılıklar gösteren insanları çalıştırabilmek hem liderlik hem de orkestra şefliği yapmak gibi tarif edilebilir. Aklıma hep şu örnek geliyor: Leicester City İngiltere'de Premier Lig'e çıktıklarında oldukça değişik bir yaklaşım sergilediler. Birbirinden değişik yaşlar ve kabiliyetlerdeki oyuncuları harman ettiler ve Yunanistan Millî Takımından teknik direktörlüğünden kovulmuş başarıya aç bir spor insanına görev verdiler. Peki sonuç ne oldu? 

 

L.C.'nin toplam değerleri 2 milyon sterlin civarındaki iki golcüsü 2015-2016 sezonunun ortasına gelindiğinde 400 milyon Sterlinlik Man U. ve 265 milyon Sterlinlik Liverpool'dan daha fazla gol atmış durumdalardı. Aynı sezonu Arsenal'in 10 puan önünde şampiyon olarak tamamladılar. Bu durumu tersten de anlatabiliriz: Türkiye'nin Süper Lige çıkan iki kulübü Orduspor ve Samsunspor 2011/2012 sezonunda "Avrupa'da en çok transfer yapanlar" olarak tarihe geçtiler. İtalyanlar bile arkalarında kaldı. Her iki kulüp de art arda küme düştüler. Demek ki kadronun tamamını değiştirmek de doğru bir davranış değil. Deneyimli ve tecrübeli personeli her zaman kadroda tutmak gerekiyor. Yoksa kurum ruhunu kaybediyor. 

 

Başka bir örnek daha vereyim: Çok büyük bütçeli filmlerin yanında, küçük bütçeli bir oyuncu kadrosuyla çok seyredilen ve ödül alan filmler çoğunluktadır. Bu durumu başka sektörlerde de görmek izlemek mümkündür. Demek ki "daha fazla cüret ver ki verimi artsın" düşüncesi doğru bir düşünce değil. Yine matematikle kurgulanamayacak bir durum daha karşımıza çıkmış oluyor. 

 

Son olarak, ABD'de yapılan araştırmalar; 2027 yılında bordrolu çalışanlardan daha fazla serbest çalışanların olacağını söylüyor. Bu durumda bugün şirketlerin organizasyon şemasında bulunan birçok fonksiyonun yarınlarda "outsource" edileceğini söyleyebiliriz. O zaman geldiğinde, alınacak hizmetin kaliteli ve verimli olabilmesi için mutlaka yukarıda bahsettiklerimiz doğrultusunda çalışmaların yapılması gerekecek. Büyük ihtimalle "freelance" çalışanların büyük kısmı bir zamanlar şirketlerde çalışanlar olacağı için "verim için insan kaynağına odaklanmaya devam" diyerek yazıyı bitiriyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.