Küresel riskleri gözden geçirelim...

A -
A +

Dünya Ekonomik Forumu'nun Davos’taki oturumlarında mutlaka “küresel riskler” sunumu yapan birkaç kişi çıkar. Her yıl bu risklerin ismi ya da öncelik sırası değişir. Bu yılın başından beri sayılan orta vadeli risklere bir göz atalım: ABD’deki Banka Batışlarının Devam Etmesi... Borç Krizi... İklim Krizi... Rusya-Ukrayna Meselesi... Enflasyon... Resesyon İhtimali... Küresel Ticaretin Daralması...

 

ABD'deki banka batışları ile alakalı çok sayıda yorum yazıldığı için, meselenin hâlâ ciddiyetini koruduğunu, mudilerin bankalardan yüklü miktarlarda para çekmemesi için önlemlerin alındığını tekrar etmekle yetineceğim. Ancak mevduat büyüklüğü ile basılmış para arasındaki farkı bilmeden panik içinde bankaların önünde sıra bekleyen vatandaşları teskin etmek kolay değil. ABD’de bu konuda eyaletlere göre değişen farklı uygulamalar olduğunu da görüyoruz. Amerikan vatandaşlarını finansal okuryazarlık konusunda daha fazla eğitmekten başka çare olmadığını söylemek lazım. Bana kalırsa küresel anlamda tüm yatırımcılar Amerikan Bankalarında olan bitenlere alakalı dikkati elden bırakmamalılar...

 

Önceki yazılarımla çokça bahsettiğim gibi borçlanmada tolerans sınırını aşmış birçok ülke var. Millî Gelir sıralamasında en tepede olan ülkelerin borç açısından da liste başı oldukları gözüküyor. Bu borçların çevrilmesi için gereken taze paraya da herkesin ihtiyacı var. ABD gibi ülkelerin borçlanma kâğıtlarının sunduğu ya da sunmaya hazırlandığı tatminkâr faizler sebebiyle küresel sermaye gelişen ülkelere odaklanamıyor. “Gelişen ülkenin riskli yüksek faizi yerine gelişmiş ülkenin tatminkâr risksiz faizini tercih ederim” diyenler acaba haklı mı? Gelişmiş ülkelerin borç krizi yaşama ihtimalleri hiç mi yok? Ben kendi adıma buna inanmıyorum. Her şeyden önce yatırımcıların şunu bilmesi gerekiyor: “Devlet batmaz, vatandaş batar.” İkinci bilmesi gereken de şu: “Borç en başta alanın derdidir ama belli bir seviyeden sonra verenin derdi olur.”

 

Anlatmaya çalıştığım şu, hangi ülke olursa olsun borçlanma sürdürülemez hâle geldiğinde sırtındaki yükü indirecektir. Elbette bu ciddi bir kredibilite kaybıdır ama Latin Amerika’nın 19. yüzyıldan beri borç krizleri yaşamasına rağmen, borçlanmaya devam edebildiği de bir gerçektir. Buradan hareketle “olan borç verene olacak” desem yanlış olmaz. Gelişmiş ülkelerin borçlanma kâğıtlarına yatırım yapanların 2030’a doğru giderek artan bir borç krizi riski için tetikte olmalarını tavsiye ediyorum.

 

Geçenlerde İstanbul’da Prof. Jeffrey Sachs ile sohbet imkânı bulduk. Türkiye İhracatçılar Meclisinin davetiyle gelen Columbia Üniversitesinin bu kıymetli ismi iklim krizleri ile ilgili şu uyarıda bulundu: “Büyük iklim olayları öncesinde mutlaka bazı gelişmeler olur ama belirtiler belli bir sınırı geçtikten sonra ani ve büyük olaylar meydana gelir...” Aklıma Maldivler'den başlayarak Venedik ve adalar üzerinde yatırım yapan iş insanları geldi. Manhattan dâhil denize çok yakın bölgelerde su seviyesinin metrelerce yükselmesi ihtimal değil artık “kesin bilgi” niteliğinde. Çok değil 10 yıl içinde Güney Denizlerinden başlamak üzere su seviyesi yükseleceği için yatırımcıların dikkatli olması, tatilcilerin de elini çabuk tutması önerilebilir.

 

Rusya-Ukrayna meselesi anlaşıldığı kadarıyla Putin'in şaşırtmacaları ile Beyaz Rusya-Polonya sınırında hareketliliğe sebep olacak. Gayrinizami Harp unsurlarının Polonya üzerinde Avrupa'ya sızması da mümkün. Aynen 1970’lerde olduğu gibi sağ ve sol tandanslı terör hareketlerinin Avrupa'nın göbeğinde yaşanacağına dair intibalarım var. NATO ve Rusya arasında savaş çıkmaz ama, vesayet savaşları dediğimiz “maşalar kullanma” yoluyla karşılıklı yıpratmalar başlayacak. “Önce statüko sonra terör” son 40-50 yılda tecrübe ettiğimiz bir model, 21. Yüzyılda tekrar karşımıza çıkacak gibi gözüküyor.

 

Enflasyon ile ilgili endişeler devam ediyor. ABD ve Euro Bölgesi Merkez Bankaları faizleri yükseltmeye devam edeceklerini ancak bunu yaparken resesyon oluşturmamaya özen göstereceklerini ifade ediyorlar. Birçok ülkede büyüme hızını düşürme pahasına faizler yükseltilerek enflasyonu dizginleme çabası var. Faizleri yükseltmede geç kalmış olan ülkeler ise farklı enstrümanlarla bu savaşa katıldılar. Diğer yandan resmî enflasyon ile hayat pahalılığı arasındaki makasın her ülkede açıldığını görmekteyiz. Ücretler artıyor, fiyatlar artıyor sonra tekrar ücretler artarken fiyatlar hemen yetişiyor. Bu sürecin sonunda enflasyonun yapışkanlaşması ihtimali var. Daha da kötüsü faizler yükseldikçe ve vergiler artırıldıkça büyüme yavaşlamasından resesyona geçiş ihtimali de var. Sanıyorum bu endişeleri 2025 yılına kadar taşımaya devam edeceğiz.

 

Aslına bakılırsa Dünya Bankası’nın yayınladığı Haziran Raporu yılbaşında yayınlanandan daha olumlu beklentiler içermekte. Dolayısıyla resesyondan çok “düşük büyüme” daha elle tutulur bir ihtimal. Bu çerçevede küresel ticaret ile alakalı olumsuz beklentileri makul bulmakla beraber, küresel mal ticaretinde pandemiden sonra ciddi bir yükseliş olduğunun altını çizmek istiyorum. Geriye dönüp bakarsak, 2015’ten bugüne kadar küresel ticarette yıllık artış ortalama %2,6 civarında olmuş. Ancak bu yüksek ortalamanın sebebi 2017 ve 2021 yıllarındaki büyük sıçramalar. Küresel ticarette iki yıl üst üste kötü performans sadece 2019 ve 2020 sürecinde görülmüş ki bu da normal. Pandemi her şeyi altüst etti diyebiliriz...

 

Bu yıl küresel ticaret büyüme beklentisi %1,7 civarında olsa da, yukarıda bahsettiğim gibi ortalamayı yükselten yıllar bir kenara bırakılırsa normal seyrinin %1,5 - %2,5 arasında kabul etmemiz gerekir. Nitekim 2024 beklentileri şimdilik %3,2 şeklinde devam ediyor ki, normalin üzerinde bir büyüme diyebilirim... Özetle şu anki şartlar altında, eğer resesyon riskli elle tutulur hâle gelmezse, küresel ticaretle alakalı riskleri listenin sonuna yazmaya devam edeceğim...

 

Tabii bunların üzerine geçen yıllarda listede olan “nükleer tehdit” veya “siber saldırılar” gibi riskleri ekleyebiliriz. Ancak sayılıp dökülen risklerin birçoğu “gerçekleşirse başka bir şey konuşmaya gerek kalmaz” tarzında ya da günlük hayatımıza eklediğimiz operasyonel işler hâline geldi. Şu an herkesin sıkıntısı aşırı sıcaklar ve kuraklık. Tabii diğer tarafta seller ve fırtınalarla da uğraşanlar var. Önceleri bunlar “şok” diye adlandırılırdı, sonra tekrarlanma ihtimalleri yükselince “risk” adını aldılar. Fakat bunlar artık hayatımızın olağan parçası hâline geldi. Dolayısıyla “risk” kategorisinde değerlendirip değerlendirmemek konusunda tereddütteyim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.