Trump, ABD ve değişim...

A -
A +

ABD'nin Orta Doğu’ya yönelik politikalarına geniş bir tarihsel perspektiften baktığımızda, yüz yıllık geçmişinde söylem ve eylemler açısından bazı dönüşüm sinyallerini görebiliyoruz. Trump’ın ilk dönem politikalarıyla şimdiki yaklaşımı arasındaki farklar, geçmişte neyin yaşandığını ve gelecekte nelerin mümkün olabileceğini anlamamıza yardımcı oluyor.

 

Trump’ın alışılmadık dengesiz modu, aslında bu dengesizliğin kendi içinde bir dengesi olduğu sonucuna ulaştırmaktadır.

 

Bu süreçte bazı yorumcular Trump’ı, Gorbaçov ile kıyaslıyor. Buna katılmıyor, aynı zamanda şunu da ilave etmek istiyorum: Trump ülkesini batırmak değil, batmaması için yeni hamleler üretmek istiyor. Trump, kendince ABD’yi sırtındaki yüklerden kurtarmaya çalışıyor. Yani karşımızda, değişen dünya modeli kadar değişmeye zorlanan bir ABD var. Artık sadece değişen bir dünya değil, aynı zamanda bu değişime direnmek yerine ayak uydurmak zorunda kalan bir ABD’den söz ediyoruz.

 

Dün ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden yapılan açıklama âdeta bunun itirafı niteliğinde olmuş.

 

Açıklamada şöyle deniliyor:

 

Batı bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimleri dayattı. Sykes-Picot, Suriye’yi ve daha geniş bölgeyi barış için değil, emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız.

 

Bu acı olduğu kadar gerçek bir itiraftır. Osmanlı coğrafyası üzerinde yapılan operasyonun, kendi çıkarları ve paylaşım için yapıldığına dair açık bir itiraf!

 

Suriye'nin trajedisi bölünmüşlük içinde doğdu. Suriye’nin yeniden doğuşu; saygınlık, birlik ve halkına yatırımla gerçekleşmelidir. Türkiye, Körfez ülkeleri ve Avrupa ile beraberiz, bu kez askerler, nutuklar ya da hayalî sınırlarla değil, Suriye halkının kendisiyle omuz omuza.

 

ABD Büyükelçiliği’nden yapılan bu açıklama aslında bize şunu net biçimde gösteriyor:

 

Bugüne kadar dünyayı kendi anlayışına göre şekillendirmeye çalışan Batı, şimdi kendisini değiştirmek zorundadır. Çünkü dayattığı projeksiyonlar şimdiye kadar yalnızca kendi çıkarlarını yansıttı. Emperyalist politikalarla bir taraf yükselirken, diğer tarafın yoksulluğu derinleşti, acıları katlandı. Bu da ister istemez direnişi ve dökülen kanı besledi. Son tahlilde ise, bu düzeni kuran ABD ve Batı ittifakının kendisi de bu kanlı zeminle yüzleşmek zorunda kalacaktır.

 

Trump bunun bilincinde. Olayları Amerikan çıkarları çerçevesinde değerlendiriyor. Ekonomik gelecek ve para temelli senaryo çerçevesinde rotasını yeniden belirlemiş durumda. Elbette ki küresel aktör olma hedefinden sapmış değil; sadece yeni yüzyılın şartlarına uygun şekilde taktik değiştiriyor. Çünkü kendine yönelik daha önemli sorunları çözmek istiyor.

 

Orta Doğu senaryosuna ilişkin itirafta bulunurken ABD’nin asıl odağını nereye kaydırdığını unutmamak gerekir: Pasifik bölgesi! Japonya ile yapılan anlaşmalar, artan savunma harcamaları ve sağlanan ek destekler, ABD’nin küresel güç konumundan geri adım atmadığını açıkça göstermektedir.

 

 

Peki, İsrail ile alakalı tutum ne olur?

 

 

Görüldüğü gibi Trump’ın olaylara yaklaşımı, Amerikan çıkarları ekseninde şekilleniyor; bu bağlamda, esasen bir politika değişikliğinden söz edilemez. Bir yandan "hayalî sınırlar" söylemiyle sınır tartışmalarını gündeme getirirken, öte yandan yeni hayalî sınırlar peşinde koşan İsrail’e destek verip vermeyeceği belirsizliğini koruyor. Bu durum bariz bir çelişkiyi ortaya koymaktadır.

 

ABD’nin Hamas ile doğrudan görüşmelere başlaması ise, İsrail’in uzun süredir sürdürdüğü tek taraflı ezberlerin bozulmaya başlandığını düşündürebilir. Trump’ın daha önce İsrail’in Türkiye ile ilişkilerine dair "Makul olursanız devreye girerim" ifadesi, bu durumu destekler nitelikte. Türkiye, Gazze’de yaşanan zulme karşı İsrail’e karşı net bir duruş sergilerken, Trump da hem İsrail’e "makul" olma çağrısında bulunmuş hem de Türkiye’nin teşvikiyle Hamas ile doğrudan iletişime geçmiştir.

 

 

Burada tam bir uyum yok mu?

 

 

Tabii ki de var!.. Trump, ikinci başkanlık dönemini azami verimle değerlendirmeyi hedeflemektedir. Elindeki siyasi etkiyi boşa harcamak yerine, bu gücü Pasifik merkezli mücadelede avantaja dönüştürmeye çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önerdiği “kazan-kazan” modelinin uygulanabilirliğini görmüş ve bunun ABD açısından fayda sağlayacağını fark etmiş olabilir.

 

Yeni döneminde Trump, kayda değer adımlar atma arayışındadır. İkinci bir fırsatın olup olmayacağını hesaba katmaksızın, bu süreçte hızlı bir başarı hedeflemektedir. Bunu yaparken zaman zaman dengesiz olarak nitelendirilebilecek tutumlar sergilese de bu durum, süreci hızla sonuçlandırma arzusunun bir yansımasıdır.

 

Trump için zaman çok önemlidir. Ve görünen o ki, bu dönemde süreci zamana yayma stratejisi onun işine hiç yaramıyor…

 

 

 

 

 

Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.