Rusya Devlet Başkanı Putin beklenmedik bir satranç hamlesi yaptı. Trump ise bir süredir Rusya ile Ukrayna arasında barışın sağlanması gerektiğini savunuyor. Öte yandan Rusya, geçici uzlaşma yerine uzun vadeli ve kalıcı anlaşma arayışında.
Uzun zamandır ifade ediyorum: Putin’in hedefi, yeni bir Yalta düzenidir...
Peki, Yalta tam olarak nerededir ve Putin neden bu ismi ön plana çıkarıyor?
Öncelikle vurgulamam gerekirse Yalta; Kırım Cumhuriyeti’ne bağlı bir sahil kentidir. Yalta, Sovyetler döneminde Karadeniz’in incisi olarak anılırdı ve her ailenin yaz tatilinde gitmeyi hayal ettiği bir yerdi.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın yeniden şekillendirilmesi ve güç dengelerinin sınırlarının çizilmesi amacıyla ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında düzenlenen kritik konferans Yalta’da gerçekleştirildi. Bu buluşma bir anlaşmayla sonuçlandı ve tarihe “Yalta Konferansı” olarak geçti.
4-11 Şubat 1945 tarihlerinde, Yalta’ya oldukça yakın konumda bulunan Livadia Sarayı’nda toplanan konferansa Roosevelt, Stalin ve Churchill katıldı. Bu zirvede dönemin üç büyük gücü, Almanya da dâhil olmak üzere Avrupa’nın paylaşımını gerçekleştirdi ve sınırları yeniden çizdi.
Bugün benzer bir paylaşım sürecinin içindeyiz. Putin’in tüm hamleleri, o dönemde elde edilen stratejik konumu yeniden kazanma hedefiyle şekilleniyor. Putin Ukrayna savaşında, tüm propaganda ve baskılara rağmen pozisyonunu değiştirmedi. Yapılan yorumlar ya da çıkan haberler ilgisini çekmedi. Sessizce ama kararlılıkla hedefine yöneldi.
ABD Başkanı Trump, Rusya ve Ukrayna arasındaki sorunda barıştan yana tutum sergiliyor. Daha önce de belirttiğim gibi asıl odak noktası Pasifik. Herkese tehditler savurduğu görülse de bu tutumu dengesizlikten değil; aksine süreci kontrollü ve bilinçli biçimde yönetmesinden kaynaklanıyor. Ancak onuruna oldukça düşkün biri ve kendisine karşı duranlara pek tahammülü yok.
Putin bunun bilincinde ve İstanbul önerisiyle aslında Trump’ın hamlesine karşılık stratejik cevap vermiş oldu. Trump açısından İstanbul mantıklı bir tercih olabilir. Fakat Trump, Putin'in "görüşmeleri başlatalım" teklifi yerine "acil anlaşma" istiyor.
Putin buna rağmen aceleci davranmıyor. Amacı, sürecin seyrini köklü biçimde değiştirmek. Böyle bir fırsatın yeniden ne zaman karşısına çıkacağını bilmiyor. Bu nedenle mevcut durumu, özellikle Türkiye üzerinden değerlendirmeye kararlı.
Batı merkezli perspektif için Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyi olmaması arzu edilir bir durumdur, bunu biliyorum. Ancak yeni yüzyılın dinamikleri geçmişten farklıdır ve bu da bizi alışılagelmiş kalıpların dışına çıkan, revizyonist politikalar üretmeye zorluyor.
Küresel paylaşım mücadelesinin sonunda ortaya çıkacak yapı, çok kutuplu bir dünya düzeni olacaktır. Ve bu yeni düzenin merkezinde Türkiye yer alıyor. Geliştirdiği stratejiler, şekillendirdiği jeopolitik denklemler ve yalnızca askerî değil, siyasi alandaki “Hilal taktiği” ile de dikkati çekiyor.
Bu konuya dair izlenimlerimi bir gün detaylıca kaleme alırım ama şimdi yeniden asıl konumuza dönelim...
Putin hamlesini yaptı, Zelenskiy ise “tamam” diyerek karşılık verdi. Üstelik çıtayı şu sözlerle daha da yukarı taşıdı:
Şimdi Putin’in İstanbul önerisiyle Zelenskiy’nin meydan okuyan yaklaşımı arasındaki farkı görme zamanı. Putin ne söyledi, Zelenskiy bunu nasıl yorumladı? Ve en önemlisi, bu denklemden Trump nasıl avantaj sağlayacak?
Ama tüm bunlar olurken, ülkemiz yıldızlı hilaliyle meydanda.
Hakan Fidan’a atıfta bulunarak bir hatırlatma yapmak isterim:
Trump, Gazze konusunda Netanyahu’yu rahatsız edecek hamleler yapabilir. Zira Netanyahu ve yaptıkları, Trump’ı nihai hedefinden alıkoyuyor.
Hamas ile ABD tarafı arasındaki temasların merkezinde Türkiye bulunuyor. Yani siyasi ve tarihî satranç oyununda Türkiye modeli, gidişatı değiştiriyor.
Türkiye, siyasi satrancı güzel tasarlıyor. PKK ve uzantılarının kendisini feshetmesi, büyük fotoğrafın küçük bir parçasıdır.
Peki, büyük fotoğrafta ne var? Bu yeni paylaşım, ABD ve Çin arasında. Bu çekişme, çok kutuplu dünyada kutuplardan biri olacak merkezî konumdaki güçleri harekete geçirmiştir.
Yeni Türkiye, geçmişte elinden alınmış ve önünü kesen ne varsa hepsini geri alma yolunu seçti. Terör örgütleri tasfiye edilmeseydi Türkiye bunu, sahaya inerek yapacaktı. Çünkü bu örgütleri düşünen küresel akbabalar, zaten küresel Türkiye modelini önlemek için devredeydi.
Yıllarca içine kapanmış Türkiye, kendi içinde vatandaşı ile sorun yaşıyor görüntüsüne tabi tutuldu. Paralel yapılar, darbeler ve terör örgütleri, Türkiye’yi yapmak ve gitmek istediği yerlerden alıkoymak için kullanıldı.
Günümüz konjonktürü şartları değiştirmiş olabilir. Ancak Türkiye yine de daima tetikte olmalı. Çünkü biz zamanla unutsak da onlar unutmuyor. Bizi bizden daha iyi tanıdıkları için unutmuyorlar.
Artık sıra bizde. Kendimizi tanımalı, tanıdıkça da bununla gurur duymalıyız. Kendi acılarımızla yüzleşmeli ve bu acıları aşmak için düşünmeliyiz.
Zaten başarıyoruz ama daha da başarmak zorundayız. Çünkü var oluşumuz bir tesadüf değil, boşuna yaratılmadık!
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…