‘Silin borçlarını, Allah kabul etsin'

A -
A +

Vakti Saadette fukaraya, yetime, dula sadece zengini değil, orta halli kimseler de elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışırdı. Hem de yardımlarını, en göze batmayan şekilde vermeyi, alanı rencide etmeyerek, mümkün olduğunca riyadan uzak durmaya çalışırlardı. Zaten Allahü teâlâ'nın indinde makbul olanı da buydu, İslam ahlakının ve Osmanlı terbiyesinin gereği de... Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan yetmiş kat daha sevâp olduğu bilen zevât yardımlarını mümkün olduğunca gizliden yapmaya gayret ederdi. Müslüman halk Hûd sûresinin on beşinci âyetinde, "Görüşleri kısa, akılları eksik olanlar, âhıreti düşünmeyip her iyiliği, şöhret, mevki ve hürmet gibi dünyâ râhatlıklarını ve lezzetlerini kazanmak için yapıyor. Bu yaptıklarının karşılıklarını dünyada kendilerine tamamen verir, umduklarından birini esirgemeyiz. Bunların ahıretteki kazançları, yalnız Cehennem ateşidir. Çünkü, iyiliklerinin karşılıklarını almışlardır. Alacakları yalnız, bozuk niyetlerinin karşılığı olan, Cehennem ateşi kalmıştır. Hırs ve şehvetleri için, gösteriş için yaptıkları iyilikleri âhırette kendilerine yaramayacak, bunları Cehennemden kurtaramayacaktır" meâlini sosyal hayatlarına en iyi biçimde adapte etmişlerdi. Kısacası, başkalarının sevgisine ve medh etmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmanın riya olduğuna inandıkları için gizliden yardım yapmak onlar için en efdali idi. Ecdadımız sol eliyle verdiğini sağ elinden bile gizler, yaptıkları iyilikleri unutup giderlerdi. Bir şeyi (Allahü teâlânın onu gördüğünü) akıllarından çıkarmaz, iki şeyi de (başkalarının yaptıkları fenalıkları ve kendi yaptıkları iyilikleri) akıllarına bile getirmezlerdi. Şimdileri yapılan en küçük bir yardımın gazete ve televizyonlarda boy boy neşredildiği günümüzde tarihçi Cemal Kutay'ın ibret verici bir anısını nakledelim: Bir ibret vesikası İnsana insanlığı sevdiren ve insan olmanın hazzını ve saadetini yaşatan masala benzer menkıbelerin bir benzerini de Ebü'l-Ûla Mardin hocadan dinlemiştim: Ramazan günlerinde çoğunlukla kılık-kıyafet değiştirmiş, yani eski söyleyiş ile tebdil giyinmiş zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalara giderler, bakkal, manav dükkanlarına varıp, tenha zamanları seçerek sorarlarmış: - Zimem defteriniz var mı? Zimem defteri, o esnaftan borcuna yani veresiye mal alan mahalle sakinlerine ait hesap defteridir: Borçlu ile borcunun miktarı yazılı olan defter... Umumiyetle, o günlerde de bugünkü gibi veresiye alan varmış. Esnaf bu defteri çıkarınca, gelen şöyle dermiş: - Lütfen baştan, sondan ve ortadan (söyleyenin tercihine göre) şu kadar sayfanın yekûnunu yapınız. Esnaf bu kadar sayfanın yekûnunu yapar, söyler; gelen de kesesini çıkarır, onu öder: - Silin borçlarını... Allah kabul etsin, der, çeker gidermiş. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezmiş. Çünkü hepsi sadece ve yalnız Allah rızası içinmiş... O günkülerin söyleyişi ile "rıza-yı İlâhî, emr-i celilini îfa için..." Bugün olsa, hemen hatıra gelen; esnafın daha sonra bu borç ödemeyi borçtan kurtulana haber verip vermediğidir, değil mi? Hayır!.. Bu cemiyette günlük hayatta geçer akçe olan değerler, birbirleriyle kolaylıkla kopmaz bağlarla bağlıdırlar: Böylesine âlicenap ve hassas bir âlemin içinden, öylesine nankör ve ahlaksız olan belki çıkar amma, iflah bulmaz... Çünkü şerrin meydana çıkması hayrın teminatı altındadır. Şer sahibi istediğince tecrübe sahibi olursa olsun, şeytanat yürüsün, hiç ummadığı anda maskesi düşüyor: Hele o yalnızca doğruluğun, havadaki oksijen kadar yüreklere yaşama gücü verdiği günlerde... Her güne bir dua Ezan duâsı Ezân, herkese bildirmek demektir. Ezân okumak, hicretten önce Mekke'de, Mi'râç gecesi başladı. Hicretin birinci senesinde, namaz vakitlerini bildirmek için emrolundu. Ezan okunurken şu duâyı okuyun: "Ve ene eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîkeleh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh ve radîtü billâhî rabben ve bil-islâmi dînen ve bi Muhammedin sallallahü aleyhi ve selleme resûlen nebiyyâ" Resûlullah Efendimiz ezan bitince ise şu duânın okunacağını buyurmuştur: "Allahümme rabbe hâ zihid-dâvetit-tâmmeti ves-salâtil-kâimeti âti Muhammedenil-vesîlete vel fadîlete ved-dereceter-refîate veb'ashü mekâmen mahmûdenil-lezî ve'adtehü inneke lâ tuhlifül-mîâd. Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil'aliyyil'azîm" Başka bir hadis-i şerifte de , "Her kim ezan sesi işittiği zaman, müezzin ile beraber hafifçe okusa, her harfine bin sevap verilir, bin günahı mahvolur" buyuruldu. (Hayye alâ)ları duyunca bunları söylemeyip, (lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) der. Ezandan sonra salevât getirilir. Sonra ezan duâsı okunur. İkinci (Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah) söyleyince, iki baş parmağının tırnaklarını öptükten sonra, iki göz üzerine sürmek müstehabdır. Eyyüb Hâlid bin Zeyd Camiinin müezzinleri her namazdan sonra şu duâyı okurlardı: "Rabbenâ amennâ bi mâ enzelte vetteba' nerresûle fektübnâ ma'aşşâhidîn" Oruç ve sağlık Oruç kolesterole iyi gelir Ramazan boyunca total kolesterolde değişik çalışmalarda değişik oranlarda olmak üzere yüzde 7.9 ile yüzde 12.2 arası düşme gözlenmiştir. Kolesterol, bilindiği gibi kalp damarlarında tıkanmalara sebep olan bir kan yağıdır, düşmesi sağlık yönünden olumludur. Kolesterolü düşürmek için birçok ilaç kullanılmakta, bu ilaçlar ülkelere büyük maliyetler yüklemektedir. Kolesterolün özellikli olan iki şekil vardır. Bunlardan birisi kalp hastalıklarına karşı kişileri korur, HDL-kolesterol, değeri ise kalp damarlarında tıkanmalarına sebep olan LDL-kolesterolüdür. Oruç tutanlarda değişik oranlarda HDL- kolesterolün arttığı (yüzde 12.96, yüzde 14.3, yüzde 30) LDL-K'ün ise (yüzde 11.7) azaldığı tespit edilmiştir. Trigliserid azalması ise bir çalışmada yüzde 30 olarak gösterilmiştir. Trigliserid yağların depo şeklidir. Trigliserid miktarının artmış olması koruner hastalıkların riskini arttırır. Bu sonuçlara göre hiperlipidemili (kan yağları yüksek olan) şahısların oruç tutmaları onlar için sağlık kazanma sebebidir. > Resûlullah rükûda O'nu bekledi Bir gün sabah namazı vaktinde, Hazret-i Ali mescide giderken yolda bir ihtiyara rast geldi. İhtiyarın ak sakalına hürmet edip, önüne geçmeyip, aheste aheste ardınca yürüdü. Mescid kapısına vardıklarında ihtiyar içeri girmeyip, yoluna devam etti. Daha sonra Hazret-i Ali o ihtiyarın Hristiyan olduğunu anladı. Mescide girdiğinde Resûlullah Hazretleri'ni rükuda gördü. Güneşin doğma zamanı yaklaşmıştı ve hemen cemaate uyup namazını kıldı. Namazdan sonra, Sahâbe-i Kirâm Resûlullah Hazretleri'nden sordular ki: "Yâ Resûlullah! Birinci rükuda âdet-i şerîfinizden daha uzun durdunuz. O kadar ki, güneşin doğması yaklaştı. Lütfedip, sebebini beyan ediniz." O Server-i Enbiyâ Hazretleri bu söz üzerine, "Adet miktarı rüku tesbihini edâ ettikten sonra, Semi'allahülimen hamideh deyip, kıyâma kalkmak istediğimde, Cebrâîl Aleyhisselâm sidret-ül müntehâdan süratle gelip, kanadı ile arkamı basıp, başı ile başımı tutup, kalkmama engel oldu. Bundan başka, hikmetinin ne olduğunu ben de bilmiyorum" buyurdular. O an Allahü teâlâ, Hazret-i Cebrail'e emreyledi ki, "Var Habîbime, sebebini bildir. Eshâbına bu sırrı açıklasın." O saat Hazret-i Cebrâil, Habîbullah'ın huzuruna gelip, haber verdi ki, "Yâ Resûlullah! Mübârek başınızı rükudan kaldırmak istediğiniz zaman, Allahü teâlâ bana emretti ki, var Habîbimin arkasını tut; rükudan kalkmasın ki, benim kulum Ali, yolda, bir ak sakallı ihtiyarın, sakalına hürmet edip, aheste yürümekle, cemaat sevabından mahrum kalıyor. Kalmasın, Habîbime erişsin. İftitâh tekbîrinin sevabına nâil olsun. Ben de geldim, Sultanımı rükuda tuttum ve Ali geldi. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri beni sizi rükuda tutmağa gönderdiği zaman kardeşim İsrâfîl'i de güneşi tutmağa gönderdi ki, çabuk doğmasın ve Hazret-i Ali size erişinceye kadar eğlesin. İşte hikmeti buydu." > Hadis-i Şerîf Beş şey orucun sevabını giderir: Yalan, nemime, yani söz taşımak, gıybet, yabancı kadına şehvetle bakmak ve yalan yere yemin. Gıybetle meşgul olan kimselerin orucu hakikatte oruç değildir. Şehvet mâni'aları ve nefsin gadabının istilâsı mevcûd iken, dinin emri üzere amel etmek, bu vaktin gayrisinde yapılan amelden kat kat üstün ve kıymetlidir. Zîrâ, zahmet sebebi ve mihnet sebebi ile olan mâni'ler, onun şânını göklere çıkarır. [Se'âdet-i Ebediyye: 114.] > Ankara mutfağından Ankara kebabı Malzemeler: * 300 gr kare doğranmış dana eti * 4 tane patlıcan * 150 gr soğan * 100 gr sarımsak * 3 adet orta boy domates * 200 gr sivribiber * 50 gr salça * 10 gr tuz * 5 gr biber * 150 gr tereyağı İç pilav malzemesi: * 1 cay fincanı kuzu ciğeri * 1 kahve kaşığı kuş üzümü * 1 tane iri soğan * 1,5 su bardağı pirinç * 1 kahve kaşığı çam fıstığı * Yarım çay kaşığı karabiber * 1 çay kaşığı kuru nane * Yarım çay bardağı sıvı yağ Hazırlanışı: Tencereye tereyağını koyup kızdırın. Soğan sarımsak ilave edin. Pembeleşene kadar soteleyin, sonra eti ilave edin. Domateslerden ikisini jülyen doğrayın. Eti soteledikten sonra jülyen doğranmış sivri biber, domates ve salça ilave edin. Sonra pişmeye bırakın. Patlıcanları uzunlamasına kesin ve tuzlayın. Acı suyunu aldıktan sonra kızartın. Daha sonra patlıcanlarla etleri sarın. Diğer domatesi halka şeklinde kesin. Üzerine 1 tane halka kesilmiş domates ve sivribiber koyarak az sıcak fırında etin sosuyla tekrar pişmeye bırakın. İç pilavın hazırlanışı: Pirinci ve kuş üzümünü yarım saat ılık suyla ıslatın. Sonra sıvı yağı kızdırın, çam fıstıklarını pembeleşinceye kadar kavurun. Soğan ve ciğeri ilave edin, bunları beraber soteleyin. Suyunu verin. Baharatlarını ilave edip az miktarda kaynatın ve bekletin. Pirinci kavurun ve içine yapmış olduğunuz ciğerli harcı ilave edin. Kuş üzümünü de ilave ederek pişmeye bırakın. Piştikten sonra kebabın yanında servis yapın. > Günün Mönüsü: Mantar Çorbası, Ankara Kebabı, Paçanga Böreği, Kazandibi

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.