> Hadis-i şerif * Mallarınızı zekat ile koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâ dalgalarına duâ ve tazarru ile karşı koyun. * Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. [Se'âdet-i Ebediyye] ----------------------------- Osmanlı döneminde bayram, devlet erkânının katıldığı, büyük hazırlıkların yapıldığı alanlarda halkın da geniş katılımı ile yapılırdı. Saraylarda da hazırlıklar pek evvelden başlar, yapılan merasimlerde halk ve devlet erkânının kaynaşması sağlanırdı. Fatih Sultan Mehmet tarafından kanunlaştırılan saraydaki bayramlaşmanın belli usul ve kaideleri vardı. Padişah bayram günü sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesi'nde kılardı. Hırka-i Saadet Dairesi'nin önüne bir kafes yerleştirilip, içine de taht konurdu. Padişah oturduktan sonra orada hazır bulunan imam ve hatipler birer Aşr-ı şerif okurlardı. Bundan sonra haznedar başı, bunlara hediye ile câizelerini verir, arkasından mehter çalmaya başlardı. Mehter çalarken oradakiler "Ve hemîşe bunun emsâli eyyâma erişmek nimeti müyesser ola!" diye alkış tutarlardı. Duacı çavuşlar da hep bir ağızdan duaya başlarlardı. Padişahın bayramını tebrik edecek olanlar sabah namazını Ayasofya Camii'nde kılarlar, namazdan sonra saraya gidip Kubbealtı'nda toplanırlardı. Daha sonra Padişah tahtın önüne gelir, Nakîbüleşraf efendi yüzü Padişaha dönük, ayakta ellerini kaldırıp bir dua okuduktan sonra Padişahın bayramını kutlar selâm vererek huzurdan çıkardı. Enderun Ağaları da yüksek sesle "Aleyke avnullah!" (Allah'ın yardımı üzerine olsun), "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!" sesleri arasında tahta oturur ve bu esnada Mehterân Bölüğü tarafından hünkar marşı çalınırdı. Daha sonra Sadrazam, Vezirler, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri gibi yüksek makam sahiplerinin ardından Başdefterdar, Nişancı ve Reisülküttab takip ederdi. Daha sonra Şeyhülislam ulemanın başında tebrike gelir, bunları Piyade ve Silâhtar Ağalarla, Yeniçeri Ocağı'nın yüksek rütbeli zabitleri izlerdi. Bunları ise Çavuşbaşı, Cebecibaşı, Topçubaşı, Humbaracıbaşı ve Lağımcıbaşı takip ederdi. Bu iş büyük bir nezâket ve terbiye kuralları içinde olurdu. Tebrik merâsimi bittikten sonra Pâdişah, yine saray âdet ve törelerine göre uğurlanırdı. Bayramlaşma bayram günü sabah namazından sonra ve bayram namazından önce yapılır, sonra alayla câmiye gidilip bayram namazı kılınırdı. > Şenlikler düzenlenirdi Bazı bayramlarda padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenletirdi. Bu bayram şenliklerinden yakın tarihte yapılan biri, Sultan Abdülaziz'in 25-28 Nisan 1866 tarihleri arasında düzenlettirdiği şenliktir. Osmanlı şenliklerinde seyirciler yarım ay şeklinde otururlar, Padişahın otağı da bunların tam merkezinde olurdu. Padişahın otağının sol yanında ziyafet çadırı, sultanların kahvecileri, baltacılar, şehzade hocalarının çadırı yer alırdı. 15. Yüzyıldan itibaren şenlik düzeni belirli bir protokol ve programa bağlanmıştı. Bayramlarda öğleden önce bayramlaşma, ikram, pîşkeşlerin dağıtılması ve yemekle geçer, öğleden sonra da gösteriler yapılırdı. Büyük törenlerde geceleri kandiller, mahyalar ve fişeklerle gösteriler düzenlenirdi. Yapılan gösteride çeşitli hünerler, esnaf oyunları, dramatik oyunlar, sportif oyunlar yer alırdı. İkindiden sonra esnaf alayları otağ-ı hümayûn önünden geçerdi. Her esnaf loncasının bir, iki veya üç flaması vardı. Loncalar ya kendi meslekleriyle ilgili oyunlar veya hoşa gidecek hüner gösterileri yapardı. Esnaf gruplarının Padişaha kendi meslekleriyle ilgili nadide eşyalar vermeleri adetti. Eskiden İstanbul'da birçok yerde bayram alanı kurulurdu. Bunlardan en önemlileri Şehzade Camii avlusu ve Fatih Meydanı'nda kurulanlardı. > Yabancılar hayran kalırdı Bayram alayları gerçekten yerli ve yabancı seyircileri hayran bırakırdı. Osmanlı Devleti'nin ihtişam ve nizam gösterisi şeklinde cereyan eden bayram alayları imparatorluğun adeta bir gövde gösterisiydi. Bütün merasimlerde padişahın hemen arkasında bulunan rikabdar, silahdar ve çukadar ise sırma bantlı kırmızı kadifeden yatırtma başlıkları, kıymetli kumaştan yapılan kaftanları ile dikkati çekerdi. Alay-ı hümayunlarda asıl tören bölükleri ise solaklar ve peyklerdi. Saray dışına çıkıldığında tertip edilen bütün alaylarda görevli olan bu iki bölük kıyafetleri ile göz dolduran bir görünüm arz ederdi. Padişahın yanında ve önünde yürüyen solaklar boylu, yakışıklı ve belli bir yaşın üzerindeki iyi silah kullanan yeniçerilerden seçilirlerdi. Başlarındaki süpürge sorguçlu üsküfleri, beyaz eteklikleri ve çeşitli silahları ile hemen dikkati çekerlerdi. Peykler ise bunların önünde yürüyen, çeviklikleri ve iyi koşmaları ile temâyüz etmiş kişilerdi. Bunların başlarında alnın üst kısmı tüy sorguçlu altın ve gümüş uzunca tas biçimli başlıkları ve ellerindeki teberleri ile alaya başka bir güzellik ve görkem katarlardı. Bu ihtişamlı gösteriler Osmanlı topraklarını ziyaret eden hemen her seyyahın dikkatini çekmişti. Bir Osmanlı hayranı olan Paus Lucas da şahit olduğu bir bayram selamlığını şu satırlarla tasvir ediyordu: "At üzerindeki hükümdarın ihtişamı ile hiçbir şey mukayese edilemezdi. Bindiği ve yedekte götürdüğü atları, yeryüzünün en güzel atları idi. Atların koşumları altın, inci ve mücevherlere boğulmuştu. Üniformaların çeşitliliği ve debdebesi, atların güzelliği ve koşumlarının zenginliği ve subayların çokluğu içinde alay, intizam ve hem kendisinden, hem de seyreden halktan gelen dikkate şayan bir sessizlik içinde yol alıyordu. Gerçekten de dünyanın en eğlenceli ve en meraklı gösterisi idi." > İkiz çocuklara para yardımı Osmanlı'nın bilinmeyen yönlerinden biri de ikiz veya üçüz çocuk sahibi olan ailelere maaş bağlamasıydı ki bu durum, Osmanlı'da hayli eski bir uygulamaydı. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nden edindiğimiz belgelerde bu yardımların kimlere ve nerelere yapıldığını görmek mümkün. Arşivlerde söz konusu belgelerden bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla tam 82 tane kayıtlı. Tasnif edilen belgelerin mevcudun çok küçük bir bölümün teşkil ettiği düşünülürse, yapılan yardımların Osmanlı'da ne denli yaygın bir uygulama olduğu da ortadadır. Sağda, Isparta'da Orman Bekçisi Musa Ağa'nın üçüz doğan çocuklarına mahalli belediyece maaş verilmesi gerektiğinin Konya vilayetine bildirileceğine dair belge görülüyor. > Tevbe (Berâe) sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Kur'ân-ı kerîm bana âyet âyet, harf harf nâzil oldu. Ancak, Tevbe ve İhlâs sûreleri hâriç. Bunlar bana 70 bin melekle beraber nâzil oldu." "Enfâl ve Tevbe sûrelerini okuyan kimseye şefâatçiyim ve o kimsenin münâfıklıktan uzak olduğuna şahâdet ederim." "Her kim Tevbe sûresinin son âyetini, sabah ve akşam yedişer defa okursa, Allahü teâlâ bütün işlerinde o kuluna kâfi gelir." > Bayramlık elbiselerin hikmeti Bir bayram günü halk toplanmış, neşeli idiler. Şehzâdeler, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin de geldiler. Resûlullah "sallalahü teâlâ aleyhi ve sellem" hazretlerinin huzur-u şeriflerine varıp, tazarru' ile arz ettiler ki, ey Seyyidi Kâinât! Kureyş ileri gelenlerin çocukları, giyindikleri yeni ve renkli elbiselerle övünürler. Bizim de yeni ve renkli elbisemiz olsaydı, giyerdik. Habîbullah hazretleri bu endişe ile, Allahü teâlânın dergahına niyaz ederken, Hazreti Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Cennetten kâfurlu iki elbise getirdi. Birini Hazret-i Hasan'a, diğerini Hazret-i Hüseyin'e verdi. O şehzâdeler elbiselerini renksiz görüp, gizlice bizim de elbiselerimiz renkli olsa idi dediler. Cebrâîl aleyhisselâm bu kolaydır; yâ Resûlullah. Emir buyur, su getirsinler. Ben elbiselerin üzerine dökeyim. Siz de ayı ikiye bölen elinizle ovalayın. Şehzâdeler renk beğensinler, dedi. O emir söylenince Hazret-i Hasan, buyurdu, bana zümrüt renkli elbise sevimlidir. Hazret-i Hüseyin buyurdu, bana lâle renkli elbise sevimlidir. Hemen istedikleri gibi mesrûr olup, elbiseleri giyip, sevindiklerinde, Cebrâîl aleyhisselâm ağladı. Resûlullah "sallalahü teâlâ aleyhi ve sellem" hazretleri buyurdu ki: "Yâ kardeşim Cebrâîl! Herkesin sevindiği bir zamanda senin ağlamanın hikmeti nedir?" Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: "Ey seyyid-i mükerrem! Cennette gördüğün kasırları unuttun mu ki, Hazret-i Hasan'ın kasrı yeşil, Hazret-i Hüseyin'in kasrı kırmızıdır. Bu elbiselerin rengi de onlara işarettir ki, Hazret-i Hasan'ın zehir içip vefat edeceği sırada mübârek rengi zümrüt gibi olur. Hazret-i Hüseyin'in mübarek yüzü kana boyandığı zaman rengi kırmızı olur. Kıt'a: Zamanın sâkisinin iltifatı budur ki, Hasan'ın bardağına zehir dökmektir, Felek celladının ahdi ile de, şehit Hüseyin'e kılıç çekmektir. > Bayram demek yardım demektir Alman Erwin Rüsehkamp, 1906'da "Germania" dergisinde yayınlanan "Türklerde Ramazan Günleri ve Dini Bayramlar" başlıklı makalesinde ramazanın sadece Müslümanları değil, İstanbul'da yaşayan tüm ecnebileri cezbettiğini yazar. Kadir gecesinin önemine de temas eden Rüsehkamp, o gecede tüm İstanbul'un ayakta olduğunu yazar. Camiler hınca hınç doludur ve tüm Müslümanlar sabaha kadar ibadet ediyordur. Anılarında bayramlara da değinen yazar, yabancıların da bu neşeli ortama ayak uydurduklarını kaydeder. Ama onu en çok etkileyen şey bayramlarda yapılan yardımlardır. Bu üç gün boyunca fakirler özel bir şefkatle hatırlanır ve her Müslüman zekat vererek dini görevlerini yerine getirir.