Devlet, vatandaş ve deri üçgeni aslında pek eskiye dayanır ama sadece özel durumlarda gündeme gelir. Aradaki en büyük fark, halkın kurban derilerini vermeye mecbur tutulmamasıdır ki bilinen bu ilk rica, Osmanlı-Rus Savaşı'nın akabinde olur. Osmanlı ağır bir yenilgi almış, ekonomisi de çökme noktasına gelmiştir. Bu gidişe çare arayan devlet, o yılki kurban derilerinin değerlendirilmesini düşünür ve bu çerçevede Kurban Bayramı'nda kurbanların sadece derilerinin değil, etlerinin de bağışlanmasını ister ve bağışların göçmenlerle askerlere dağıtılacağını duyurur. Abdülhamid Han'ın en önemli hizmetlerinden biri olan Hicaz Demiryolu'nun inşası sırasında yine önemli kaynaklara ihtiyaç duyulur. Osmanlı bütçesinin yüzde 18'i bu işe ayrılmasına rağmen bu para yinede yetersizdir. Ciddi bir kampanya başlatılır ve İslam dünyasından yardım toplanmaya başlanır. II. Abdülhamid Han şahsi bütçesinden 50 bin lira ödeyerek yardımda bulunanlar listesinin en başında yer alır. Bütün Müslüman ülkelerinden özellikle Hindistan Müslümanları, İran, Tunus, Cezayir, Rusya Müslümanları, Doğu Türkistan, Sumatra, Java, Malezya'dan büyük yardımlar gelir, Afganistan Sultanı Amir Han da en yüksek yardımı yapan kişiler arasında yer alır. İşte bu kampanya sırasında ek bir gelir getireceğinden kesilecek kurbanlar derilerinin Hicaz Demiryolu için bağışlanması istenir. Bu konu ile ilgili Yıldız Sarayı Hümâyûnu Başkitâbet Dairesi tarafından yayınlanan 1900 tarihli belgede, gelişi yakın olan Kurban Bayramı'nda Ehl-i İslam tarafından kesilecek kurbanların derilerinin nakden tahvili ile Hicaz Demiryolu masrafına karşılık tutulması konusu üzerinde durulur. Kurban derilerinin Hicaz gibi büyük ve hayırlı işlerde kullanılmasına fetva dairesince cevaz verildiğinin altının çizildiği belgede saray ve devlet ricalinin kurbanlarının da zaten bu yolla hayır işlerine kullanıldığı ifade edilir. (BOA, Fon Kodu: İ..HUS. Dosya No:87 Gömlek No:1318/Za-45 Tarih: 21/Za/1318) Her şey Hicaz Demiryolu için... Kurban derilerinin Hicaz Demiryolu'na verilmesine dair gazete kupürlerinden biri 14 Şubat 1904 tarihli Sabah Gazetesi'ndedir. Duruyu ilamı: "İd-i adhâda [kurban bayramında] zebh olunan [kesilen] kurban derilerinin e'âzîm-i âsâr-ı muhassenât-disâr-ı hazret-i hilâfet-penahîden olmak üzere derdest-i inşa bulunan Hamidiye Hicaz Demiryolu menfaatine cem ve fürûht edilmesi hakkındaki karar geçen senelerden itibaren mevki-i tatbike konulmuş olduğu malûmdur" şeklinde başlar, bu yıl da halkın kurban derilerinin Hicaz Demiryolu'na bağışlaması rica edilir. 1908'de de benzer bir olay yaşanır. 2. Abdülhamid Hanın padişahlığı sırasında yine Hicaz Demiryolu'na malî kaynak bulmak amacıyla o yılki kurban derilerinin demiryolu inşaatında kullanılmaları için İstanbul'da belediyeye ve taşralarda da yerel yönetimlere bağışlaması istenecektir. Ancak bu bir karar değil, bir nev'i ricadır, zira kararda isteyenin fakir öğrenci veya vakıflara da bağışlayabileceği notu düşülür. Hicaz Demiryolu'nun inşasında bu deriler gerçekten de önemli gelir kaynakları olur. 1902 senesi Diyarbakır deri bedeli 12.389 kuruş, Bursa 116.321 kuruş, Bağdat vilâyetinin ise 19.862 kuruştur. 3.919.696 liraya mal olan Hicaz Demiryolu'nun bağış oranı yüzde 29'dur, kurban derileri ile bu rakam yüzde 34'lere çıkar. Osmanlı ekonomisi çökünce... Balkan Savaşı'nın sürdüğü 1912 yılında ekonomisi iyiden iyiye çöken Osmanlı Devleti yine benzer bir karar alır. O dönemin Şeyhülislamı Mehmed Celaleddin Efendi'nin Kurban Bayramı'nda kesilecek olan hayvanların et ve derilerinin veya bunların bedellerinin sürmekte olan Balkan Savaşı nedeniyle Osmanlı ordusuna bağışlanması yolunda vermiş olduğu 6 Kasım 1912 tarihli fetva üzerine, dönemin sadrazamı Mehmed Kâmil Paşa kabinesi 9 Kasım 1912 tarihinde bu konuyla ilgili bir Meclis-i Vükelâ kararı alır. Belgeden öğrendiğimize göre Şeyhülislam Mehmed Celaleddin Efendi fetvasında, kurban kesenlerin dinî vecibelerini yerine getirmiş olacakları gibi kestikleri kurbanların et ve derilerini veya bunların bedelini diğer hayır kurumlarının yanı sıra özellikle Osmanlı ordusuna bağışlayarak yaralı, şehit ve gazi Osmanlı askerlerine yardım etmekle faziletlerini göstermiş olacakları önemle vurgular. Osmanlı halkının 20 Kasım 1912 günü başlayacak olan Kurban Bayramı'nda keseceği hayvanların et ve derilerinin Osmanlı ordusuna bağışlamasını sağlamak için, gazetelerle duyurular yayınlanması görevi de Dahiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey'e tevdi edilir. (BOA. Meclis-i Vükela (MV). Sıra: 3399, Dosya: 170, Gömlek: 110) 2 Eylül 1920 tarihinde yine benzer bir belge yayınlanır. Savaş sonrasında sıkıntı çeken devlet, askerlerin giyinme ihtiyacını karşılamak için o yılki kurban derilerinin orduya bağışlanmasını istemektedir. Günümüzde olduğu gibi önemli bir ekonomik getirisi olan kurban derileri sayesinde Osmanlı bir nebze olsun rahatlar, ama savaşların açtığı o yara uzun yıllar kapanmayacaktır... > Her güne bir dua Kadir Gecesi okunacak duâ Resulullah, Kadir Gecesinde, "Allahümme inneke afüvvün kerimun tühıbbül afve fa'fü anni" duasını okumayı bildirmiştir. (Ya Rabbi, sen affedicisin, kerimsin, affı seversin, beni de affeyle) demektir. Kadir Gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kadir Gecesinde, bir kere Kadir Suresini okumak, başka zamanda Kur'an-ı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir Gecesinde bir tesbih (Sübhanallah), bir tahmid (Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni] (Kadir Gecesi üç defa "La ilahe illallah" söyleyenin, birincisinde bütün günahları bağışlanır, mağfiret olunur. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.) [Tefsir-i Mugni] Bu geceyi ihya için ilim öğrenmeli, mesela ilmihal okumalı, kaza namazı kılmalı, Kur'an-ı kerim okumalı, dua, tövbe etmeli, sadaka vermeli, Müslümanları sevindirmeli, bunların sevaplarını ölü diri bütün müminlere göndermelidir. > Oruç ve Sağlık Oruç tutan genç kalır Normal zamanda tüketilen fazla kalori, yani fazla yemek yemek ek serbest radikal oluşumunu arttırır. Serbest radikaller hücre için toksit maddelerdir ve bunlar proteinlerin, DNA'nın ve yağ asitlerinin yapılarını bozarak hücredeki olayların normal olarak devam etmelerini önlerler. Proteinler normalde belirli bir süre sonra yıkılır ve tekrar yapılırlar, böylece zaman içerisinde görevlerinin bir kısmını yapamayan proteinler yenilenirler. Bu olaya protein turnoveri denilir. Serbest radikaller proteinlerinin yapılarını değiştirdiklerinden yapıları değişen proteinler yıkılmaya karşı direnç oluştururlar, böylece hücre içerindeki yaşlı ve fonksiyonları azalmış proteinler birikmeye başlar. Özellikle karbonhidratlar halinde alınacak fazla kalori kanda insülin ve glikoz seviyelerini arttırır. Yüksek insülin, DNA'daki telomerleri küçülten bir büyüne faktörüdür. Azalan telomerler nedeniyle DNA bölünmeleri durur; bu ise hücrenin ömrünün dolması ve ölümü demektir. Ramazan ayında tutulan oruç, kalori kullanımını azaltmasına bağlı olarak serbest radikallerin oluşumunu da azaltır. Böylelikle hücre ömürleri de uzayacağı için yaşlanmada gecikecektir. > Seyyahların kaleminden... "Türkler sözlerinin eridir" "Osmanlı Türkleri, diğer faziletleri kadar namuskârlık, dürüstlük ve doğruluk gibi Kur'an'ın en kuvvetli hükümlerine dayanan meziyetleri itibarıyla da şayan-ı takdirdirler... Osmanlı Türkleri'nin medhüsena edilecek meziyetlerinden biri de verdikleri söze umumiyetle sadık olmaları, hemcinslerini aldatmaktan ve emniyeti suiistimal ile insanların sade-dilliğinden istifadeye kalkışmaktan veyahut safderunluğunu istismar etmekten vicdan azabı duymalarıdır. Kendi milletdaşlarına karşı bütün muamelelerine hakim olan bu hisseye, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bütün yabancılara karşı da riayet ederler. Bu noktada Müslümanla gayrimüslim arasında hiçbir fark gözetmezler... Faziletle içtimai nizamın idamesi bakımından fevkalade bir kıymeti olan bu fikirler kanun esaslarıyla Kur'an'ın şu güzel ayetlerine dayanmaktadır: - Hiç kimseyi aldatmayın; ölçüyü tam doldurun; doğru tartın; sözlerinizde, yeminlerinizde kendi aleyhinize bile olsa doğruluktan ayrılmayın. - Mukavelelerinizle pazarlıklarınızda hilekarlıktan kaçının. - El malını haksız yiyen, karnını yakacak bir ateş yemiş olur. İsveç sefiri Mouradgea D'Ohsson "Tableau Gènèral de l'Empire Ottoman" adlı eserinden > Gururdan korkan padişah Yavuz Sultan Selim, takva sahibi bir zattı. Suriye ve Mısır'ı fethedip Kölemenler Devleti'ni yıktıktan sonra mukaddes emanetler ve "Müslümanların Halifesi" unvanı kendine geçmişti. Artık camilerde hutbeler Yavuz Sultan Selim adına okunuyor ve kendisinden "Hakimü'l-Harameyn" (Mekke ve Medine'nin hakimi) diye bahsediliyordu. O, bu "Hâkimü'l-Harameyn" ifadesini kutsal yerlere saygıyla bağdaşmaz bulmuş, "Hâdimu'l-Harameyn" (Mekke ve Medine'nin hizmetkârı) olarak değiştirmişti. Sultan Selim o ara "şir-pençe" denen ve o devirler için öldürücü olan bir hastalığa yakalanmıştı. Bu hastalık kendisini iyice perişan ve bitkin bırakmıştı. İşte bu büyük hükümdar, iki yıl süren, önemli savaşlara sahne olan, büyük zafer ve kazançlar elde edilen Suriye ve Mısır seferinden dönüşte ikindi vakti Üsküdar'a gelmişti. Bütün beylere, paşalara emir verdi ki; gece oluncaya kadar Üsküdar'da kalınacak, karşıya karanlık basınca geçilecekti. Bazı yetkililer gündüzden geçilmesini daha uygun bulduklarını, geceyi beklemenin niçin gerekli görüldüğünü sormak cesaretinde bulundular Padişah da açıklama büyüklüğü gösterdi: "Bütün dünyada yankı uyandıran büyük bir zafer, şan ve şerefle dönüyoruz. Gündüzün İstanbul'a geçtiğimiz takdirde halk büyük bir karşılama yapacak, tezahüratta bulunacaktır. Bu da nefsime bir gurur getirebilir. Bundan Allahü teâlâ'ya sığınırım. Buna meydan vermemek için payitahta gece geçeceğiz" > Hadis-i Şerîf"Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin! Mallarınızı zekat ile koruyun! Çünkü bunlar sizdeki kötülükleri ve hastalıkları defeder." "Zenginlerin zekatı, fakirlere kâfi gelmeseydi, Allahü teâlâ, onlara nafaka gönderirdi. Eğer fakirler aç kalıyorsa, zenginlerin zekat vermeyişindendir." Hamd, şükürden eftaldir. Zîrâ şükretmek de, sevgilinin nimetleri göz önündedir ki, sıfatlarından, hattâ işlerinden meydâna gelmektedir. Hamdederken ise, sevgilinin hüsn-i cemâli, yanî kendisi göz önündedir. Zâtı da, sıfatları da, işleri de, nimetleri de hep sevilmekte, medh olunmakdadır. [Nimet karşılığı da, elem karşılığı da hamdedilir.] [Se'âdet-i Ebediyye: 702.] > Kayseri mutfağından Malzemeler: * 1 paket margarin * 5 su bardağı un * 1.5 su bardağı ceviz * 3 çorba kaşığı tahin * 3 yemek kaşığı yoğurt * 1 yemek kaşığı su * 1 çay kaşığı karbonat Şerbeti için: * 750 gram toz şeker * 3 su bardağı su * Çeyrek limon suyu Hazırlanışı: Önce fırın tepsisinin içinde margarini eritin. Un, tahin, ceviz içi, yoğurt, su ve karbonatı katıp sert bir hamuru yoğurun. Bu hamuru yağlanmış tepsiye yayın. Baklava biçiminde bir bıçak yardımıyla kesin. 200 derecede kızgın fırında tatlının üstü kızarıncaya kadar tahminen yarım saat pişirin. Şeker ve suyu karıştırıp ayrı bir tencerede yarım saat kadar kaynatın. Ocaktan indirip limon suyunu üzerine dökün. Soğumaya bırakın. Şerbet soğuyunca fırından çıkarttığınız tatlının üzerine şerbeti gezdirerek dökün. Servise sunun. > Yayla Çorbası, İmam Bayıldı, Cacık, Çoban Salata, Nevzine