Bir benzeri daha yazılmadı

A -
A +

>>> Hadis-i şerif * Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır. [Nesâî] * Mubâhların işlenmesinde geniş [müsâmahalı] davranmak, şüpheli işlere götürür. Şüpheli işler de harâma yakındır. [Se'âdet-i Ebediyye] ------ * Bir benzeri daha yazılmadı Süleyman Çelebi, imamlığını yaptığı Ulu Cami'deki dini bir münazara neticesinde Peygamber efendimizin üstünlüklerini ortaya koyan Mevlid-i Şerîf'i yazmayı kafasına koyar. Yüzyıllardır O'nun için tüm içtenlik ve samimiyetle birçok nazireler kaleme alınır ama hiçbiri Çelebi'nin Mevlidi gibi kabul görmez. Bundan 14 asır evvel böyle bir gecenin sabahında güneş ufuktan doğmadan insanlığın hayat ufkunda ilâhi bir nur doğar. İki cihanın yüzü suyu hürmetine yaratılan Resûlullah efendimizle Tevhid kelimesi tamamlanır. Gönüller onun muhabbeti ile âbâd olur. Gözler onu gördüğünde sahibini sahabe makamına yükseltir. Kulak onun sözlerini işittiğinde hidayete yol olur. Kalem onu yazdığı zaman 'Nun ve'l kalem' sırrından hisse alır, diller onun yadıyla şeref bulur. Milâdî 571 senesinin Rabîulevvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyamızı şereflendiren Resulûllah efendimizle ilgili içtenlik ve samimiyetle birçok nazireler kaleme alınır ama hiç biri Mevlid müellifi Merhum Süleyman Çelebi'nin yazdıkları kadar çok sevilmez. Yazdığı Mevlid-i Şerîf'ler yüzyıllarca dilden dile dolaşan Süleyman Çelebi, gençlik yıllarından itibaren Bursa'da asrının ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil eder. Sonraları büyük bir İslam âlimi olarak, Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Divân-ı hümayûn imamı, sonra da Bursa'da onun inşa ve ihya ettiği Ulu Cami'nin baş imamı olur. Bu camideki imamlığı sırasında, bir gün İranlı bir vaiz, vaaz ve nasihat ederken, Bekara suresinin iki yüz seksen beşinci ayet-i kerimesinin; "Biz Allahü teâlânın peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz (hepsine inanırız). Duyduk ve itaat ettik." meâl-i şerifini tefsîr ederken de; "Hazret-i Muhammed ile Hazret-i İsa arasında hiçbir farklılık, üstünlük yoktur." diye, kendi kafasına, bozuk inanışına göre tefsir eder. Cemaat arasında bulunan bir kimse dayanamayıp, ayağa kalkar ve; "Ey cahil! Kendi kafana göre nasıl tefsir edebilirsin? Sen bu ilimde çok gerilerdesin. Peygamberimizin üstünlüğü Hiç peygamberler (aleyhimüsselâm) arasında üstünlük farkı olmaz olur mu? Elbette peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, bütün peygamberlerden daha üstündür. Burada fark yoktur demek, nübüvvet ve risalet yönünden fark yoktur demektir. Üstünlükler, mertebeler yönünden değildir. Burada; "Birinin peygamberliğini kabul edip, diğerini kabul etmeyerek aralarında bir ayrılık gütmeyiz. Her birini kendi derecelerine göre peygamber olarak kabul ederiz" buyrulmaktadır. Bundan, derece ve faziletleri aynıdır anlamı çıkmaz. Bunun isbatı ise, yine Bekara suresinin iki yüz elli üçüncü ayet-i kerimesidir. Burada meâlen; "Bu (sûrede sözü geçen) peygamberlerin bir kısmını, kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden üstün kıldık." buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi, bu iki âyet-i kerîme, bizim âlimlerimizin tefsir ettiği gibi birbirlerini doğrulamaktadır. Halbuki, senin bozuk düşüncene göre birbirlerini tekzip etmektedir ki, haşa bu olamaz!" gibi pek çok sözler söyler ve deliller getirir. Neticede İranlı vaiz, yanlış düşündüğünü kabul eder ve camiyi terk eder. Resûlullaha hediye Bütün bunlara şahid olan Ulu Cami baş imamı Süleyman Çelebi, bu hadiseden dolayı çok duygulanır, Resulûllah efendimize olan muhabbeti sebebiyle, "Vesîlet-ün-Necât" isimli mevlid kasidesini yazar. Hep Ehl-i sünnet itikadını anlattığı Mevlid-i Şerif'inde bu bozuk itikatlı vaizin sözüne cevap olarak: Ölmeyüb İsâ göğe bulduğu yol Ümmetinden olmak için idi ol. beytini söyledikten sonra, Resûlullah efendimizin faziletlerini şöyle izah eder: Dahî hem Mûsâ elindeki asâ Oldu O'nun izzetine ejderhâ. Çok temennî kıldılar Hak'dan bunlar Kim Muhammed ümmetinden olalar. Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur. Lâkin Ahmed efdâl-ü-ekmel durur. Zîrâ efdalliğe ol elyak durur Anı öyle bilmeyen ahmak durur. Süleyman Çelebi, Mevlid'inde; Allahü teâlânın mutlak iradesini, yoktan var ettiğini ve Muhammed aleyhisselâmın hiçbir mahlukta bulunmayan üstün, yüksek ve emsalsiz vasıflarını anlatır. Her kelimesinde, gönlü Resûlullah aşkı ile yanan bir müminin engin aşk ve muhabbet kokuları vardır. Hazret-i Muhammed'in diğer peygamberlere olan bütün üstünlükleri, en güzel kelimeler ve en veciz ifadelerle anlatılır. Mevlid; münacaat (Allahü teâlâya yalvarma), velâdet (Peygamberimizin doğumu), risâlet (Peygamberliğin bildirilişi), mirac (Göklere çıkışı, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi), rıhlet (Peygamberimizin vefatı) ve dua bölümlerinden ibarettir. Söze Allahü teâlânın ism-i şerifi ile başlayan Süleyman Çelebi, Âdem aleyhisselâmdan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma kadar bütün dedeleri olan Peygamberlerin alınlarında nur parladığını ve bu nurun Muhammed aleyhisselâma intikal ettiğini anlatır. Peygamber efendimizin doğuşuna geniş bir yer ayırarak, O doğarken annesinin neler duyup, neler gördüğünü, bu anda bütün varlıkların engin bir neşe içinde kaldıklarını, bütün zerrelerin O'nu büyük neşe içinde karşıladığını söyler. Mevlid'de bundan sonra, Muhammed aleyhisselâma peygamberliğinin nasıl bildirildiğini ve Miraç hadisesinin nasıl olduğunu anlatır. Derin üzüntü içinde yazdığı rıhlet ve daha sonra dua ile Mevlid'ini bitirir. >>> Merhaba ey âl i sultân Merhum Süleyman Çelebi Peygamber efendimizin doğumunu şu mısralarla dile getirir: Cümle zerrat-ı cihan edüp nida Çağrişu ben dediler kim merhaba Merhaba ey âl i sultân merhabâ, Merhaba ey kân-i irfan merhaba. Merhaba ey sırr ı furkân merhabâ; Merhaba ey derde derman merhaba, Merhaba ey Rahmeten lil-âlemin, Merhaba sensin şefiu'l müznibin... O'nun doğumuyla bu âlemde Allahü teâlânın rahmet ve bereketi dolup taştı. Geceler ve gündüzler renk değiştirdi. Duygular ve düşünceler derinleşti. Sözler, sohbetler ve lezzetler enginleşti. Nura hasret çeken gönüller huzura erdi. Her şey ayrı bir mana, ayrı bir letafet kazandı ve dillerden şu ifadeler dökülmeye başladı: "Suya virsun bağbân gülzarı zahmet çekmesun Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzare su. " Yani, "Bahçıvan gül bahçesini sulamak için boş yere zahmet çekmesin. Zira, bin tane gül bahçesi sulasa, ya Resûlullah yine de senin yüzün gibi bir gül hiçbir zaman açılmaz." >>> Halifenin kanaatkârlığı Ömer bin Abdülaziz'in oğlu mektepten ağlayarak gelir. Peder-i âlileri sebebini sorduğu zaman, oğlu, "Babacığım, arkadaşlarım beni ayıplayarak, yama ve eski elbise giymişsin, sen halife oğlusun böyle gezmek sana yakışır mı dediler" diye cevap verir. Ömer bin Abdülaziz de hemen hazinedârına bir kâğıt yazarak, aylıklarına mahsuben, ay sonuna kadar 20 akçe verilmesini ister. Hazinedarı da, "Ya Halife, eğer ay sonuna kadar yaşayacağınıza emin iseniz, bizi de emin edin, emrinize uyarak verelim" diye cevap gönderir. Yüce halife bu cevabı alır ve oğluna da okuyarak: - Ey oğlum, yine sen bu elbise ile mektebe git, ilim ve irfan tahsiline gayret et. Zira ben göz açıp yumuncaya kadar nefsime emin değilim, buyurur. >>> Haşr sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Kim sabahleyin üç defa "E'ûzü billâhissemîil alîmi mineş-şeytânirrâcîm" dedikten sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okursa, Allah kendisine yetmiş bin melek vazifelendirir. Bunlar akşama kadar o kişiye duâ ve istiğfâr ederler. Eğer o gün vefât ederse şehid olarak ölür. Bu âyetleri akşamleyin okuyan da aynı şeylere kavuşur." "Haşr sûresinin sonunu okuyan kimsenin, geçmiş ve gelecek günâhlarını [Farz ve kul borçları hâriç] Allahü teâlâ affeder." Âlimlerimiz buyuruyor ki: "Her sabah ve akşam Haşr sûresinin sonunu okuyanlar âhıret şehidi olurlar." >>> Müslümana revâ değil! Hemen her padişahın halkın arasına girip zaman zaman tebdil kıyafet gezdiği bilinir. Bundaki amaç, halkın ihtiyaçlarını öğrenmek ve köşe bucak mahallere kadar girip nelerin yolunda gidip gitmediğini bizzat görmektir. Bu sebeple padişahlar halktan birileri gibi giyinip öncelikle, ekmek, et, yağ, mum ve benzeri ihtiyaçlarla ilgili dükkanları gezer ve nizamnâmelere uyulup uyulmadığını kontrol ederler. Başbakanlık Devlet Arşivleri'nden bulduğumuz 1801 tarihli bir belge de Sultan Üçüncü Selim Hanın bu tebdil kıyafet gezilerinden biriyle ilgili. Benim vezirim, bugün tebdilen Divan yolundan geçerken fırının önünde bir kalabalık gördüm. Birisi, 'Yiyecek ekmek bulamıyoruz!' diye feryat ediyordu. Mükedder oldum, üzüldüm... Bunun bir çaresine bakılsın. Zira ramazan-ı şerifte Allahü teâlânın kullarına böyle zahmet çekmek revâ değildir, derhal çaresi ne ise ziyâdesiyle yapılsın!.. Tarih: 1215 (Hicrî) Dosya No:174 Gömlek No:7558 Fon Kodu: HAT )

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.