> Hadis-i şerif * Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur. [Nesâî] * İslâm'ın binâsı, beş şey üzeredir. Evvelkisi, Vahdâniyyet-i Bârî ve risâlet-i Muhammedîyi ikrâr. [Allahü teâlânın bir olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın risâletini kabul etmek]. İkincisi, beş vakit namazı edâ. Üçüncüsü, malın zekâtını edâ. Dördüncüsü, mübârek Ramazân orucudur. Beşincisi, hacc-ı beytil harâmdır. [Hacca gitmekdir]. [Se'âdet-i Ebediyye: 101.] ------ >>> Abdülhamid Han'ın Kadir Gecesi alayı Yılın bu tek gecesinde sultan sarayından dışarıya namaza gider. Bunun için düzenlenen alay görülmeye değer manzaralar verir. Eski bir gelenek uyarınca Kadir Gecesi'nde sultanın camiye gidişi bir şenlik niteliğindedir. Bu, özellikle atalarının töresine bağlı İkinci Abdülhamid zamanında böyleydi. Ben onun son Kadir Gecesi alayını gördüm. Yıldız Sarayı'ndan Hamidiye Camii'ne kadar olan her yer ışık halkalarıyla doldurulmuştu. Caminin kendisi çepeçevre küçük yağ kandilleriyle aydınlatılmış ve daha arkalar Arapça yazılar ve mimari desenlerle süslenmişti. Limanın ve şehrin karanlık bir geceye karşı oluşturduğu etki, bir peri masalı gibiydi, uzaktaki gemi direkleri ve minarelerin soluk altın yaldızlarıyla parlıyordu. Tam o sırada bando sesleriyle askerler geldi, süngüleri lambanın ışığı altında ışıl ışıldı. Sonunda minareden müezzin sesi duyuldu. Biri adeta bir minör tatlılığında bir ezan okumaya başladı. Derken bando Hamidiye Marşına başladı, maytaplar gökyüzünü renkli yıldızlarla doldurdu ve imparatorluk korteji saray kapısından aktı. Çok güzel iki atın çektiği saltanat arabasının etrafında büyük beyaz fenerler taşıyan süslü üniformalara bürünmüş kalabalık dalgalanıyordu. Kırmızılar ve altınlar içinde arabanın üstünde oturan arabacı ve gri sakallı, omzuna askeri bir palto almış İkinci Abdülhamid belirdi. Sultan, "Padişahım çok yaşa!" selamına eliyle karşılık verdi. Gösteri alayı caminin avlusuna daldı ve majesteleri camiye girdi. Bir saat boyunca maytaplar patladı, kalabalık adeta bir şenlik havasındaydı. İçeriden zaman zaman tatlı bir ilahi sesi yükseliyordu. Derken majesteleri tekrar göründü, kalabalık ve askerler tekrar, "Padişahım sen çok yaşa!" diye haykırıyordu. Yüksek beyaz saray kapısı bir kez daha İslam halifesini içine aldı. ------ İstanbul'a yolu düşen her seyyah, ülkelerine döndüklerinde ramazana dair hiç olmazsa birkaç sayfa yazmadan edemez. Halkın bu aya olan hürmetini takdirle anılarına not düşen seyyahlar bile bu coşkuya kendilerini ister istemez kaptırır. İkinci Abdülhamid döneminde ramazan ayını İstanbul'da geçirmiş seyyahlardan H. G. Dwight'ın 1913 yılında İngiltere'de basılan "Constantinople Old and New" isimli eserinde bu aya dair düştüğü notlardan bir bölümü söyle: Güneşin gökyüzünde olduğu sürece gerçek müminler dudakları arasından hiçbir yiyecek veya içecek maddesi geçmez. Bir sigaranın tatlı avuntusuna bile müsaade edilmez. Ancak güneşin batışını haber veren topun ateşlenmesinden, bir beyaz saç telinin siyahından ayırt edilebildiği aydınlığa kadar yiyip içilir. Ramazanda güneş ufka doğru yaklaştıkça ışıklar yakılır, masalar kurulur, ekmekler bölünür, sular doldurulur, sigaralar yemeğe başlama beklentisi içinde eller ağza giden yolun yarısına kadar kaldırılır. Gün boyu süren bu perhizin bozulduğu an, iftar olarak adlandırılır. Bu, yemek içmek veya şölen anlamındadır. Ve bizatihi bir gelenektir. Gerçek bir iftar çeşitli ordövrlerle başlar; zeytin, peynir, yuvarlak ve sert bir hamur işi olan tatlı simitler ile reçeller ve pide denilen sıcak mayasız yuvarlak ekmekle devam eder. Daha sonra bir sebze çorbası ile peynir veya pastırma, ülkeye has bir çeşit kurutulmuş et (pastırma) ile pişirilmiş yumurtalar gelir ve yine mevsimine göre şaşırtıcı çeşitlikte sayısız yiyecek Mekke'den gelen kutsal zemzem suyu ile mideye indirilir. Zenginler bütün bir ay boyunca kapılarını herkes açık tutarlar. Gecenin son yemeğine sefer kelimesinde türetilmiş olan sahur denir. Bekçiler sahur için insanları zamanında uyandırmak amacıyla sokaklara davullarıyla dolaşırken bir başka top atışı da orucun yeniden başladığını haber verir. İstanbul ışıl ışıl Asırlar boyunca her zaman kutsal ve kıyılırken bile gururlu İstanbul, hiçbir zaman İslam'ın bu kutsal ayı için aydınlatıldığı kadar gurulu ve kutsal gözükemez. Ramazan ayı adı altında sayısız minarenin şerefesine dizilmiş ışık halkalarıyla bezeli karanlık bir kenti görmek dünyanın en güzel manzaralarından biridir. Yükselen çatıların üzerinden olağanüstü bir siluet olarak görülen camilerin iki, dört veya altı minaresi birden ışıklandırılır. Bunlar bir büyüleyici oyunda daha kullanılır. Minareler arasına ipler gerilir ve bunlara camdan minik yağ kandilleri dekoratif bir sıra ile asılır. Sanki altın kıvılcımlar saçıyormuş gibi, "Ya Allah" veya "Ya Muhammed" gibi sözler yer alır. Ayın on beşinden sonra karanlık gökyüzüne çoğu kez bir çiçeğin veya bir geminin şekli çizilir. Bu yıldızlara benzeyen zarif aydınlatmalara Türkler mahya ay ışığı derler. Başka zamanlarda İstanbul'un sokakları geceleyin terkedilmişken, ramazan geceleri boyunca hayat doludur. Sıra teravih namazında Bu kutsal ay boyunca dini hamiyet diğer aylardan daha çok artar. Müminlere Kur'an okumaları ve diğer dini vazifelerini tam olarak yerine getirmeleri emredilir. Gün batımından iki saat sonra yapılan günün son ibadeti özel bir önem taşır. Bu genellikle yatsı olarak bilinir. Ondan sonra yapılan ibadete teravih denir. Ve her zamanki beş rekât yerine iki rekat kılınır. Kimileri bunun ağır bir iftar yemeği yemiş bir kişinin hazmına yardımcı olduğunu söyler. Camilerde her akşam vaaz verilir. Türkler ramazanın yirmi yedinci gecesine çok önem verirler. Kadir gecesi diye adlandırdıkları bu gecede Kur'an'ın cennetin en yüksek katından yeryüzüne gönderildiği ve Cebrail'in (aleyhisselâm) bunu Peygambere vermeye başladığına inanırlar. Kadir gecesi akşamlarını çoğu insan camilerde geçirir. Her zamankinin yerine özel bir ibadet yapılır ve ondan sonra kalabalık bir cemaat, kutsal günlerin olaylarını anlatanlar etrafında oluşan gruplara dağılır. Bu ayda Ayasofya Camii'nde sıra sıra namaz kılanlar görmeye değer bir manzara verir. Hepsi ayakkabısız olan erkekler, elleri bağlı ve başları aşağıda, yan yana ayakta dururlar. Kılıç ve fetih sancağıyla birlikte tepelikli minberinden imam, akşam duasını okur. Yüksek bir platformda bağdaş kurmuş oturan bir müezzin, ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle artan tenorda Kur'an'dan mukabeleler okur. Ara sıra tutkulu bir "Allah!" nidası fırlar ya da ayaktaki binlerce kişiden derin bir "Amin" sesi yankılanır. O kalabalık cemaat, başlarını öne eğer, elleri dizleri üzerinde eğilir ve doğrulurlar. Sonra bir kez daha eğilir dizlerinin üzerine çöker ve kubbede yankılanan pes perdeden uzun bir gök gürültüsüyle alınlarını yere değdirirler. Kutsal bilgelik tapınağı bundan daha etkileyici bir saygı ve inanç gösterisine pek az tanıklık etmiş olmalıdır... ------- > Yasîn-i şerîfin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Her gece Yasîn sûresine devam edip, bu hâl üzere iken vefât eden kimse şehid olur.) (Kur'ân-ı kerîmdeki bir sûre, okuyana şefaat eder, dinleyenin affına sebep olur, âhırette korktuğundan emin olur. Bu Yâsin sûresidir." "Ölüm hastası yanında Yâsin-i şerîf okununca, her harfi için bir melek gelip rûhun kolay çıkmasına duâ eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenazesi ile birlikte giderler. Namazında, defninde bulununlar ve hep duâ ederler." "Kabristana giren kimse, Yasîn sûresini okusa, o gün meyyitlerin azâbları hafifler. Meyyitlerin sayısı kadar, ona da sevâb verilir." "Yanında Yasîn-i şerîf okunan hasta, suya kanmış olarak vefât eder ve doymuş olarak kabre girer." "Müslüman bir hasta yanında Yasîn-i şerîf okunursa, Rıdvân ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. Suya kanmış olarak rûh teslim eder. Doymuş olarak kabre girer. Suya ihtiyacı olmaz." "Yasîn okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa, doyar. Çıplak okursa, giyinir. Bekâr okursa, evlenir. Korkan okursa, emin olur. Mahzun okursa ferahlar. Misafir okursa, seferde yardım görür. Kayıp bulunur. Hasta okursa şifâ bulur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur." "Bir kimse ana-babasının veya birinin kabrini her Cuma ziyaret eder ve orada Yasîn okursa Allahü teâlâ ona, Yasîn'in her harfi miktarınca mağfiret eder." "Kur'ân-ı kerîmin kalbi Yasîn'dir. Muhakkak ki o dertlere şifâdır. Allah'ı ve âhıret yurdunu dileyerek bir kimse Yasîn'i okursa, Allah kendisini mutlaka bağışlar." "Her gece Yasîn sûresini okuyan kimse, muhakkak sûrette şehid olarak ölür." "Cuma geceleri Yasîn sûresini okuyan kimse, Allahü teâlânın mağfiretine kavuşmuş halde sabahlar." ------ > Piliç Topkapı >> Malzemeler: 200 gram pirinç, 50 gram fıstık, 50 gram kuş üzümü, 4 adet tavuk budu, 2 su bardağı tavuk suyu, 50 gram sıvı yağ, 1 adet limon suyu, 1 bağ dere otu, karabiber ve tuz. >> Yapılışı: İç pilav hazırlanır. Dereotu ilave edilir. Açılmış tavuk butlarının içine tuz ve karabiber sürülür. Pilav doldurup sarılarak kapatılır ve bir tepsiye dizilir. Üzerine yağı limon suyu ve tuz ile sos hazırlanır, fırça ile sürülüp fırına konur. 30 dakika piştikten sonra sebze ile servis yapılır. Ezogelin Çorbası, Patates Saksı Kebabı, Sigara Böreği, Keşkül ------ > Bu mahalleden değiliz de... Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi'nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap, - Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer, fikriyle Beylerbeyi Camii'ne girip bir tarafa ilişiyorlar. Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, "zebânileer, alevleer, katran kuyularıı" dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir. Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlıyor. Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad'ın sırtına dokunuyor, kısık sesle, - Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye soruyor. "Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet" diye cevap veriyor bizimki, "Peki ne dediğini anlıyor musunuz?" "Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?" Adam hayretle devam ediyor, - Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu? Şair cevap veriyor: - Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!. ------ > Gayrimüslimlere de yardım ederdi Hilâfette Hazret-i Ömer "radıyallahü teâlâ anh" devlet yönetimde çok hassastı. Dicle nehri kenarında koyun güden çobanın, bir koyunu zâyi olsa, korkarım ki, onu Allahü teâlâ hazretleri niçin çobanın koyunlarını gözetmedin diye benden sorar, der idi. Rivâyet olunur ki, bir gün Hazret-i Ömer, öğle sıcağında kendi soyunup, sadaka develerini bağlıyordu. Dediler, yâ Emîr-el-mü'minîn! Niçin sen kendin zahmet çekersin. Bir kişiye buyurun, o bağlasa, olmaz mı. Buyurdu ki, bunlar fakîrlerin hakkıdır. Çünkü, Allahü teâlâ beni bunlara çoban etti. Fakîrlerin işlerini kendim görmem lâzımdır. Zîrâ âhırette benden sorarlar. Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayrimüslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayrimüslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Hazret-i Ömer zamanında sahipleri Müslüman olmayan bir ticaret kervanı gelip Medîne'nin yakınında konaklamıştı. Çok yorgun oldukları için hepsi derin bir uykuya dalmıştı. Hazret-i Ömer bu kervandan haberdâr olunca, Eshâb-ı kirâmdan Abdurrahmân bin Avf'ı da yanına alıp, sabaha kadar kervanın etrafında dolaşarak onlara herhangi bir zarar gelmemesi için bekledi. Kervanda bulunanlar ancak sabaha karşı bundan haberdar oldular. Kendilerini bekleyen bu kişinin kim olduğunu merak ettiler. Sabaha karşı uzaklaşıp gittiklerini görünce, içlerinden biri takibe başladı. Hazret-i Ömer'in mescide girip namaz kıldırmasından sonra merakla bu zât kimdir diye soran kimse, onun Müslümanların halîfesi olduğunu öğrenip kervanda bulunanlara giderek hâdiseyi anlattı. Kâfile halkı o an derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, bir şey söyleyecek hâli kalmamıştı. Kervandakiler; "Onun Müslüman olmayanlara yardımı böyle olursa, kim bilir Müslümanlara şefkati ve yardımı ne kadar çoktur. Onun dîni gerçekten hak dindir." dediler. Daha sonra da hazret-i Ömer'in huzuruna gidip hepsi Müslüman oldular.