Ramazanın üçü, onu, on beşi derken işte yarın bayram... Sevabıyla günahıyla bir koca ay daha bitti işte... O çok bilindik "Ah nerede o eski..." diye başlayan terennümler arasında bir şeylerin yok olup gittiğini veya unutulduğu gerçeğini bu yıl da idrak ettik. Ne yazık... Her gelen asır bir öncekini aratır misali bu serzenişlerin pek de yeni olmadığını öğrendik eskilerin yazılarından. Hani bizim hep o hayalini kurduğumuz dönemlerin bile bu özlemle yanıp tutuştuğunu gördük. İşte 1920 ramazanında Alemdar Gazetesi'nde yazan Cenap Şehabettin, o yıllarda bile sosyal hayattaki değişimi ve eskiye olan özlemi vurguluyordu yazısında: "Mâmâfih görüyorum ki bu sene Rü'yet-i hilâlin muzaâf ve müstesna bir yer olacak. Zira gökteki o ince tırnaktan başka bayramı hatırlatacak bir şey yok. Ne çarşılarda faaliyet, ne şekercilerde hareket, ne terzi dükkanlarında cereyan, hiç, hiçbir tarafta bir hazırlık görmüyorum. Herkes kendisini düşündüren sefalet içinde boynu bükük, ne giden ramazanın farkında, ne de gelen bayramın..." diyordu. Her asır bayramların insanlar üzerinde bıraktığı tesir o denli yoğundu ki dönemin şair ve edipleri kaleme aldıkları eserlerinin hemen her satırında bunu dile getirdi. Bayramlaşmalar bile değişti Renkli tasvirleri, en küçük ve hareketi tespit eden, kendine has üslubu, şakrak dili ve kıvrak zekasıyla o devrin ramazan hayatını en iyi biçimde sunan Ahmet Rasim, yine 1920'li yıllarda kaleme aldığı bayram yazısında, uzun uzun bayram adetlerinde bahsettikten sonra şu satırlarla yazısını noktalıyordu: "Zamanımızda bayramlaşma, ahbaptan ahbaba, akrabadan akrabaya kartpostalların üzerine tebrik!.. diye tek kelimecik yazmak kaldığı gibi, hatırı sayılan kişilere dahi kapısını çalıp kart bırakmak, büyüklerin konaklarında adını, 'Özel Defter'ine kaydetmek yeter görünüyor. Eskiden böyle bir şey yapılsaydı insanın adeta terbiyesizliğine verilirdi. Özellikle yazı ile olursa..." Halid Fahri Ozansoy'un ise "Eski İstanbul Ramazanları" isimli kitabında yine o yılların ramazanı anlatıyordu. Kimi zaman bir çocuğun ağzından, kimi zaman geçmiş bayramları arayan bir yetişkin gibi her defasında farklı bir üslup kullanan Ozansoy, "Ramazanın Son Gecesi" başlıklı yazısında, gençlik yıllarında gördüğü Beyoğlu, Beşiktaş, Üsküdar ve Kadıköy'de kurulan bayram yerlerini ve o dönemin bayram adetlerini uzun uzun anlattıktan sonra, o günlere olan özlemini şu satırlara gizliyordu; "Delikanlılık çağına erdikten sonra gördüğüm bu manzaralar, ben de daima hüzün uyandırmıştır. Hâlâ da öyleyimdir!" Nerede eski adetler!.. Ahmet Muhip Dıranas ise 1950 yılında kaleme aldığı bir bayram yazısında kaybolup giden adetlere değiniyordu. El öpmeyi, küçüğün büyüğe en zarif şekilde saygısını gösteren bir sosyal terbiye tezahürü olduğunu ifade eden Dıranas, "Geçmiş bayramlarda genç buselerle nurlanmış ihtiyar eller, şimdi el öpmeyi bilmeyen çocuk ve taze dudakları karşısında mahzun, iki yana sarkıyor. Edeplerini ve geleneklerini kaybetmiş bir bayramın ne bayramlığı kalır? Garplılaşma , yenileşme cereyanı içinde kaybettiğimiz böyle nice güzel törelerimiz var. Yazık oluyor. Adetler, gelenekler, bir millet yapısının temel kıymetleridir. Adetlerini, ananelerini, tarihten ve dedelerden kalma özelliklerini koruduğu, tanıdığı ve günde günde kıymetler halinde tuttuğu nispette, bir millet kuvvetli, güvenli ve medeni olur. Dış görünüşüne o denli hayran olduğumuz garp medeniyetine mensup milletlere bakınız: Bir teknik mucizesi gösteren yirminci asır ruhi ve milli farkları ısrarla ortadan kaldırmaya çalıştığı, insanları tek bir haddeden çekmeye çabaladığı halde, milletler, en küçük yüz hareketlerine, jestlerine, nidalarına kadar yine bir birinden ayırdediliyorlar. Çünkü milli ruh, medeni ruhtan daha üstün ve kuvvetli. Milletler medeniyete değil, medeniyet milletlere göredir." diyordu. Beyatlı'dan ibretlik bir anı Yahya Kemal Beyatlı'nın 1922'de Tevhid-i Efkâr Gazetesi'nde yazdığı "Ezansız Semtler" başlıklı köşe yazısında bayramda yaşadığı bir anıyı şu satırlarla aktarıyordu: "Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum, bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusuyla sabaha kadar uyuyamadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada'nın mahalle içindeki sâkıt yollarından kendi başıma camiye doğru gitti. Vâiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, camide gördüklerine şaşırıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içinde bir yabancının geldiğini zannediyordu. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Namazdan çıkarken, kapıda âyandan Reşid Âkif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: 'Bu bayram namazında iki defa mes'ûdum hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhudâr ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!' dedi. Hem geldiğimi, hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler." İşte Yahya Kemal, 1920'li yıllarda kaleme aldığı bu yazısında unutulup giden adetlerin yanı sıra, gençlerin ne denli değiştiğinin ve aslından uzaklaştığının altını çiziyordu. Osman Yüksel Serdengeçti, "Ramazan ve Bayramlar Yetim Gibidir" başlıklı yazısında ise şunları yazıyordu: "Din ve iman gayretinin kurtardığı bu topraklarda ramazan ve dini bayramlar kendi haline bırakılmış yetimleri gibi. Varsın öyle olsun... Bizim alâyiş ve nümayişle işimiz yok! Ramazan: Ey Allah'ın zamana kaseden lütfu... Ey bizi Allah'a götüren günler... 30 gün... Otuz defa kalplerimizin yıkadığı mübârek ay... Yine gel." > Her güne bir dua Vesveseden korunmak için... "Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül'azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî! E'ûzü bi-kelimâtillâhittâmmati min şerri külli şeytânin ve hâmmatin ve min şerri külli aynin lâmmetin. " Bu duâ her sabâh ve akşam üç def'a okunup kendi üzerine veyâ yanındakilerin üzerine üflenirse, göz değmesinden ve şeytânların ve hayvanların zararından korur. Bir kimseye okurken, E'ûzü yerine (Ü'îzüke) denir. İki kişiye okurken (Ü'îzü-kümâ) denir. İkiden fazla kimseye okurken, (Ü'îzü-küm) demelidir. Her türlü kötülükten kurtulmak için için şu duâ da okunmalıdır: "E'ûzü bikelimâtillâhit-tâmmâti min şerri külli şeytânin ve hâmmatin. Ve min şerri külli effâkin kâzibetin. Ve min şerri külli gammâzin hâinetin. Ve min şerri külli aynin lâmmetin. Ve min şerri külli bid'atin dâlletin." Zarar ve kötülüklerden kurtulmak için "Eûzü bikelimâtillâhi-ttâmmâti min şerri mâ haleka" duâsını okuyan, bir yere gelince, o yerden kalkıncaya kadar zarar ve kötülüklerden kurtulur. Bir hadîs-i şerîfte, "Bir şeyden zarâr gören, abdest alıp iki rekat namaz kılsın! Sonra; Yâ Rabbî! Senden istiyorum. Senin âlemlere rahmet olan Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı vesîle kılarak sana yalvarıyorum. Yâ Muhammed! Dileğimi kabûl etmesi için Rabbime seni vesîle ediyorum. Yâ Rabbî! Onu bana şefâ'atçı et desin" buyuruldu. NüktelerŞirret-i Hayriye'den Şirket-i Hayriye'ye sığınırım! Eski deniz yollarının adı "Şirket-i Hayriye" idi. O devrin kaptanlarından biri, akşam olunca eve gitmez, gemide yatarmış. Bunun sebebini soranlara Hayriye adındaki karısının son derece huysuz ve geçimsiz biri olduğunu belirterek şöyle dermiş: - Şirret-i Hayriye'den Şirket-i Hayriye'ye sığınıyorum! Ramazaniye Süleymaniye'de bayram sabahı Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de. Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi. Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan. Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir, Duyulan, gökte kanad, yerde ayak sesleridir. Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib âlem bu! Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu... Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir; O seferlerle açılmış nice yerlerdendir. Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık; Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya, Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya. ..... Ulu mabed Seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum; Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi; Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi, Senelerden beri ru'yâda görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim. Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; > Yahya Kemal Beyatlı "Türkler titiz insanlardır" "Yemeklerden evvel ve yemekten sonra ellerini yıkamak Türkler arasında o kadar umumi bir âdet hükmünü almıştır ki, insanların el yıkamalarına vesile olmak üzere Allah'ın gıdaları yaratmış olduğundan adeta bir darb-ı mesel şeklinde bahsederIer ." (Ricaut-Histofre de I'etat present de l'Empire ottoman (1670 Paris.) "Mutfakları çok temizdir, mutfak takımları da güzellik ve parlaklık itibariyle eşsizdir; gerek sofra takımları, gerek yemekleri azami nisbette tertemizdir." "Türkiye'de sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir, büyüklerin konaklarında ya gül suyu veyahut güzel kokulu başka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız." (J.B Tavernier-Nouvelle relation de I'interiur du serrail du Grand-Seigneur-1678. Amsterdam) "Türkler, Avrupa'da ekseriyetle tesadüf edildiği gibi insanların yemek yedikleri veyahut yıkanıp temizlendikten sonra tekrar yiyecekleri kaplarda köpeklerin de yemek yemesine müsaade etmezler. Frenklerin bu hali sık sık tecviz etmelerinden dolayı onlardan (Köpekler!) diye bahsederler. Çünkü Avrupa'da çok defa sofraya köpeklerin de kullanmış oldukları kaplarla yemek getirilir." (Comielle Le Bru yn -Voyages de Cornielle Le Bruyn par Ia Moscovie, en Perse et aux indes orientales., 1332, La Haye.) Bayramlık elbiselerin hikmeti Bir bayram günü halk toplanmış, neşeli idiler. Şehzâdeler, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin de geldiler. Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" hazretlerinin huzur-u şeriflerine varıp, tazarru' ile arz ettiler ki, ey Seyyidi Kâinât! Kureyş ileri gelenlerin çocukları, giyindikleri yeni ve renkli elbiselerle övünürler. Bizim de yeni ve renkli elbisemiz olsaydı, giyerdik. Habîbullah hazretleri bu endişe ile, Allahü teâlânın dergahına niyaz ederken, Hazreti Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Cennetten kâfurlu iki elbise getirdi. Birini Hazreti Hasan'a, diğerini Hazreti Hüseyin'e verdi. O şeyhzâdeler elbiselerini renksiz görüp, gizlice bizim de elbiselerimiz renkli olsa idi dediler. Cebrâîl aleyhisselâm bu kolaydır; yâ Resûlullah. Emir buyur, su getirsinler. Ben elbiselerin üzerine dökeyim. Siz de ayı ikiye bölen elinizle ovalayın. Şehzâdeler renk beğensinler, dedi. O emir söylenince Hazreti Hasan, buyurdu, bana zümrüt renkli elbise sevimlidir. Hazreti Hüseyin buyurdu, bana lâle renkli elbise sevimlidir. Hemen istedikleri gibi mesrûr olup, elbiseleri giyip, sevindiklerinde, Hazreti Cebrâîl aleyhisselâm ağladı. Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" hazretleri buyurdu ki: "Yâ kardeşim Cebrâîl! Herkesin sevindiği bir zamanda senin ağlamanın hikmeti nedir?" Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: "Ey seyyid-i mükerrem! Cennette gördüğün kasırları unuttun mu ki, Hazreti Hasan'ın kasrı yeşil, Hazreti Hüseyin'in kasrı kırmızıdır. Bu elbiselerin rengi de onlara işarettir ki, Hazreti Hasan'ın zehir içip vefat edeceği sırada mübârek rengi zümrüt gibi olur. Hazreti Hüseyin'in mübarek yüzü kana boyandığı zaman rengi kırmızı olur. Kıt'a: Zamanın sâkisinin iltifatı budur ki, Hasan'ın bardağına zehir dökmektir, Felek celladının ahdi ile de, şehit Hüseyin'e kılıç çekmektir. > Hadis-i Şerîf Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur. [Taberânî] Farz namaz, sonraki namaza kadar; cuma, sonraki cumaya kadar; ramazan ayı, sonraki ramazana kadar olan günahlara kefaret olur. [Taberânî] Dünyânın dîne (âhırete) tercîh edildiği zamânda, amel edenin ecri, diğer zamândaki amel edenin ecrinin elli mislidir. [Se'âdet-i Ebediyye: 89.] Zikr-i nef-yü ve isbâtı [Lâ ilâhe illallah'ı] o kadar tekrâr edeler ki, isteklerden kurtulup, Hak teâlâyı istemek ile kâim olalar. [Se'âdet-i Ebediyye: 101.] > Rumeli mutfağından Rumeli Paçası Malzemeler: * 1 kibrit kutusu margarin * 3 yemek kaşığı un * 1 yumurta * 1 çay kaşığı tuz * 4 su bardağı et suyu * 1 tatlı kaşığı sirke * 2 diş sarımsak Sosu için 100 gr kıyma Çeyrek paket margarin 1 yemek kaşığı salça Hazırlanışı: Sarımsakları iyice dövün ve yumurtayı, unu, tuzu et suyuyla harmanlayıp orta dereceli bir ateşte muhallebi kıvamına gelene kadar pişirin. Bir taraftan da sosu için kıymayı yağda salçayla birlikte kavurun. Pişen paçayı tabaklara koyun ve üzerine sosu döküp servis yapın. Özellikle ramazanda iftariyelik olarak sunulan paça mutlaka sıcakken yenmelidir, isteğe göre sosu, kıyma yerine sucukla da yapılabilir. > Yayla Çorbası, Yaprak Dolması, Rumeli Paçası, Keşkül