Çek bir çay demli olsun!

A -
A +

Bir ramazan akşamı Erzurumlu bir zat kahveye gider. Çaycıya, "Hele gardaş bir çay getir de içek" deyip peş peşe 29 bardak çay devirir. Dakka başı çay getirip götürmekten bıkıp usanan çaycı sorar: - Abi daha getirim mi? Erzurumlu elini kalbine götürüp cevabı verir: - Yok gardaş, 30 bardak oldi mi çarpınti yapir... Vallahi şu çarpıntı meselesini bilmem ama son yıllarda gazetelerde çayın faydalarından bahseden çarşaf çarşaf haberler bir yana benzer bilgilere çok eski kaynaklarda da rastlamak mümkün. Osmanlı'da yayınlanan 1872 tarihli ilk çay risalesi Şifâü'l-Fuad Havas-sı Biberiye'de çayın hazmı kolaylaştırdı, kulunçu iyileştirdi ve kanı temizledi yazar. Mehmet İzzet Beyin çay risalesinde ise bu bilgilere ek olarak kalbi, beyni, mideyi ve ciğerleri kuvvetlendirdiği, koleraya karşı bir ilaç olduğu, nefes darlığı olanlara ise çok iyi geldiği kaydedilir. Velhasıl çay, ölüm dışında her derde deva olur... Çinlileri çay kuruttu Almanya ve Hollanda'da bazı doktor ve papazlar, 1650 yılında çayın insan sağlığına zararlı olduğunu, bu nedenle Çinlilerin zayıf ve kuru olduklarını ileri sürerek çayın yasaklanmasını öne sürmüşler. Çayın yeni yeni yaygınlaştığı yıllarda İsveçli soyluların ve halkın merak ettiği şey, çayın insan sağlığına yararlı mı, yoksa zararlı mı olduğudur. 18. yüzyılın 2. yarısında, İsveç Kralı 3. Gustav, bunu anlamak için ilginç bir yol seçer. O sıralarda işledikleri suçlardan dolayı idama mahkûm edilen ikiz kardeşlerin cezalarını ömür boyu hapse çevirir. Ama bir şartı vardır, kardeşlerden birisine ömür boyu her gün kahve diğerine de çay verilecek ve bu iki içeceğin insan sağlığı üzerindeki tesirleri öğrenilecektir. Kralın emri aynen yerine getirilir, çay içen 80 yaşında öldüğünde diğeri hâlâ hayattadır. Velhasıl çay temize çıkar ama onlar ilersi yıllarda daha çok kahve tiryakisi olurlar. Çay bizim memlekete çok geç girer ama hemen de sevilir, böyle saçma sapan denemelerle çayı aklama yoluna da gidilmez. 70 yıl öncesine kadar tam bir kahve düşkünü olan Türkler birdenbire dünyada en çok çay tüketen toplum oluverir. Çaysız bir dakika bile düşünülemez ama aylardan ramazan olunca bu keyfe akşamdan akşama varılır. Çay, ramazanda iftardan sahura kadar gün boyu susuz kalan vücudu sulama görevini üstlenir, öyle tiryakiler vardır ki iftariyeliklerinin yanına bir bardak çayını koymadan masaya oturmaz. Tereyağında kaymaklı çay Çay, bizim bildiğimiz klasik usûlün dışında ülkeden ülkeye çok farklı şekillerde pişirilir. Örneğin Araplar çayı "Süleymanî" denilen usûlle demlerler. Çay ve şeker aynı kapta kaynatılır. Hindistan'da çay, şeker ve süt bir arada kaynatılarak hazırlanır. Orta Asya'da ise çay tereyağı ile âdeta bir tencerede pişirilir, süt ve kaymak ilâve edilir. Çay kültürünün çok yaygın olduğu Kazaklarda iki türlü hazırlanır. Bir türü hemen hemen her yemek sonrasında içilen "akşay" yani "akçay"dır. Bu çayı hazırlarken, ocakta kaynayan çaydanlığa yeteri kadar çay atılır, çaya, karabiber, zencefil ve karanfil de eklenir. Bu karışım 3-4 dakika kaynadıktan sonra süt, tereyağı veya varsa, kaymak ilâve edilir. Tuz da eklenir ve "şını" denilen büyük porselen fincanlarla servis yapılır. Kazakların diğer çay hazırlama yöntemi ise onlara özgüdür. Kazaklar, "Bolagan" ya da "karma çay" dedikleri çayı şöyle hazırlarlar: Tencerede, yağda kavrulan unun üzerine sütlü, tuzlu çay, süzülerek konur. Ağır ateşte 4-5 dakika kaynatılır. Elde edilen bu koyu çay sıcak servis yapılır. > Çay dediğin böyle pişirilir Bu kadar sözden sonra iyi bir çayın nasıl demleneceğinin sırlarını 1921 yılında kaleme alınan bir çay risalesinden öğrenelim. Hekimoğlu Alipaşazâde Mustafa Nezih tarafından yazılan risaledeki çay pişirme tarifesini aynen alıyoruz: Üç suretle çay ihzar olunur: Evvela - İyi çay şüphesiz semaver ve porselen (toprak) bir çaydanlık ile temin olunabilir. Porselen çaydanlığın içine miktar-ı kafi (yeteri kadar) atılan çayı yıkayarak yarıya kadar kaynar su ile imlâ etmelidir. Çaydanlığı semaverin üzerine koyduktan sonra ateşin kuvvetini biraz kesmeli fakat velev cüz'î olsun soğumasına meydan vermemelidir. Büyük semaverlerde çaydanlığın ateşe olan mesafesi uzak olduğundan çay daha güzel pişer. Lakin küçük semaverlerde ateş kızgın olduğu ve semaverle çaydanlığın arasına delikli bir teneke koymaya mecburiyet hasıl olur. Daha iyi çay pişirmek için buhar veren semaverler istimal olunmaktadır. Saniyen - İkinci derecede nefis çay biri porselen olmak üzere iki çaydanlıkta pişirilmelidir. Bunda da semaver usulünü mümkün mertebe tatbik etmelidir. Yani alt taraftaki suyu havi çaydanlık iyice kaynadıktan sonra üstüne (çay ile suyu havi) küçük porselen çaydanlığı vaz ederken alttaki çaydanlıkta kaynamasına fakat cüz'î olsun soğumamasına dikkat etmek lâzımdır. Salisen - Tek çaydanlıkta, sümmettedarik mamafih biraz içilebilecek çay hazırlamak için evvela suyu kaynatıp havasını kaybettikten sonra kararına göre şeker atılır ve su şekerle kaynatılır. Sonra çayı bir fincan içinde tozlardan sıcak su ile hemen yıkayıp çaydanlığın içine atılarak demletilir. > Her güne bir dua Tecdidi imân duâsı Yâ Rabbî! Hîn-i bülûğumdan bu âna gelinceye kadar, İslâm düşmanlarına ve bid'at ehline aldanarak, edindiğim yanlış, bozuk itikâdlarıma ve bidat, fısk olan söylediklerime, dinlediklerime, gördüklerime ve işlediklerime nâdim oldum, pişmân oldum, bir dahâ böyle yanlış inanmamağa ve yapmamağa azm, cezm ve kasd eyledim. Peygamberlerin evveli Âdem aleyhisselâm ve âhiri bizim sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır. Bu iki Peygambere ve ikisi arasında gelmiş geçmiş Peygamberlerin cümlesine îmân ettim. Hepsi haktır, sâdıktır. Bildirdikleri doğrudur, denir ve ardından "Âmentü billah ve bi-mâ câe min indillah, alâ murâdillah, ve âmentü bi-Resûlillah ve bi-mâ câe min indi Resûlillah alâ murâd-i Resûlillah, âmentü billâhi ve Melâiketihi ve kütübihi ve Rüsülihi velyevmil-âhiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlüh" okunur. Tecdidi nikâh duâsı Tecdid-i imandan sonra, iki şahit yanında tecdid-i nikah yapmak iyi olur. Kolaylık olması için, nikahı yenilemeye hanımdan vekalet almalı, iki şahit yanında, "Öteden beri, nikahım altında bulunan hanımımı, onun tarafından vekil olarak ve tarafımdan asil olarak kendime nikah ettim" demelidir. Camilerde cuma akşamları yapılan meşhur "tecdid-i iman" ve "tecdid-i nikah"ı cemaat ile okumak bu hükme dayanmaktadır. Camide, imam efendi, yukarıdaki ifadeyi cemaat ile birlikte söylerse, cemaat birbirlerine şahit olmuş, hanımından vekalet alanların nikahları tazelenmiş olur. Cemaat ile birlikte, "Allahümme innî ürîdü en üceddidel îmâne vennikâha tecdîden bi-kavli lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah" duâsını okuyanlar, "İmanınızı la ilahe illallah sözü ile yenileyin!" hadis-i şerifindeki emre uymuş olurlar. > Oruç ve sağlık Karaciğerin yağlanması önlenir Oruç esnasında daha az kalori alındığından karaciğere daha az yağ asidi ve glikoz gelir. Karaciğer dışında kalan ve yağ asitlerini kullanan organlar ve dokular yeteri kadar glikoz alamayınca kanda daha fazla yağ asidi alırlar ve onları parçalayarak enerji kaynağı olarak kullanırlar. Karaciğer hücrelerinde hem kan yolu ile alınan yağ asitlerinden hem de glikozun yıkım ürünlerinden sentezlenen yağ asitlerinden üretilen trigliserin miktarı azalır. Trigliserid yağ olarak depolanan depo malzemesi olduğundan karaciğerde yağ birikimi olmaz; aksine biriken yağlar, lipoprotein haline çevirerek diğer dokulara yakıt için göndermeye başlanır. Lipoprotein sentezini engelleyen alkol gibi maddeler de ramazanda alınmayacağından, karbonhidrat miktarı da azalmış olacağından, lipoprotein sentezi artar. Azalan yakıt alımı dolayısıyla açığı kapatmak üzere yağlar parçalanmaya başlar, böylece karaciğerin yağlanması önlenir. Sünnete uygun fazla yenilmeden tutulan bir oruç ile karaciğerin yağlanmasının önüne geçilmiş olur. Karaciğeri yağlanmış kişiler oruç tutarken kolin ve metiyonin taşıyan besinler veya preparatları ramazan boyunca alırlarsa yağlanmanın geriye döndürülmesi hızlandırılır. > Seyyahların kaleminden... Kadir Gecesi ve 2. Abdülhamid H. G. Dwight, 1913 yılında İngiltere'de basılan "Constantinople Old and New" isimli eserinde ramazanın coşkusunun sokaklara kadar taştığından bahseder. Teravih namazına da değinen yazar, bu namazı ağır bir iftar yemeği yemiş bir kimsenin hazmına yardımcı olduğunu da yazmayı ihmal etmez. Gözlemlerinde bir eksiklik olacak ki teravih namazı için, "Her zamanki 5 rekat yerine 22 rekat kılınır" der. Dwight, akşamla teravih namazını birbirine karıştırsa da şahit olduğu 2. Abdülhamid Han'ın Kadir gecesi alayı hakkındaki yazdıkları en ilgi çekici olanıdır. Yazar, Padişahı simasını net bir biçimde tarif edecek kadar yakından görür. 2. Abdülhamid Han'ı görmeye gelen halkın coşkusu, gökyüzünü aydınlatan maytaplar, çalınan Hamidiye marşı ve akabinde dışarı sızan tatlı bir ilâhi sesi yazarı adeta cezbeder. > Gayrimüslimlere de yardımcı olurdu Hilâfette Hazret-i Ömer "radıyallahü teâlâ anh" devlet yönetimde çok hassastı. Dicle nehri kenarında koyun güden çobanın, bir koyunu zâyi olsa, korkarım ki, onu Allahü teâlâ hazretleri niçin çobanın koyunlarını gözetmedin diye benden sorar, der idi. Rivâyet olunur ki, bir gün Hazret-i Ömer, öğle sıcağında kendi soyunup, sadaka develerini bağlıyordu. Dediler, yâ Emîr-el-mü'minîn! Niçin sen kendin zahmet çekersin. Bir kişiye buyurun, o bağlasa, olmaz mı. Buyurdu ki, bunlar fakîrlerin hakkıdır. Çünkü, Allahü teâlâ beni bunlara çoban etti. Fakîrlerin işlerini kendim görmem lâzımdır. Zîrâ âhırette benden sorarlar. Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayrimüslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayrimüslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Hazret-i Ömer zamanında sahipleri Müslüman olmayan bir ticaret kervanı gelip Medîne'nin yakınında konaklamıştı. Çok yorgun oldukları için hepsi derin bir uykuya dalmıştı. Hazret-i Ömer bu kervandan haberdâr olunca, Eshâb-ı kirâmdan Abdurrahmân bin Avf'ı da yanına alıp, sabaha kadar kervanın etrafında dolaşarak onlara herhangi bir zarar gelmemesi için bekledi. Kervanda bulunanlar ancak sabaha karşı bundan haberdar oldular. Kendilerini bekleyen bu kişinin kim olduğunu merak ettiler. Sabaha karşı uzaklaşıp gittiklerini görünce, içlerinden biri takibe başladı. Hazret-i Ömer'in mescide girip namaz kıldırmasından sonra merakla bu zât kimdir diye soran kimse, onun Müslümanların halîfesi olduğunu öğrenip kervanda bulunanlara giderek hâdiseyi anlattı. Kâfile halkı o an derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, bir şey söyleyecek hâli kalmamıştı. Kervandakiler; "Onun Müslüman olmayanlara yardımı böyle olursa, kim bilir Müslümanlara şefkati ve yardımı ne kadar çoktur. Onun dîni gerçekten hak dindir." dediler. Daha sonra da hazret-i Ömer'in huzuruna gidip hepsi Müslüman oldular. > Bu mahalleden değiliz de... Evvel zaman içinde iki şair ve edib ahbab Mehmet Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi'nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçerler; fakat vakti iyi hesap edemezler. İftara iki saat kadar vardır, bunun üzerine bizimkiler, biraz vaaz dinleyip vakit geçirmek için Beylerbeyi Camii'ne girip bir tarafa ilişirler. Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, "Zebânileer, alevler, katran kuyuları" dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir. Bizimkiler vaizin sözlerine pek kulak asmaz, ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlıyordur. Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad'ın sırtına dokunuyor, kısık sesle, - Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye sorar. "Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet" diye cevap verir bizimki, "Peki ne dediğini anlıyor musunuz?", "Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?" Adam hayretle devam eder, - Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu? Şair cevap verir, - Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!.. > Hadis-i Şerîf Farz namaz, sonraki namaza kadar; cuma, sonraki cumaya kadar; ramazan ayı, sonraki ramazana kadar olan günahlara kefaret olur. [Taberânî] Bid'at sâhibine buğz için ondan yüz çeviren kimsenin kalbini Allahü teâlâ emn ve emân ile memlû eder [emîn eder, korkudan korur]. Bid'at sâhibine güler yüz göstererek karşılasa, şerî'atin hükmünü hafîfe almış olur. 4/29. [Se'âdet-i Ebediyye: 89.] > Ordu mutfağından Zeytinyağlı kara lahana dolması Malzemeler: * 5 bağ lahana * 1 bardak pirinç * 1 su bardağı zeytinyağı * 1 büyük soğan * 1 demet maydanoz * 3-4 adet biber * 1 adet domates * 1 çorba kaşığı kimyon, kuş üzümü, çam fıstığı, tuz, karabiber Hazırlanışı: Lahanaları yapraklarını ayırıp yıkadıktan 15 dakika haşlayın ve üzerine soğuk su gezdirin. Yayvan ve geniş bir teflon tavaya zeytinyağı koyun soğanları rondoda çekilip pembeleşinceye kadar kavurun. Daha sonra doğranmış biberi ilave edin. Yıkanmış pirinçleri de biraz kavrulduktan sonra domates, maydanoz ve baharatları ilave ederek 2 su bardağı su ile birlikte kısık ateşte suyunu çekinceye kadar biraz pişirin. Soğumaya bırakın. Lahanaları dilediğiniz büyüklükte keserek hazırladığınız içle sararak düdüklüye dizip, 1 su bardağı su koyarak pişirin. >Günün Mönüsü: Ezogelin Çorbası, Zeytinyağlı Kara Lahana Dolması, Paçanga Böreği, Saray Sarması

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.