Emanet emin ellerde

A -
A +

Sahâbe-i Kirâm, Peygamber efendimize ait her şeyi mübârek ve mukaddes bir emanet olarak görüp, kurtuluş vesilesi sayıyordu. O'nun saçından ve sakalından düşen her mübarek kılı cennetten gelmiş gibi kabul ediyor, ipekler içinde evlerinin en mutena yerlerinde muhafaza ediyorlardı. Abdest alırken O'na dokunan suyun bir tek damlasının dahi ziyan olmasına gönülleri razı olmuyor, kapışıyorlardı. Bunların değdiği yerlere adeta ateşin dokunmayacağına inanıyorlardı. Ve Peygamber efendimiz de onları bu hareketlerden menetmiyordu. Büyük kumandan Halid bin Velid sarığında Allah Resulü'nün mübârek saçından bir tel taşıyordu. Bir gün başından sarık kayıp düşman saflarına doğru yuvarlanınca, her şeyi bırakıp ardından koşmaya başladı. Askerlerinin ikazına aldırmadan sarığını alıp giydi. Sonra niçin kendini bu kadar tehlikeye attığını soranlara: "Vallahi külâhımın içinde Resulullah'a ait bir saç teli saklıyordum. Ona bir şey olur diye korktum." demişti. İşte bu ihtimam ve bu sevgi 1400 yıldan bu yana hiç değişmedi. Koca Topkapı Sarayı'nda, Peygamber efendimizin bir saç teline gösterilen ilginin onda biri, hiçbir esere gösterilmedi. Halifelik de emanetler de bizim! Malum mukaddes emanetler denince akla hiç şüphesiz Topkapı Sarayı gelir. Yavuz Sultan Selim, 1517'de Mısır'ı fethederek halifeliğini devraldığından Mukaddes emanetler de Osmanlı Devletine intikal etmişti. Mukaddes Emanetler'in büyük bir kısmı, hilafeti Yavuz Sultan Selim'e devreden 3. Mütevekkil ile Kahire'ye kadar gelerek Mekke ve Medine'nin anahtarını teslim eden Mekke Şerifi Ebu'l-Berekât'ın oğlu Emir Ebu Numey tarafından getirilmişti. Müstesna bir dini merasimle Yavuz Sultan Selim'e takdim edilen Mukaddes Emanetlerden bazıları, Cihan ordusunun bekçiliğinde Kur'an-ı Kerim okunarak İstanbul'a getirilmiş, öncelikle Topkapı Sarayı'nın Harem, Hazine gibi bölümlerinde korunmuş daha sonra ise; bugün olduğu gibi Kutsal Emanetler Dairesi'ne yerleştirilmişti. Emanetlerin bu mekanda toplanmasıyla İstanbul, İslam aleminin hem dini hem siyası merkezi hüviyetini kazanmıştı. Mukaddes emanetlerin İstanbul'a getirilişi, yalnızca Yavuz Selim devriyle (1512-1520) sınırlı kalmamış, bu çok değerli koleksiyona daha sonraki asırlarda çeşitli vesile ve vasıtalarla birçok yeni eser kazandırıldı. Osmanlı padişahları, mukaddes beldelere ve kutsal eşyalara son derece değer ve önem vermişti. Ecdadın yaptığı ulvi hizmetlerden biri de 1613 yılında Sultan 1. Ahmet'in Kabe-i Muazzama'da yaptırdığı tamirattı. Keza Sultan Ahmed'in babası III. Mehmed Han, 10 bin sikke ve üzerinde 227 elmas taş bulunan bir yüzüğü, Kâbe-i Muazzama'nın tamiri için vakfetmişti. Nihayet İstanbul'da Birinci Dünya Savaşı sırasında Medine'nin boşaltılmasına karar verilince orada bulunan emanetlerin Topkapı Sarayı'na gönderilmeleri gündeme geldi. Siyasi boşluğun ve karmaşanın hakim olduğu Arabistan bölgesinde Mukaddes Emanetlerin akıbeti de şüpheliydi. Osmanlı'nın bu emanetleri İstanbul'a taşıma gayretinin asıl sebebi uzun yıllardan beri Vehhabiler tarafından yağmalanan Mukaddes Emanetlerin emin ellerde muhafaza edilmesiydi. Bunun üzerine Osmanlı Başkumandanlığı kararını 2 Mart 1917'de Hicaz Kuvve-i Seferiye Kumandanı Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa'ya bildirdi. Emri alan Fahreddin Paşa da Şeyhü'l-Harem Ziver Bey ile görüşerek mukaddes emanetlerin naklinin dini açıdan bir sakıncası olmadığını öğrenince bunları göndertip, Topkapı Sarayı'na koydurtmuştu. Bu Kutsal EmanetIer Lozan'da gündeme getirilerek alındığı ülkeye iadeleri istendi ise de, Türk heyeti bunu kabul etmedi. Seksen bir parçadan oluşan emanetler; büyük elmas parçaları, şamdanlar, avizeler, kandiller, askılar, yelpazeler, nadir yazma eserler ve Kur'an-ı Kerim mahfazaları, Hırka-i Saadet mahfazaları gibi maddi ve manevi bakımdan paha biçilmesi mümkün olmayan eserlerden oluşuyor. Kutsal Emanetlere asırlardır gösterilen sevgi ve saygı, bugün de aynı ihtimam ve hassasiyetle devam ettirilmekte, Hırka-ı Saâdet Dairesi'nde Osmanlı döneminde olduğu gibi, İstanbul Müftülüğü'nce görevlendirilen hafızlar tarafından Kur'an-ı Kerim okunmaya devam ediyor. Otuz yılda soğumayan ekmek Ebu Said Ebu'l Hayr Hazretleri, daha henüz küçükken babası onu almış cuma namazına götürmekte idi. Yolda zamanın manevi reisi Şeyh Ebü'l Kasım Bişr Hazretlerine rastladılar. Ebü'l-Kâsım onları görünce, Ebü'l-Hayr Muhammed'e; "Bu çocuk kimindir?" diye sordu. "Bizimdir." cevabını verdi. Bunun üzerine gözleri dalan Ebü'l-Kâsım; "Evliyâlık makamının boş kalacağını, bu dervişlerin, talebelerin bizden sonra zayi olacaklarını görürken bu dünyadan gönül huzuru ile nasıl ayrılabilirim. Şimdi bu çocuğu görünce gönlüm rahatladı. Zira velilik makamı buna nasip olacak. Namazdan çıkınca, çocuğu bizim yanımıza getir" dedi. Namazdan çıkınca Ebü'l-Kâsım Bişr'in yanına gittiler. O büyük zât Ebû Saîd'in babasına; "Ebû Saîd'i tutuver. Şu yüksekçe yerde ekmek vardır. Onu uzanıp alsın" dedi. Babası kaldırınca, Ebû Saîd oradan ekmeği aldı. Ekmek arpadan olup, sıcaktı. Sıcaklığını elinde hissediyordu. Ebü'l-Kâsım ekmeği alıp, yarısını Ebû Saîd'e verdi ve; "Ye!" dedi. Yarısını da kendisi yedi. Bunun üzerine babası; "Efendim bu ekmekten bana vermeyişinizin hikmeti nedir?" diye sordu. Ebü'l-Kâsım Bişr; "Ey Ebü'l-Hayr! O ekmeği otuz sene önce oraya koymuştum. Bize; insanların mânen ihyası, irşadları, doğru yolu bulmaları bu ekmeğin elinde sıcak olduğu kimse ile olacaktır" diye bildirildi. Müjdelenen kimse senin bu çocuğundur" buyurdu. Kadir Gecesinin Fazileti Resulullah, Kadir gecesinde, "Allahümme inneke afüvvün kerimun tühıbbül afve fa'fü anni" duasını okumayı bildirmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kadir gecesinde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur'an-ı kerimi hatim etmekten daha sevaptır. Kadir gecesinde bir tesbih (Sübhanallah), bir tahmid (Elhamdülillah), bir tehlil (Allahü ekber) söylemek yedi yüz bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni] (Bu gece üç defa "La ilahe illallah" söyleyenin, birincisinde bütün günahları bağışlanır, mağfiret olunur. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.) [Tefsir-i Mugni] Sebzeli piliç Malzemeler: 4 adet fleto tavuk göğüsü, 200 gram havuç, 200 gram kereviz, 200 gram patates, 4 diş sarımsak, 200 gram kabak, 100 gram mantar, 2 adet sivribiber, 2 adet domates, 100 gram taze fasulye, 50 gram sıvı yağ, 1 tatlı kaşığı un, kekik ve tuz. Yapılışı: Bütün sebzeler kuşbaşı şeklinde doğranır ve pişme sırasına göre bir tencerede sotelenerek hafifçe pişirilir. Ayrı bir tavada tavuklar sotelenir ve ilave edilir. Un ve et suyuyla birlikte tuz da eklenir. Sonra folyo kağıdına taksim edilir ve kekik serpilir, kızarmış patatesler ilave edilir. Yemeğin sosundan birer kaşık üzerine gezdirilir, bohça şeklinde sarılıp 200 derecede 25-30 dakika pişirilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.