Gönül iftar ister, davet bahane

A -
A +

> Hadis-i şerif Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur. [Taberânî] Hamd, şükürden eftaldir. Zîrâ şükretmek de, sevgilinin nimetleri göz önündedir ki, sıfatlarından, hattâ işlerinden meydâna gelmektedir. Hamdederken ise, sevgilinin hüsn-i cemâli, yani kendisi göz önündedir. Zâtı da, sıfatları da, işleri de, nimetleri de hep sevilmekte, medh olunmaktadır. [Nimet karşılığı da, elem karşılığı da hamdedilir.] [Se'âdet-i Ebediyye: 702.] Ramazan-ı şerif ayının o uhrevi havası, iftar sofralarının letâfetiyle pekişir. Sadece değirmeni boşa dönen midelerle alâkalı gibi gözüken bu bölüm, aslında ramazanda yaşanan tüm güzellikleri de bünyesinde barındırır. Hele eskiden her selamün aleyküm diyene kapıların ardına kadar açıldığı konakların hikâyesi ise anlatmakla bitmez. İftar sofralarına kaç kişinin geleceği asla belli olmadığından mutfaklarda daha fazla yemek bulundurmak adettir. Hane sahibinin her akşam kurulan sofrasına ramazana mahsus ekmeklerden başka uzun yumuşak pideler, yine iftarlık olarak çeşitli ufak halka çörekler, yine iftar için gümüş veya değerli pulad tepsiye çeşitli meyvelerden yapılmış reçeller, sucuk, pastırma, peynirler ve özelikle hurma ile türlü türlü zeytinler konduğu gibi ortasına da saplı, kulplu ve kapaklı elmastraş denilen billurlardan çok küçük sekiz on kadar bardak içinde Mekke-i Mükerreme'den getirilmiş zemzem-i şerif konulur. En ağır kıymetli takım ve tabaklar, sırmalı havlular, gümüş leğenler hazır edilir. İftar vaktine, yani oruç bozmaya yarım saat kala odanın uygun bir köşesine konmuş buhurdanlarda öd ağacı veya buhur, pek kibar ailelerde amber yakılır, odanın kapısı çekilir. Akşam ezanına tam bir çeyrek kala hane sahibi yenmek odasına girer, ayakta kendi sofrasına alınacak misafirlerin gelişini bekler, karşılar, herkes softada yerini alınca, imam efendi derhal Kur'an-ı Kerim'den Ayet-i Celile okumaya başlar, hazır olanlar sessiz olarak dinler. Bu ara vaktin geldiğini bildiren top da atılmış olur. Önce zemzem-i şerif içilerek oruçlar açılır, iftariyelik denen reçeller ve önlerindeki çöreklerden yemeye başlanır. Yemekte mutlaka iki çeşit çorba ve yumurta-i hümayûn, en az üç çeşit tatlı, iki çeşit börek ve hoşaf ile beş altı türlü sebze bulundurmak kibarlar için zorunludur. Eskiden iftardan kibar sofralarının pek meşhur tatlıları baklava, samsa, revani, şeker pare, dilber dudağıdır. İftar yemeğinde gaziler helvası denen un helvası, soğuk paça ve sebzelerden lahana ile zeytinyağlı yemek bulundurulması kibarlar arasında çok ayıp sayılır. Kapılar ardına kadar açık Ramazan ayında tüm evler, en nefis yemeklerin, her selamün aleyküm diyene sunulduğu bir ziyafethânedir. Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktur. İsteyen gözüne kestirdiği yere girer, oturur, kimse de kim olduğunuzu, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormaz. Konağa davetlilerin dışında gelen misafirler de derece ve itibarlarına göre kâhya ve divan efendisi, mühürdar gibi zatların odalarına alınır, iftar ettirilir, onlara da mükellef iftarlıklar, tatlılar, börekler ve her türlü yemekler verilir. Gedikli ağalarla diğer ağalara kavas ve aşçılara ve evdeki diğer hizmetlilere ayrı ayrı sofralar kurulur, her birine börek, tatlı konur. Konağın alt katına da iftara gelen mahalle bekçisi, sakası, amele ve diğer fakirler için onar kişilik en az üç dört sofra hazırlanır, bunlara da birkaç çeşit reçel, simit, büyük bir kap ile çorba, mutlaka bir tatlı ve sebzenin yanı sıra büyük bir leğenle bolca pilav verilir. Beraber getirdikleri tütünlerini ve evden verilen kahvelerini içerler, sonra hazinedar ağa tarafından diş kirası namıyla bir miktar atiye verildikten sonra herkes yoluna gider. Evdeki diğer misafirler kahve ve çubuklarını içer, bir kısmı yatsı namazı vakti yaklaşınca konaktan ayrılır. Bunlar arasında mahalle imamı, müezzini ve muhtarı gibi kimselerle diğer komşu ve mahalle ahalisinden atiye verilmesi lâzım gelenlere de ayrı ayrı diş kiraları verilmesi ihmal edilmez. Hane sahibi tarafından mahiyetinde bulunanlara veya arzu ettiklerine ramazan hediyesi altında saat bile verildiği olur. Konaklarda sıradan günlerde de imam bulunur, sabah, akşam ve yatsı namazlarını ev halkı cemaatle kılardı. Ramazanda ise çoğunlukla konak imamı teravih kıldırmaz, dışardan bir imam ve güzel sesli müezzinler tutulur. Sıra teravih namazında... Teravih namazına kalkan hane sahibi ve hane halkı için ya sofaya veya mevsim kış ise mescid haline konmuş büyük bir odaya gayet uzun dokunmuş halıdan saf seccadesi yayılır, misafirlere arakiye üzerine sırma işlenmiş veya atlastan, sırma ipek ve sırma ile süslenmiş ayrı ayrı seccadeler serilir, hane sahibi ve imama da yine ayrı ayrı ağır işlemeli seccadeler konur. İmamın sesine dokunmaması için uzağına konan iki buhurdanda öd ya da amber yakılır. Müezzinler bu cemaat saflarının en gerisinde bulunur, her iki rekâtte hep bir ağızdan ilâhiler, tekbirler okunur. Namazın sonunda imam efendi Kur'an-ı Kerim'den yine yüksek sesle mihrabiye okur, bu suretle teravih namazı eda edilmiş olur. > Sahurluklar asla unutulmaz Zenginlerin Allahü teâlânın rızasını kazanmak için adeta servetlerini döktükleri iftar ziyafetlerinin yanında bir de sahur alemleri eklenir. Fakir fukara için hazırlanan sofralar, o vakit bile hayli kalabalıktır. Gelen fakirlerin çoğu İstanbul'un uzak semtlerinde oturdukları için sahur yemeğini konakta yemez, mutfağa gider, arkasında taşıdığı zembilindeki kaplara akşamdan kalan yemeklerden koyup dönerler. Sahura kalanlar genellikle yakında oturanlardır. Kışın ise sahur vakti hayli geç olur, böyle zamanlarda misafirler sahura üç dört saat kala gelir, ne varsa nasiplerini yüklenir ve gece karanlığında evlerinin yolunu tutardı. > En'âm sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Bir kimse, sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, En'âm sûresinin başındaki üç âyet-i okursa, Allahü teâlâ, o kimse için yetmiş bin melek vazîfelendirir, bunlar kıyâmete kadar o kimse için istiğfâr ederler." "Kim En'âm sûresini, arasına dünya kelâmı sokmadan okursa, Allahü teâlâ o kimsenin geçmiş günâhlarını affeder." "Hâlis bir niyetle kılınan iki rek'at namazda, Fâtihadan sonra En'âm sûresini okuyan, her türlü tehlikelerden korunur." "Kim En'âm sûresini gece ve gündüz okursa, yetmiş bin melek ona istiğfâr eder ve onun için af diler." Hazret-i Ömer buyurdu ki: "En'âm sûresi Kur'ân-ı kerîmin en fazîletli sûrelerinden biridir." İmâm-ı Şâfiî buyurdu ki: "Her kim sabah ve akşam sûre-i En'âm'ın başındaki üç âyetini yedişer defa okuyup ellerine üfleyerek vücûdunu mesh ederse, hastalık ve ağrılardan emin olur." > Kardeş payı Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, "Padişahım ben senin kardeşin olayım da bir altın veresin. İnsafa uyar mı?" dedi. Fatih "Neden benim kardeşim oluyorsun?" diye sordu. Kalender "Adem evladı değil miyiz?" deyince Padişah "Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düşmez" cevabını verdi. > Kapıları kilitlemek gerekmez "... yankesicilik, dolandırıcılık, anahtar uydurma, kırıcılıkla çalma, pencereden girme vesair süretle yapılan hırsızlıklara gelince, işte o gibi vakalar son derece nadirdir. Bu muazzam payitahtta dükkancı herkesçe malum olam namaz saatlerinde dükkanını açık bırakıp gittiği ve geceleri evlerin kapıları alelâde bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vak'ası bile olmaz. Ahâlisi sırf Hıristiyanlardan mürekkep olan Galata ve Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinâyet vak'alarının duyulmadığı gün yoktur. Son zamanlarda Daily News gazetesinde neşredilen mektubunda bir İngiliz seyyahın anlattığı şu menkıbeyi lütfen dinleyin: Bugün kendi eşyamla yol arkadaşım olan eski bir Macar zâbitin eşyasını nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar, portmantolar, paltolar, kürkler, atkılar hep açıktaydı. Bu sırada bir Türk bana refâkat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini koşumdan çıkarıp bizim bütün eşyamızla beraber sokağın ortasına bıraktı. Ben onun uzaklaştığını görünce: - Burada birisi kalmalı!, dedim. Yanımdaki Türk hayretle sordu. - Niçin? - Eşyalarımızı beklemek için. Müslüman Türk şu cevabı verdi: - Aa! Ne lüzum var. Eşyalarınız bir hafta gece gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz. Ben bu sözü kabul ettim ve avdetimle birlikte her şeyi yerli yerinde buldum. Şu noktayı da unutmamalı ki, o sırada İslam askerleri mütemâdiyen gelip geçmekteydi... Bu vak'a bütün Londra kiliselerinin kürsülerinden Hıristiyanlara ilân edilmelidir; içlerinden bazıları rüyâ gördüklerini zannedeceklerdir: Artık uykudan uyansınlar!" A. Ubicini, "La Turquie actuelle" - 1855 -------------------------------------------------- > Zeytinyağlı kara lahana dolması Malzemeler : 5 bağ lahana 1 bardak pirinç 1 su bardağı zeytinyağı 1 büyük soğan 1/2 demet maydanoz 1 çorba kaşığı dolusu kimyon tuz karabiber kuş üzümü çam fıstığı 3-4 adet biber 1 adet domates * Hazırlanışı: Lahanaları yapraklarını ayırıp yıkadıktan sonra 15 dakika haşlayın ve üzerine soğuk su gezdirin. Yayvan ve geniş bir teflon tavaya zeytinyağı koyun soğanları rondoda çekilip pembeleşinceye kadar kavurun. Daha sonra doğranmış biberi ilave edin. Yıkanmış pirinçleri de biraz kavrulduktan sonra domates, maydanoz ve baharatları ilave ederek 2 su bardağı su ile birlikte kısık ateşte suyunu çekinceye kadar biraz pişirin. Soğumaya bırakın. Lahanaları dilediğiniz büyüklükte keserek hazırladığınız içle sararak düdüklüye dizip, 1 su bardağı su koyarak pişirin. >> Mercimek Çorbası, Zeytinyağlı Kara Lahana Dolması, Talaş Böreği, Kadayıf

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.