Güçlü ve huzurluyum

A -
A +

Yine her zamanki iş seyahatlerinden biriydi. Ülke ülke gezip distribütörlük talebinde bulunan firmaları denetlemek üzere yola çıkmıştı. O zamanlar Kore'deki otomotiv devi Kia'nın üst düzey yöneticilerinden Mr. Kang'ın yolu bu sefer Türkiye'ye düşmüştü. 90'ların başında canlanan otomotiv sektörüyle birlikte Türkiye'den de hayli talep vardı. İstanbul'a ayak basar basmaz bu talepleri değerlendirecekti, ilk adres kendi deyimiyle en ciddi teklifle karşılarına gelen İhlas Holding'ti. Uzun bir tanışma faslının ardından çaylar içildi, görüşmeler yapıldı, fakat karşısındaki o takım elbiseli kravatlı adamlar her zaman oturup iş konuştuğu bilindik tiplere benzemiyordu. Bu kimseler her iş gezisinde görmekten bıkıp usandığı boyundan büyük laflar eden, dakka başı ahkâm kesen tipler de değildi. Onların sade ve mütevazı tavırlarına şaşırmıştı doğrusu. Derken iyi intibalarla oradan ayrıldı, çıkarken de bir kitap hediye edildi, fazla incelemeye vakti olmadığından çantasının bir köşesine sıkıştırıp oradan ayrıldı. 20 gün daha Türkiye'de kalıp bu işlerin peşinden koşmalıydı. Sayılı günler çabuk geçti ve ülkesi Kore'ye geri döndü. Aklı karışıktı, birkaç gün birlikte olduğu insanlar onu nasıl bu denli etkilemişti, anlayamadı... Çok geçmeden o hediye edilen kitabın yapraklarını karıştırmaya başladı, kitap İslamiyet ve diğer dinler hakkında bilgiler veren ve sonradan Müslüman olmuş insanların hayat hikâyelerini anlatan bir kitaptı. Bitirmesi pek de uzun sürmedi doğrusu, aslında bir arayış içinde olmadığı da söylenemezdi, zira son 5 yıldır kilisenin kapısına dahi uğramamıştı. İnsanın ruhuna işliyor Kitapta İslamiyetle ilgili mantıki ve aynı zamanda insanın ruhuna kadar işleyen cazibeli ifadelerin olduğunu kaydeden Kang, "Okuduklarım beni adeta cezbetmişti. Emir ve telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyla mantıki ve faydalı şeylerdi. Diğer dinler, yalnız maneviyata hitap eden bir takım garip, abes fikirler ihtiva ederken İslam dini, insanın hayatta ne yapması gerektiğini de öğreten ameli bir din gözüküyordu" diyor. Türkiye'de tanıştığı Müslümanların kendine karşı gösterdikleri sevgi ve muhabbetten çok etkilendiğini sıkça dile getiren Kang, "Kia'da çalıştığım dönemler Türkiye dahil olmak üzere tüm Arap ülkeleri pazarıyla ilgilendiğim için çok geziyordum, Müslüman ülkelerdeki hayat tarzı ve İslamiyet hakkında kısmen de olsa bilgi sahibiydim aslında, ancak beni o yol ayrımına sokan en önemli şey Türkiye'deki Müslümanlardan gördüğüm muameleydi, birkaç gün birlikte olmama rağmen kimse beni bu denli etkilememişti. Onları tanıyınca sanki 'bunlar dünya insanı değil' dedim içimden. Çok sonraları anlamıştım, marifetin o kimselerde değil, inandıkları dinde olduğunu..." diyor. Ülkesine döndükten sonra o insanlarla iletişimini koparmadığı söyleyen Kang, uzun süre manevi açıdan Türkiye'den beslendiğini ifade ediyor. Yol ayrımına doğru Yol ayrıma geliş sürecinin çok da uzun olmadığını anlatan Kang, İslam'ı kabul etmesini ise şöyle anlatıyor: "Kore'de olduğum dönemler İhlas Holding'ten tanıdığım Osman Ağaoğlu beni ziyarete gelmişti. Yaşadığım hassas dönemi ve karar verme aşamasında olduğumu da biliyordu, içimde en küçük bir tereddüt yoktu ama 'evet' demek zannedildiği gibi kolay da değildi. Her yönüyle iknâ olsanız bile geçmişinize bir sünger çekip, her şey sil baştan diyebilmek emin olun ki çok zordu. Ama o buluşma anı her şeyi bir anda siliverdi aklımdan, nefsimi değil, artık kalbimi dinliyordum ve 'evet' dedim. O yüksek sesle Kelime-i Şehâdet getirdiğimi dün gibi hatırlıyorum ve her defasında şükrediyorum. Ben, ne yolumu şaşırdığımdan, ne de Hıristiyanlara kızdığımdan veya ani bir karara kapıldığımdan dolayı değil, tam aksine inceden inceye tetkik ettikten, büyüklüğünü, ulviyetini, ciddiyetini iyice anladıktan sonra Müslüman olmuştum, artık kuş gibi hafif ve rahattım" diyor. Türkiye'de geçen günler Müslüman olduktan hemen sonra çalıştığı şirketten ayrılan Kang'ın ilk işi kendisiyle birlikte İslam'ı kabul eden eşi ve iki çocuğunu alıp Türkiye'ye gelmek olmuş. İstanbul'da tanıştığı insanlarla iki ay boyunca iç içe yaşadığını kaydeden Kang, "Hayatımın en anlamlı günleriydi diyebilirim. Artık kendimi daha güçlü ve huzurlu hissediyordum. Eşim tesettüre girmişti, çocuklarıma yavaş yavaş mensubu olduğumuz yeni dini öğretmeye başlamıştık. Yine aynı camiadan Abdullah İsmet isminde benim gibi sonradan Müslüman olmuş Amerikalıyla tanışmıştık. Onunla iki ay boyunca altlı üstlü oturduk, ondan aldığımız desteği ve yakın alakayı hâlâ unutamıyorum" diyor. İslam'ı seçtikten sonra Enver ismini aldığını söylüyor. Zorluklara göğüs gerdik Ülkesine döndükten sonra ailece yeni bir hayata merhaba diyen Enver Kang, beraberinde bazı zorluklara da göğüs germek durumunda kalmış. Eşinin tesettürlü olması, namaz kılacak mekân bulma problemi, çocuklarının bir Müslüman gibi yetişmesi derken, zaman içinde bunları da aşmasını bilmişler. Şimdi Enver Kang'ın kendine ait bir şirketi var ve muhtemel tepkilerden nispeten uzak yaşıyor. Askerde olan oğlu ve 17 yaşındaki kızı, anne ve babaları gibi İslamiyet'i lâyıkı ile yaşamaya çalışıyor. Müslüman olduktan sonra kendini çok huzurlu ve güçlü hissettiğini söyleyen Enver Kang, "Bugüne kadar İslamiyet'in emrettiği her hususa iki elle sarılmaya çalıştım ve bundan büyük bir lezzet duydum. Allahü teâlânın kudretinin, rahmetinin ve inâyetinin hudûdu olmadığını anladım. Hayat yolunda bizim taşıyabileceğimiz ve öteki dünyaya da götürebileceğimiz biricik servet, Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek ve O yüce kudret sahibine sevgi ile bağlanıp, Ona ibadet etmek o kadar" diyor. İlerde Türkiye'ye yerleşmek gibi bir planınız var mı? diye sorduğumuzda, "İşlerimi biraz daha yoluna koyayım, nihai hedefim elbette bu" diyor ve ekliyor, "Ben İslamiyet kıvılcımını Türkiye'den aldım ve öldüğümde de bir Müslüman mezarlığına gömülmek istiyorum..." Kul hakına riayet! Avrupalıların Muhteşem Süleyman adını verdikleri Kanunî Sultan Süleyman, 250 bin askeriyle Mohaç muharebesine çıkmıştı. ordu günlerce Avrupa ortalarında yol alırken çeşitli bağ ve bahçelerden de geçiyor ve Osmanlı Türk askerinin geldiğini gören köylüler evlerini ve tarlalarını bırakarak dağa kaçıyorlardı. Çünkü onlara göre, düşman girdiği yerde canlı bir insan bırakmaz, ya esir alır ya öldürürdü. Meşhur Avusturyalı tarihçi Hammer'in yazdıklarına göre, yemyeşil bağ ve bahçelerini olduğu gibi bırakıp dağa kaçan Macarlar, artık her şeylerinden vazgeçmişler ve canlarını kurtardıklarına seviniyorlardı. Onlar, 250 bin-askerin geçtiği bağdan hayır beklemezken, ordu geçip gittikten sonra gelip tarlalarını gezdiklerinde hakikaten tarlalarındaki üzümlerin yendiğini, fakat her salkımın yerine bir liranın bağlanmış olduğunu hayretler içinde gördüler. Beklemedikleri bu manzara ile karşılaşan Macarlar, sanki Osmanlıların tarlalarından geçmesine sevinmişlerdi. Çünkü Osmanlı ordusu o zaferlere îmanları ile erişiyorlar, îmanları ise onlara kul hakkına tecavüze asla müsaade etmiyordu. Her güne bir dua Yolculukta okunacak duâ Evden çıkarken "Ayet-el kürsi"yi okuyan, eve dönünceye kadar belâlardan emin olur. Hadis-i şerifte buyruluyor ki: "Evinden çıkarken 'Bismillah, tevekkeltü alellah, La havle vela kuvvete illa billah' diyen, tehlikelerden korunur, şeytan ondan uzaklaşır" Besmele çekerek "Bismillahi mecraha ve mürsaha inne rabbi le gafururrahim" (Hud 41) ayet-i kerimesini okursa, otobüs, tren, taksi gibi her vasıtaya binerken okuyanın kazadan, belâdan, boğulmaktan korunacağı da bildirilmiştir. Yine bir hadis-i şerifte, gemiye binince, Zümer suresinin 67. Ayet-i kerîmesini okuyanın boğulmaktan emin olacağı bildirilmiştir. (Kurtubi) Yolculuğa çıkan iki rekat namaz kılmalı ve sadaka vermelidir. Zahid Ebül-Hasen-i Gazvi Hazretleri, "Yolculuğa çıkarken, Kureyş suresini okuyan, bütün kötülüklerden emin olur" buyurdu. Maziden nükteler Her peygamber için bir akçe Fatih Sultan Mehmed, yalnız gezmeyi severdi. Rivâyet edilir ki, bir gün kılık değiştirip tek başına gezerken adamın biri onu tanımış. Yanına varıp, "Allah yüz yirmi dört binden ziyade Peygamber gönderdi. O Peygamberlerin her biri aşkına bana bir akçe ver" demiş. Sultan Mehmed bakmış ki istediği dünya akçe ediyor yapıştırmış cevabı, "Hoş, sen o peygamberlerin isimlerini birer birer söyle, ben de her biri için birer akçe vereyim" Adam bu söz üzerine ıkınmış, sıkılmış derken sadece beş on peygamberin ismini sayabilmiş. Sultan Mehmed de sayabildiği Peygamber adedince akçeyi verip oradan uzaklaşmış.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.