Osmanlı'nın, temellerindeki en sağlam harçların başında, Resûlullah sevgisi gelir ki bu sevgi sadece O'na değil, kutsal beldesine karşı duyulan derin muhabbet, hürmet ve sadâkatti. Osmanlı'nın hedefleri arasında hiç kuşkusuz rızâ-yı Bâriyi kazanmak kadar Peygamberimizin hoşnutluğuna mazhar olmak da vardı. İşte bu asil duygular, her sene İstanbul'dan Anadolu ve Suriye üzerinden sıcak çöllere, kutsal topraklara, Mekke ve Medîne'ye doğru, başında özenle ve ihtişamla süslenmiş özel bir kervanın yola çıkmasına vesile olurdu. Bu, Osmanlı padişahlarının, Mekke ve Medine'nin (Harameyn), ileri gelenlerinden en yoksullarına kadar dağıtılmak üzere özel bir törenle gönderdikleri kervandı. "Surre alayları" denen bu kervanda, Mekke Şerifine ve diğer vazifelilere gidecek hediyeler ile Kâbe ve Ravda-i Mutahhara ve sahabe mezarları için özel olarak hazırlanan örtülerle elyazması Kur'an-ı Kerîmler, tesbihler, altından, gümüşten, değerli taşlarla süslü şamdanlar, buhurdanlar, askılar, kandiller ve halılar bulunurdu. Surre Alayları, hac mevsiminden önce, receb ayında yola çıkar, Şam'da ramazan ayını geçirdikten sonra, Mekke'de gönderilen hediyeleri dağıtır, haccı edâ eder ve dönerdi. Padişah ve sultanların yanı sıra halktan da dileyenler kudretleri miktarınca Harameyn fukarasına para ve hediyeler gönderirlerdi. Hediyeleri alanlar, gönderenler için mukaddes makamlarda yıl boyunca dua eder, ayrıca aynı meşin torbalara kına, sürme, gümüş yüzük, hurma gibi ufak tefek hediyelerle mukabelede bulunurlardı. İhtişamlı törenler İstanbul'daki törenler, Topkapı Sarayı'nda yapılır, padişah, alayı bu köşkten uğurlardı. Törende, bütün erkân hazır bulunur, sonra da tatlılar yenir, kahveler içilirdi. Bu sırada Surre Defterleri imzalanıp, tuğralanırdı. Şerbet ve buhur verilir, herkesin koynuna birer "boyama" ve "yemeni" konulurdu. Büyük bir yemek ziyafetinden sonra Kubbealtı'nın karşısına kurulan çadırda, bütün bu zevât, padişahın teşrifini beklerdi. Padişah, Kubbe-i Hümâyûn'a yerleştikten sonra, çadıra "Surre Keseleri" getirilir ve sayılırdı. Surre Defterleri ve Surre Keseleri, padişah mührü ile mühürlendikten sonra, Dârü's Saâde Ağası, Mekke Şerif'ine gönderilen mektup, (Nâme-i Hümâyûn) ile birlikte, bunları Surre Emini'ne teslim ederdi. Harameyn'e gidecek ekip (Surre Emini ve Sakabaşılar), Dârü's Saâde Ağası ile birlikte padişahın önüne dizilir, bu sırada Selâtin Şeyhleri ve İmamlar Kur' an'dan sûreleri, Müezzinler mevlidden Peygamber Efendimizin yüceliğini anlatan kısmı Nâtı Nebevî okurlar, son dualardan sonra yazıcı efendi surreleri verir, artık "Mahmili Şerif" adını alan emanetler, Surre Devesi'nin sırtında, Kubbe-i Hümâyûn önünde dolaştırılırdı. Surre Alayı, saraydan çıktıktan sonra gemiyle Üsküdar'a geçer, burada yolculuğa hazırlanır ve Harameyn'e doğru yola çıkardı. Alayın İstanbul sokaklarından geçişi sırasında başta resmi elbiselerini giymiş 12 atlı çavuş ve 12 zaim bulunurdu. Bunları yaya olarak yürüyen 60 baltacı, iki müjdecibaşı, 8 kapıcıbaşı, Surre Emini, kethudası, etrafı 30 kadar baltacı ile sarılmış Surre Devesi, yedek deve ile para ve hediyeleri taşıyan 8 katır takip ederdi. Bu ağırbaşlı kafileyi de akkâm denilen ve Araplardan oluşan 50-60 kişilik bir kafile takip ederdi. Bütün İstanbul halkı da bu muazzam kafilenin seyrine çıkardı. Uzun bir yolculuktan sonra kutsal topraklara ulaşırdı... Gönderilen surre miktarı pek de azımsanacak cinsten değildi; Sultan II. Bayezid döneminde tayin edilen surrenin miktarı 14 bin altın, III. Murad zamanında 7488 sikke, Sultan IV. Murad devrinde 1254 sikke, Sultan I. Mahmud zamanında 86.094 kuruş, Sultan I. Abdülmecid zamanında 168.512 kuruş, Sultan II. Abdülhamid devrinde, İstanbul'dan Şam'a tahsis edilen surrenin miktarı 43.367, Mekke-i Mükerreme'ye 72.926, Medine-i Münevvere'ye tayin edilen surrenin miktarı 311.551 kuruştu. Son olarak Sultan V. Mehmed zamanında tahsis edilen surrenin miktarı 24.847 kuruş, Medine-i Münevvere halkına tayin edilen surrenin miktarı ise 35.885 kuruştu. Vakıfların yardımları Gönderilen surrenin dışında Osmanlı başkentinde Harameyn, özellikle de Medine yararına kurulan vakıflar son derece yaygındı. 1588-1589'da Anadolu ve Rumeli vakıflarının düzenli geliri 4.206.142 akçe olarak kaydedilmişti, bu 35.051 Osmanlı altınına tekabül ediyordu. İstanbul'da 16. yüzyılın sonlarında 355 gramlık ekmek bir akçe ve bir tavuk 14-16 akçeye satıldığını düşünürsek bu ciddi bir meblağ tutuyordu. Bu büyücek kent merkezlerinin dışında, Hicazlı yoksullar yararına vakıflar, genellikle Osmanlı memurları ve kimi zaman da padişah ailesi mensuplarınca kurulmuşlardı. Sultan I. Selim'in annesi, Medine yoksullarına yılda 1000 altın eşrefiyenin dağıtılmasını emretmişti. Bu para, İstanbul'da Sultan II. Bayezid halk hamamı müşterilerinin ödedikleri ücretten alınacaktı. Meselâ, Sultan II. Murad, seyyidlere ve şeriflere her yıl 1000 filori dağıtmaktaydı. Kezâ, II. Murad, Balıkhisar bölgesinde yaptırdığı köprünün geçiş ücretini de Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kuds-i Şerif ahalilerine vakfetmişti. Diğer yandan Fatih Sultan Mehmet seyyidler, fakirler ve oraya hizmet eden kimseler için 7 bin altın tahsis etmişti. Seyyidler ve şerîfler Müslümanların kalplerinde yaşattıkları, coşkun Ehl-i Beyt sevgisi, onların tarih boyunca, Resûlullah'ın torunlarının soyundan gelenlere de sonsuz bir sevgi beslemelerine ve onları diğer insanlardan ayırt ederek dünyevî muamelelerde farklı bir yere oturtmalarına sebep olmuştu. Öyle ki Abbâsîler, Memlûkler gibi Osmanlı Devletinde de gösterilen hürmetin yanında, onlara ait işleri görmek için seyyid ve şerîflerden seçilen "Nakîbüleşrâf" adı verilen bir memur tayin edilmişti. Nakîbüleşrâfların resmî dâireleri, kendi konaklarında bulunur, maiyetinde çalışanlar da bu konaklarda hizmet ederlerdi. Taşrada da yine sâdâttan olmak üzere, nakîbüleşrâf kaymakamları, seyyid ve şerîflerin isimlerini ihtivâ eden defterler tutarlardı. Padişahtan sonra en yüksek kademeli kişi olan Nakîbüleşrâf, Peygamber efendimizin torunlarının işlerine bakar, neseplerini kayıt ve zapteder, doğumlarını ve vefâtlarını deftere geçirir, onları adi işlere ve şanlarına uygun olmayan sanatlara girmekten men ederdi. Fenâ hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu. Onları her türlü vergiden muaf tutan Osmanlı, geçimlerini sağlayacak kadar arazi verir, hayvan beslemeleri sağlayarak geçimlerini güvence altına alır ve askerlikten de muaf tutardı. Seyyid ve şerîfler, halk arasında belli olmaları için, kıyâfet olarak yeşil sarık sarar ve yeşil cübbe giyerlerdi. Sadaka malın kiri sayıldığı için, Şerif ve Seyyidlerin sadaka almaları yasaklanmış ve onların zekat almaları da uygun görülmemişti. Her güne bir dua Şehid olmak için... Her gün yirmi beş kere "Allahümme bârik lî filmevt ve fî-mâ ba'd-el-mevt" okuyanlar, Duhâ yâni kuşluk namazı kılanlar, her ay üç gün oruç tutanlar, yolculukta da vitr namazını terk etmeyenler, ölüm hastalığında, kırk kere "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn" okuyanlar, her gece Yasîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devamlı olarak mudârâ edenler yâni dîni korumak için dünyalık verenler, her sabah veya akşam devamlı olarak üç kere "E'ûzü billâhissemî'il'alîmi mineş-şeytanirracîm" ile (Haşr) sûresinin sonunu okuyanlar "Âhiret şehîdi" olurlar. Peygamberimiz buyurdu ki: "Bu duâyı okuyan kimse, duâyı sabahleyin okursa ve akşama kadar ölürse, şehit derecesine vâsıl olarak ölür. Akşamleyin okursa, yine sabaha kadar ölürse, aynı şekilde aynı dereceye ulaşır. Duâ şudur: Allahümme ente rabbî lâilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve vaadike mesteta'tü eûzü bike min şerri mâ sana'tü ebûü leke bi-ni'metike aleyye ve ebûü bi zenbî fağfirlî zünûbî feinnehû lâ yağfirüzzünûbe illâ ente. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn. Oruç ve sağlık Damar sertliğine birebir Orucun insan sağlığına tesîri, sayılamayacak kadar çoktur. Bunların içinden en önemlileri olarak karaciğer ve damarlar üzerindeki etkileri olarak bildirilmiştir. Karaciğer, vücûdun, muazzam bilgisayarlarla çalışan kimya laboratuvarı gibidir. Karaciğer, bir taraftan sindirim için çok büyük mesele olan yağları sindirir, eritir, diğer taraftan da besinleri depo eder, ihtiyaca göre onları çözer. Ayrıca karaciğer, vücûda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir. Kemik iliğinde kan yapan hücreler için, temel maddeler hazırlar. Vitamin ve hormonlar ile kandaki iyot dengesinin bütün faaliyetinden karaciğer sorumludur. Bunun için karaciğer hücreleri, yirmi dört saat durmadan çalışmak mecburiyetindedir. Çok yemek ve içmek, karaciğer hücreleri için çok zararlıdır. Aşırı derecede çalışan karaciğer hücreleri, ramazan-ı şerîfte, oruç tutmak suretiyle dinlenmektedir. Böylece karaciğer, bir sene müddetle daha kuvvetli çalışma imkânı bulmaktadır. > Bir çift ayakkabıya servetini verdi Bir gün Hâce Nizâmüddîn'in her tarafa yayılan cömertliğini duyan fakir bir adam, Hindistan'ın uzak bir yerinden yola çıkıp, mâlî sıkıntısını halletmek için, ondan çok miktarda yardım almak ümidiyle Dehli'ye gelir. Fakat o gün hazret-i Hâce'nin, bir çift eski ayakkabısından başka verebilecek bir şeyi yoktur. Zavallı adam, bu yüce şahsiyetten aslâ böyle bir hediye beklemiyordur; fakat onu reddetmeye de cesâret edemez. Bununla berâber, içinden, çok rahatsız olur ve bu büyük zâttan böyle kıymetsiz bir hediye aldığı için, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Geri dönüşünde, yol üstünde gece dinlenmek için bir handa kalır. Yine aynı gece Emîr Hüsrev, Bengal'den bir iş gezisinden, Dehli'ye dönüyordur. Dehli'nin en zengini olarak bilinen Emîr Hüsrev, ihtişamlı maiyet, hizmetçiler ve zenginliklerle oraya varıp, aynı handa kalır. Ertesi sabah Emîr Hüsrev kalktığında, hayret edip; "Şeyhimin kokusunu duyuyorum" diye bağırır. Han didik didik aranır ve sonunda tenhâ bir köşede, geceleyin Dehli'den gelen fakir bir yolcu bulunur. Dehli'de kaldığı zaman hazret-i Nizâmüddîn-i Evliyâ'nın yanına gidip gitmediği sorulduğunda, adam üzüntülü bir şekilde; "Evet, hakîkatte ben bu uzun seyâhati, sadece o büyük velîyi görmek ve sıkıntılarımı halletmek ve onun cömertlik ve ihsânından faydalanmak için yaptım. Eski ayakkabıları göstererek; fakat beni sadece kendisinin bu kıymetsiz ayakkabıları ile gönderdiği için üzgünüm" diye cevaplandırır. Aşk ve muhabbetle yanan Hüsrev, derhâl adamdan; bütün bu büyük servet, köleler ve sâhib olduğu her şey karşılığında ayakkabıları kendisine vermesini ister. Nakledildiğine göre, o zamân Emîr Hüsrev, diğer kıymetli eşyâlarından başka 500.000 gümüş para taşıyordur. Zavallı adam, bunu bir şaka kabûl eder. Fakat Hüsrev, üzerinde durarak, yeminle teklifini tekrarlar ve hemen, sevgili hocasının ayakkabıları karşılığında bütün servetini vererek pazarlığı bitirir ve o ayakkabıları büyük bir hürmetle el üstünde taşıyarak, Hazret-i Nizâmüddîn'e geri verir. > Hadis-i Şerîf Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teâlâ, onu cehennem azabından azat eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevap verilir. Oruç tutan kimse, yalan sözü terk etmezse, o kimsenin yiyip içmeyi terk etmesine Allahü teâlânın ihtiyâcı yoktur. Zekâtın verilmesinde, açıktan [âşikâre] vermek evlâdır ki, insan iftiradan kurtulur. Nâfile sadakayı gizli vermelidir ki, kabûl ihtimâli fazla olur. [Se'âdet-i Ebediyye: 99.] Abd-i makbûl [makbûl kul], Allahü teâlânın rızâsına râzı olandır. Kendi rızâsına tâbi' olan, kendine kuldur. [Se'âdet-i Ebediyye: 1015.] > Kayseri mutfağından Kayseri Mantısı Malzemeler: * 2 su bardağı un * 1 adet yumurta * 1 çay bardağı su İçi için: * 150 gram az yağlı kıyma * 2 adet soğan * Yarım demet maydanoz * 3 su bardağı et suyu Sosu için: * Sarımsaklı yoğurt * Kırmızı toz biber * Tereyağı Hazırlanışı: Önce un, yumurta, su ve tuzu yoğurarak sert bir hamur yoğurun. Hamuru 20 dakika dinlendirin. Kıyma, maydanoz, rendelenmiş soğan ve tuzu iyice karıştırıp mantının içini hazırlayın. Hazırladığınız hamuru oklava yardımı ile kalın bir yufka halinde açın. Yufkayı birer santimlik küçük parçalar halinde kesin. Parçaların kare şeklinde olmasına dikkat edin. Bu karelerin her birine birer parça kıymalı harçtan koyup karşılıklı iki köşesinden elinizle kapatın. Bunları önceden yağladığınız tepsiye döşeyin. Mantı tepsisini fırına sokup üzerleri kızarana kadar 20 dakika 200 derecelik fırında pişirin. Kızarmış mantıların üzerine et suyunu güzelce gezdirin. Yine fırına sürüp mantı suyunu çekinceye kadar pişirin. Üzerine sarımsaklı yoğurt ve kırmızı biberli tereyağı gezdirin. Sıcak olarak servise sunun. > Günün Mönüsü: Mercimek Çorbası, Kayseri Mantısı, Revani