Huzur dolu günler

A -
A +

Ramazan ayı sosyal hayatın, hatta çalışma hayatının da önemli ölçüde değiştiği bir aydı. Öyle ki bu devlet dairelerine bile sirayet etmişti. Ramazanın ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilir, gazeteler çıkmazdı. Ramazanda bütün resmi dairelere memurlar sıra ile devam ederdi. Bunun için ayrıca bir nöbet cetveli düzenlenerek, çalışma odalarına asılırdı. Kış ramazanlarında günler kısa olduğu için, resmi daireler gece açık bulundurulurdu. Hatta 1863 yılı ramazanında Bab-ı Ser Askeri ve Tophane Müşiriyet daireleri gece açık bulundurulup, gündüzleri kapatılmıştı. Bu uygulama ile "Bu ayda, emri altında olanların vazifesini hafifletenleri Allahü teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır." hadis-i şerifinde bildirilen müjdeye kavuşmak istenilirdi. Bu ayda çalışma saatlerinin düzenlenmesi dolayısıyla halkın boş vakti de çok olurdu şüphesiz. Ramazan ayını en iyi biçimde idrak edebilmek için bazı kimseler camilere çekilir, ramazan boyunca ibadetleriyle meşgul olurlardı. Binlerce cami, milyonlarca Müslüman'ın ruhunda serin ve tatlı âhiret rüzgarı estirirdi. Bu ayın hürmetine haramlardan mümkün olduğunca kaçınmak, Kur'an-ı Kerim ve fıkıh kitaplarını okumak ve kaza namazlarını kılmak suretiyle bu mübarek ayı lâyıkı ile geçirmeye gayret gösterirlerdi. Bilhassa Sultanahmet, Süleymaniye ve Fatih Camileri gibi büyük selatin camileri en çok rağbet edilen mâbedlerdi. Eski Ali Paşa'da bulunan Hırka-i Şerifi ziyaret ve öğle namazını kılarak, ikindiye Fatih'e gelmek ve ramazanın ilk cumasını Ayasofya, ikincisini Eyüp Sultan, üçüncüsünü de Fatih ve son cumasını mutlaka Süleymaniye camilerinde kılmak halkımızın ramazana mahsus adetlerindendi. Ramazan, teravihlerle anlam kazanır, akşama kadar işten güçten bu mübarek ayın tadına varamayıp dünyevi işlerle meşgul olan zevât ise ancak yatsı ezanına müteakip camilerin yolunu tutardı. Mahalle araları, minarelerden gelen "Allahü ekber" nidaları birlikte adeta şenlenir, namaza yetişmeye çalışan ahalinin heyecan dolu ayak sesleriyle inlerdi. Türbeler şenlenirdi Ramazanda en çok ziyaret edilen yer şüphesiz İstanbul'un kuşatılmasında şehid düşen, Eshab-ı kiramın meşhurlarından Eyyûb el- Ensâri hazretlerinin (Eyüp Sultan Hazretleri) türbesi idi. Resûlullah'ı Medîne'ye hicret edince evinde yedi ay misâfir eden, bütün gazâlarda bulunan ve yüz elli hadîs-i şerîf bildirmiş olan bu zatı ziyaret etmek için İstanbul dışından bile akın akın Müslümanlar gelirdi. İstanbul'da halkın ziyaret ettiği diğer Evliya kabirleri ise: Abdülfettah-ı Bağdadî Akrî Türbesi, Aziz Mahmud Hüdayî Türbesi, Murad-ı Münzavî Türbesi, Mehmed Emin Tokadî Türbesi, Emir Buharî Türbesi, Sümbül Efendi Türbesi, Merkez Efendi Türbesi, Zenbilli Ali Efendi Türbesi idi. Buralar her zamankinden daha çok dolup boşalır ve Müslümanlar bu mübarek zatların ruhlarından feyz alarak olgunlaşırdı. Sakal-ı şerif ziyaretleri En meşhur Ramazan âdetlerinden biri de, Peygamber efendimizin mübârek sakal-ı şerîflerinden Müslümanlar tarafından alınıp, teberrüken (bereketlenmek için) saklanan ve günümüze kadar gelen "Lıhye-i seâdet" ve "Lıhye-i şerîf" diye de bilinen sakal-ı şerîf ziyâretleriydi. Sakal-ı şerîf Salâtü selâmla bulunduğu yerden alınarak, mihrâbın önünde yüksek bir sehpa üzerine konur. İmam Efendi ve mahallenin güzel sesli hâfızları berâberinde tehlil ve salâtü selâm okunarak önce erkekler tarafından, daha sonra da kadınlar ve çocuklar ziyâret ederdi. Ekseriyetle sakal-ı şerîf bohçasının kenarının öptürülüp başa konulmasıyla ziyâret tamamlanır ve yine aynı saygı ile eski yerine konulurdu. Camilerde kurulan sergiler Ramazan ayında ibadet yerleri dışında ziyaret edilen yerlerin başında cami avlularında kurulan sergiler gelirdi ki burada meşhur hattatların yazıları, kitaplar, bazı antika ve eski madeni tabaklar, saksonya kâseler ve çubuk takımları gibi şeyler bulunurdu. Bazı kimseleri de ramazanda tesbih merakı bir hayli meşgul ederdi. Altın kamçılı, mercan, öd ağacı, anber gibi tesbihler bu alış verişe dahildi. Bu sergilerde diğer rağbet edilen tezgahlar Kur'an-ı Kerim, En'âm-ı Şerif, Yasin-i Şerif ve abdest duaları satan bir hâfız efendilerinki olurdu. Bir de Kapalıçarşıdaki Sandal Bedesteni vardı. Vaktiyle bedesten dolaplarının her birinde birkaç bin kâselik kıymetli eşya bulunurdu. Buraya bazı meclis azaları, kapı kethüdaları gibi kimseler gelir, dolap adı verilen dükkanlara oturarak birbirleriyle sohbet ederlerdi. Burada eski maden ve saksonya tabak ve kâseleri, buhurdan, gülâbdan, şamdan gibi gümüş takımlar, nadide saatler ve diğer kıymetli eşyadan ibaretti. Çok değiştik çok... Eskiden adı "On bir ayın sultanı" idi. Bir hükümdar gibi saltanatla gelirdi. Davullarla, sevinçli bakışlarla, çocukların neş'eli çığlıklarıyla karşılanırdı. Saltanat kalkınca, bu mübarek ayın da ruhlarımız üzerindeki hükümranlığı sona erdi. Şimdi, kendilerine "yobaz, mürteci, ticani, dar kafalı, inkılap düşmanı" denmesinden korkuyormuş gibi, başını öne eğmiş, duvar diplerinde bir gölge halinde kayarak sessizce geliyor. Eskiden gazetelerimizin birinci sayfasında ramazanın geldiğini müjdeleyen cami ve mahya resimli haberlerden eser yok. Avrupa'nın beşinci dereceden bir memuru geldi mi, gazetelerimizin birinci sayfalarında çeşitli fotoğraflar, ramazan geldi mi, iç sayfalarda ya var, ya yok. Laiklik icabı mı bu? Fakat laikliği bizden en az bir iki asır evvel benimseyen Avrupalılardan daha laik olduğumuz iddiasında mıyız? Onların Paskalya v.s. gibi dini günlerindeki sosyal canlılık, hatta coşkunluklarına ne mânâ vereceğiz? Herhangi bir din - Haşa sümme haşa - baştan başa yalan olsa, ifade ettiği büyük bir gerçek daima vardır. Dayanacak hiçbir iman temeli bulunmayan avâre kalpleri bir ümidin etrafında birleştirir ve iyiliğe doğru yöneltir. Ramazan gibi vesilelerle duyulan kollektif heyecan, bir dinin mensuplarını bir birine sevdirmek için az bulunur fırsatlardan biridir. Her türlü din mülahazalarından ayrı olarak, yalnız halkın terbiyesi bakımından sağladığı faydaya göz yummak için, kızıl kafir değil, sadece kızıl olmak kafi. Bu akşam iftar sofrası yerine kokteyl parti hazırlayanları, Ramazan gufran ayı olduğu için, Allahü teala belki affeder ama, yaşayan bir cemiyetin vicdanını affeder mi? Bilmiyor ve sanmıyorum... Peyami Safa -1955 Lâtife-i ramazan O her sene, ben bir kere! Kabineden istifa ederek çekilecekleri rivayet olunan nâzırlardan bazılarının 'niyetim yok' demiş olmaları münasebetiyle Rasim bey şöyle bir fıkra yazıyor: 'Derviş Ahmet de oruçlu imiş, hem de niyeti kavi oruçlu imiş. Yaz, sıcak. Tekkenin duvarı yıkık. Çare yok yapacak. Tam öğle güneşinde tab ve takati kesilmiş. Hararetten dili kurumuş. Nasıl gelirse gelsin diye kalaylı maşrapayı küpe daldırdığı gibi dudak kenarlarından kıllar kaplı yanmış sinesine akıta akıta içmiş. Bir ses duyulmuş: - Ne yaptın be ramazan... Yangını teskin etmekten gelen büyük bir hazla şöyle demiş: Evet, ramazan, biliyorum: fakat bu mübarek her sene gelir, Derviş Ahmet ise bir defa!.. Oruç tansiyona iyi gelir Vücut kendisine verilen fuzuli besinlerin zararından korunabilmek için hazım kanalı organlarının vazifelerinde azaltma yaparak mide-barsak-karaciğer ve böbrek hastalıklarını benimser ve şikayetlere başlar. Orucun hikmetlerinden en çok yararlanan organların başında karaciğer gelir. Bu hayati organ, oruç tutan insanlarda çalışmasını iyice yavaşlatarak 3-4 saat adeta durur ve dinlenir. Bunun neticesinde karaciğer vücuttaki toksinleri kendini hiç yormadan yok ederken "Sinir Sistemi Yorgunluğu" adı verilen hastalığı da tedavi eder. Oruç tutan kişilerde damar cidarındaki eskiden beri birikmiş olan yağlar kan dolaşımına girerek yanar ve vücut dışına atılır. Böylece damarlar temizlenir, damar sertliği yok olmaya başlar. Damar cidarında biriken yağların temizlenmesiyle damarlardaki basınç azalır, yüksek tansiyon normale döner. Damar sertliği ve tansiyon ortadan kalkınca Arterioskleroz denilen felç ve kalp damarlarının tıkanması tehlikesi de ortadan kalkar. Oruçlu iken su azaldığı için, damarlar üzerindeki basınç kalkar ve küçük tansiyon sağlıklı olur. Eşkıyayı kurtaran namaz Eşkıyalar pusuda bir kervanı bekliyorlardı. Fudayl bin İyâd, bir ağacın altında ibâdetle meşguldü. Kervancılardan biri, kervanın sarıldığını görünce kervandaki bütün altınları topladı. Kenarda birinin namaz kıldığını görüp yanına gitti. Namaz kıldığı için onu emin görüp, (bunları sana emanet ediyorum. Sonra gelir alırım.) dedi. Fudayl (şuraya koy!) dedi. Sonra kervanın yanına döndü. Eşkıyaların kervanı soyduklarını, üzerlerinde bulunan diğer malları aldıklarını gördü. Kervan yoluna devam edecekti. O şahıs, altınlarını almaya geldi. Namaz kılanı eşkıyaların yanında görünce, onların reisi olduğunu anladı. İçinden (Eyvah kuzuyu kurda emanet etmişim) diye düşünürken eşkıyaların reisi (Altınlarını koyduğun yerden al!) dedi. Adam altınlarını noksansız koyduğu yerden aldı. Gözlerine inanamadan sevinerek gitti. Eşkıyalar sordu: -Reis, altınları niye verdin? -Bu adam beni iyi bir kimse sanıp altınları bana emanet etti. Emânete hıyanet olmaz. Namazla eşkıyalık birarada yürümez. Ya namaz, kötülüklerden el çektirir, yahut eşkıyalık namazdan alıkoyar. Cenâb'ı Hak, doğru namazın bütün kötülüklerden alıkoyacağını Kur'an-ı kerimde haber vermektedir. Fudayl da, kıldığı namaz bereketiyle eşkıyalıktan, kötülüklerden el çekip hidâyete kavuşmuş ve evliyânın büyüklerinden olmuştur. Düğün Yahnisi Malzemeler: 8 parça kemikli kuzu tti, 5 adet kuru soğan, tarçın, karanfil, 2 çorba kaşığı margarin ve yoğurt Yapılışı: Kuzu etini iyice yıkadıktan sonra bir tencereye koyup bol su ile iyice pişirelim. Eti kevgirden geçirip suyunu süzelim. Etleri kemiklerinden ayırdıktan sonra yoğurda bulayıp yağda kızartarak bir tencereye alalım. Etleri kızarttığımız yağda halka halka doğradığımız soğanları pembeleştirelim. Tarçın, karanfil ve tuzunu da ilave ederek kavuralım. Kavurduğumuz malzemeyi tencereye aldığımız etlerin üzerine yağı ile birlikte ilave edelim. 20 dakika kapağı kapalı olarak pişirdikten sonra servis yapalım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.