Geçtiğimiz yüzyılda yaygın olarak benimsenen materyalist felsefenin, 21. yüzyılda tamamen terk edilmeye başlandığı ve yerini, Allah inancına ve Kur'an ahlâkına bıraktığı görülüyor. 20. yüzyılın sonlarına doğru Batı dünyasında, dikkat çekici bir şekilde Allah'a, dine ve maneviyata yöneliş göze çarpmaya başlamıştı. Özellikle son günlerde, İslam ahlâkının getirdiği barış, hoşgörü ve kardeşlik mesajının tüm dünya gündemine girmesi ve daha iyi anlaşılmaya başlanması sonucunda bu yöneliş hız kazandı. 6 milyona ulaşan Müslüman sayısıyla İslam, ABD'de en hızlı büyüyen din konumunda. İstatistiklere göre her yıl 25 bin kişi Müslüman oluyor ve 11 Eylül'den sonra İslam'ın büyüme hızı ise 4 kat artmış durumda. Bunun en önemli göstergelerinden birisi ise, saldırılardan sonra uzun süre pek çok eyalette, Kur'an-ı Kerim'in en çok satılan kitap olması. Rakamlar çok net bilinmese de Kur'an-ı Kerim'in İngilizce baskısını yapan yayınevlerinden biri olan ünlü Penguin Books, 11 Eylül sonrasında 20 bin ek baskı yaptığını açıklamıştı. Bu değişim Amerikan ordusuna da sirayet etmiş durumda. 1990'ların başında 2500 Müslüman'ın görev yaptığı Amerikan ordusunda, bugün yaklaşık 15-20 bin Müslüman görev yapıyor. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam'ın hızlı bir yükselişi devam ediyor. Birleşmiş Milletler'in 1999 yılında yaptırdığı bir araştırma, Avrupa'da Müslüman nüfusun 1989 ile 1998 arasında yüzde 100'den daha büyük bir hızla arttığını gösteriyor. Bugün Avrupa'da, 3.2 milyonu Almanya'da, 2 milyonu İngiltere'de, 4-5 milyonu Fransa'da, diğerleri de başta Balkanlar olmak üzere Avrupa geneline yayılmış yaklaşık 13 milyon Müslüman yaşadığı biliniyor. Avrupa'daki Müslümanlarla ilgili yapılan araştırmaların ortaya koyduğu bir başka gerçek de Müslümanların sayısı artarken, bir yandan da Müslümanlar arasında dini bilinçlenmenin de artıyor olması. Fransız Le Monde gazetesinin yaptırdığı bir ankete göre Avrupa'daki Müslümanlar, 1994 yılında yapılan araştırmaya oranla daha çok namazlarına devam edip daha çok camiye gidiyor. Keza oruç tutanların sayısı da 1994'e oranla çok daha fazla. Yapılan araştırmalar İslam'a dönenlerin, zaman zaman iddia edildiği gibi, eğitimsiz kişiler değil, tam tersine çoğunlukla üniversite eğitimi almış ve kariyer sahibi kişiler olduklarını gösteriyor Batılı araştırmacıların çalışmalarına göre bundan yaklaşık 50 yıl sonra Avrupa, İslam'ın en önemli yayılma merkezlerinden biri olacak. Son yirmi yıl içinde 20 bin kişinin İslam'a döndüğü tahmin edilen İngiltere'de, 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi İslam'a yöneliş daha da hızlanmış durumda. Sadece Manchester Camisi'nde 11 Eylül'ü takip eden ilk haftalarda Müslüman olanların sayısı 16'yı bulmuş. İslam'ın hızla yükseldiği Avrupa ülkelerinden biri olan Danimarka'da devletin resmi dini olan Protestanlıktan sonra Müslümanlık geliyor ve ülkedeki Katoliklerin sayısı ise Müslümanlardan daha az. "Danimarka'nın Geleceği: Her İki Kişiden Biri Müslüman" haberleri ile bu yükseliş Danimarka basını tarafından da ele alınıyor. Danimarka'da yaşayan ünlü sosyolog Eyvind Vesselbo yaptığı araştırma neticesinde, yakın gelecekte Danimarka nüfusunun yarısının Müslüman olacağını bildiriyor. Araştırmalara göre nüfusu yaklaşık 10 milyon olan İsveç'te 300 binden fazla Müslüman bulunuyor. İsveç devleti geçtiğimiz yıllarda aldığı bir kararla, vatandaşları arasında İslam'a olan yönelişin artışı sebebiyle Kur'an'ın İsveççeye tercüme edilip, Müslümanların rahatça ibadet edebilecekleri büyük bir caminin yapılabilmesi için özel ödenek ayırmıştı. İsveç Devleti bu projelerin yanı sıra İsveç'te bulunan ve İslâmi eğitim veren okullar için de ayrı bir yardım fonu oluşturdu. Müslümanların sayısının gittikçe arttığı İsveç'te devletin yürürlüğe koymayı planladığı bir diğer önemli gelişme ise, İslâm'ın İsveç'te resmi olarak tanınan bir din haline getirilmesi. Toplam 240 mescit ve caminin bulunduğu Belçika'da da İslam'ın hızlı yükselişi devam ediyor. 90'lı yılların başında Belçika'daki Müslümanların sayısı 285 bin civarında idi. Bugünlere gelindiğinde bu rakam 350 binleri aştı. Bugün İslam Belçika'da Yahudilik ve Protestanlığı geride bırakarak Katoliklikten sonraki ikinci din konumuna geldi. Müslümanların inanç ve ibadet özgürlüğünü koruma altına alan kanunu daha 1974 yılında çıkaran Belçika devleti, ülkede yaşayan Müslümanlara, tıpkı Katolikler, Protestanlar ve Yahudilere olduğu gibi dinlerini yaşama ve anlatma özgürlüğü tanıdı. Bu kanunun en önemli uygulamalarından birisi, İslami okullar dışında, devlet okullarında da İslam dersi okutulmasının sağlanması oldu. Belçika'da şu anda yaklaşık 700 Müslüman öğretmen devlet okullarında ders veriyor ve bu öğretmenlerin maaşları ve giderleri devlet tarafından karşılanıyor. Günümüzde sayıları 20 milyonu bulan Müslümanlar, Rusya nüfusunun yüzde15'ini oluşturuyor. Üstelik Müslüman nüfusun çoğunluğu, diğer ülkelerde olduğu gibi göçmenler veya yabancılar değil, bin yılı aşkındır bu topraklarda yaşayan kimseler. Komünist rejim boyunca camilerin kapatılıp depolara çevrildiği, din adamlarının tutuklanıp sürüldüğü, Müslümanların dinlerini yaşamamaları için çeşitli baskıların uygulandığı Rusya'da bugün halk akın akın İslam'a yöneliyor. Bu yöneliş göz ardı edilemeyecek yansımaları da var. 1998 yılında Rusya'da ilk İslâmi üniversite olan Rus İslami Üniversitesi kurulması, Tataristan'da Sovyet döneminde 18 olan cami sayısının 1000'i geçmesi Rusya'da İslam'ın yükselişini gösteren örneklerden bir kaçı. Damar sertliğine bire bir Orucun insan sağlığına tesiri, sayılamıyacak kadar çoktur. Bunların içinden en önemlileri olarak karaciğer ve damarlar üzerindeki etkileri olarak bildirilmiştir. Karaciğer, vücûdun, muazzam kompüterlerle çalışan kimya laboratuvarı gibidir. Karaciğer, bir taraftan sindirim için çok büyük mesele olan yağları sindirir, eritir, diğer taraftan da besinleri depo eder, ihtiyaca göre onları çözer. Ayrıca karaciğer, vücuda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir. Kemik iliğinde kan yapan hücreler için, temel maddeler hazırlar. Vitamin ve hormonlar ile kandaki iyot dengesinin bütün faaliyetinden karaciğer sorumludur. Bunun için karaciğer hücreleri, yirmi dört saat durmadan çalışmak mecburiyetindedir. Çok yemek ve içmek, karaciğer hücreleri için çok zararlıdır. Aşırı derecede çalışan karaciğer hücreleri, Ramazan-ı şerîfte, oruç tutmak suretiyle dinlenmektedir. Böylece karaciğer, bir sene müddetle daha kuvvetli çalışma imkânı bulmaktadır. Bugün yapılan tıbbî araştırmalarda, gençliğinden itibâren oruç tutan kimselerin karaciğer bozukluğu ile ilgili rahatsızlık çekmediği tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalarda, zayıf, güçsüz kimselerin oruç tuttukları zaman, daha kanlı canlı hâle geldikleri görülmüştür. Orucun, karaciğer üzerindeki bu etkisinin yanı sıra damarlar üzerindeki etkisi de insanı hayretler içinde bırakmaktadır. Damarların en büyük düşmanı, kandaki aşırı besin maddeleri ve bilhassa bu maddelerin yakılamayan artıklarıdır. Bu artıklar, ihtiyarlığın, yıpranmanın sebebi olarak gösterilmektedir. Oruçlu iken, hücre arası su azaldığından, küçük tansiyon azalarak damarların üzerindeki baskı kalkar. Bunun için oruç tutanların damarları ve küçük tansiyonları daima sağlıklı olmaktadır. Bir bostan bekçisi Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem Hazretleri anlatır: Babam Horasan-Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum: - Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emrolunmadın! Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allahü teâlâdan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam. Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helâl kazanmaktan başka hiçbir şey bana huzur vermiyordu. Bazı olgun kişiler, safi helâl kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus'ta iken nice günler bostanlarda bekçilik yaptım. Bir gün bostan sahibinin arkadaşları gelmişti. Adam dedi ki: - Ey bağ bekçisi! Git de narların en iyisinden biraz getir. Bir miktar nar getirdim. Adam narı kesince, ekşi olduğunu gördü. O zaman dedi ki: - Sen bunca zamandır bahçemizde bekçisin; meyve ve narlarımızdan da yiyorsun. Tatlıyı ekşiden ayıramıyor musun? - Vallahi ben meyvelerinizden bir şey yemedim, tatlısını da ekşisinden ayıramam! Adam şaşkın bir edayla bana şunu söyledi: - Hayret bir şeysin yahu! Sen İbrahim Edhem olsan, bundan fazla olmazdın. Ertesi gün bu haber halk arasında yayılıverdi. Meraklı insanlar, gruplar halinde bahçeye akın etti. Gelenlerin çoğaldığını görünce, ben bir yanda saklandım. İnsanlar bahçeye dolarken, aralarından sıyrılıp kaçıverdim... Sabırlarına hayran oldum Dünyaca tanınmış ünlü İtalyan edibi Edmondo De Amicis 1874 yılında geldiği İstanbul'da büyük bir heyecanla ve renkli üslubuyla kaleme aldığı "Costantinopoli" adlı eserinde İstanbul'un sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli ip uçları vermektedir. Ramazan ile alâkalı bölümde aynen şunlar yazılıdır: İstanbul'da arabi ayların dokuzuncusu olan ve Müslümanların oruç tuttukları ramazan ayında bulunduğum için her akşam yazmaya değer bir sahne gördüm. Bütün ramazan boyunca Türklere güneşin doğuşuyla batışı arasında yemek yemek, su içmek, tütün içmek, yasaktır. Hemen herkes bütün gece boyunca bol bol yiyip içer ama güneş görünür görünmez, dini kaideye riayet ederler ve kimse bunu alenen ihlâl etmez. Özellikle halkın gözü önünde olan kimselerin ramazana hürmeten bu ayda bir şeyler yiyip içmemeye özen göstermesi gerekir: Meselâ sandalcılar. Buna inanmak için onları güneşin batışından bir kaç dakika önce Galata Köprüsü'nden görmeye gitmelidir. Dinlenenleri, kürek çekenleri, hemen oracıktakileri, uzaklaşmış olanları sayınca bin civarında sandalcı görürsünüz. Şafaktan beri hiç bir şey yememişleridir, açlıktan üzerlerindeki rehavet hissedilebilinir, yiyecekleri iftariyelikler kayıkta hazır durur, bir güneşe bir yemeğe, bir yemeğe bir güneşe bakarlar. Güneşin batışı top atılarak ilân edilir. Arzuyla beklenen bu andan önce ağızlarına bir yudum su ve bir lokma ekmek koymaları mümkün değildir. Birkaç defa, Haliç'in bir köşesinde bizi götüren sandalcıları yemek yemeye teşvik ettik; güneşi gösterip daima: "Yok! Yok! Yok!" diye cevap verdiler. Güneş dağların arkasında yarı yarıyadan fazla kaybolunca nevalelerini büyük bir zevk ve heyecanla hazırlamaya başladılar. İnce bir ışık kavisinden başka bir şey görünmeyince, istirahat edenlerin, kürek çekenlerin, Haliç'i geçenlerin, Boğaz'da kayıp gidenlerin, Marmara Denizi'nde dolaşanların, Asya sahilinin en tenha körfezlerinde demir atmış olanların hepsi iftarlıkları hazır, gözleri neşe içinde batıya doğru dönerler ve bir ateş noktasından başka bir şey kalmayınca, bin iftariyelik bin ağıza götürülür. Nihayet ateş noktası söner, top patlar ve aynı anda binlerce evde, kahvelerde, dükkanlarda sabırla bekleyen Müslümanlar ilk lokmalarıyla oruçlarını açarlar. Edmondo De Amicis -1874 Ben de gelmedim Recaizâde Ekrem Bey, nezaket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de meşhurdu. Şûra-yı devlette genç bir muavin iken, bir gün Cevdet Paşa'yı ziyarete gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı. Arabasının da orada oluşu buna delildi. Böyle olduğu halde kapıyı açan uşak, içeriye gidip geldikten sonra: -Paşa evde yok! Cevabını getirince, bu yalana canı sıkılan Recaizâde, uşağa: -Öyleyse, dedi, paşaya benim de gelmediğimi söylersin.