Istanbul'un kayıp mabedleri

A -
A +

Hadis-i şerif Ramazan ayı gelince, "Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek" denir. [Nesâî] Ramazan ayı gelince, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder. [Deylemî] Ramazân ayının her gecesinde birkaç bin cehennemlik kişi, cehennemden azâd olur. [Se'âdet-i Ebediyye: 305.] Binlerce yıllık tarihi eserleri bünyesinde barındıran İstanbul, daha çağdaş bir görünüm kazanması bahanesiyle plansız imar hareketlerine kurban gider. Ve bu girişimlerin hemen hepsi adeta devlet eliyle tarihin yok edilmesine varan vurdum duymazlıkla yapılır. 19. yüzyılın başından bu yana, en fazla tarihi eser kıyımı yerel yönetimler, hükümdarlar, başbakanlar, yani devlet eliyle, yönetici kurumlar eliyle olur. Tabir yerindeyse "resmi" yıkım, Osmanlı yönetimindeki Batılılaşma eğiliminin istikrar kazandığı III. Selim döneminde başlar. II. Mahmud döneminde de resmi yıkımlar yoğunlaşarak devam eder. II. Meşrutiyet döneminde iktidarlar değişir. II. Abdülhamid Hanı kötüleyen II. Meşrutiyet iktidarı gelir, fakat eski eser yıkımında müthiş bir süreklilik vardır. Tek parti dönemine gelindiğinde, başkent Ankara'ya büyük para ve emek harcandığı için İstanbul'un imarında göreceli bir yavaşlama olur, ama yine de yerel yönetim tarihi eser yıkma konusunda boş durmaz. 1950-60 arası, kuşkusuz, İstanbul'da tarihi doku eser kıyımında ulaşılan bir doruğu temsil eder. Büyük paralar harcanarak, eski kentin içinde yeni ulaşım arterleri açılır ve bunun gereği olarak pek çok tarihi eser yok olur. Bunlar anıtsal eserler değildir, ancak kentin asıl iç dokusunu meydana getiren küçük cami, mescit, medrese, hamam, hazire, sebil türünden yapılardır ve on sene içinde bunlardan birkaç yüz tanesi yerle bir edilir. > Karaköy'ün göz bebeğiydi 1893'te İstanbul'a gelen ve daha sonra saray mimarı olup 1909'a kadar kentte kalan İtalyan Mimar D'Aranco'ya yeni bir cami yapması teklif edilir. Kısa sürede, görenin dudaklarını uçuklatacak zarafette bir cami yapar dükkânların üstüne. Karaköy'ün eski fotoğraflarında hemen göze çarpan bu cami, yüzyıl başında moda olan ve D'Aranco tarafından İstanbul'da pek çok örneği verilen 'art nouveau' tarzında yapılır. Floral süslemeleri, sekizgen yapısı, geniş saçakları ve sempatik minaresiyle mescit, şehirdeki benzerleri arasında özellikli bir yere sahiptir; çevresine uyumlu, göz okşayan mimarisiyle Karaköy Meydanı'nın ayrılmaz bir parçası gibidir. > Bir tarih yok olup gitti 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Karaköy, vapur, tramvay ve tünel üçlüsünün birleştiği bir aktarım ve uluslararası ticaret merkezi haline gelir. Karaköy Meydanı'nın darlığı, sonraki yıllarda artan araç trafiğiyle birlikte önemli bir problem olmuştur. Bunun üzerine büyük bir imar hareketi başlar. Bizzat dönemin Başbakanı Adnan Menderes'in gözetiminde yürütülen yıkımlarda Karaköy-Azapkapı ve Karaköy-Tophane yollarının genişletilmesi ve geniş bir meydan hedeflenir. Çok geçmeden bu yıkımdan Karaköy Camii de payını alır, bugün meydanın en güzel tarihi eserlerinden biri olan Ziraat Bankası ise yakasını zor kurtaracaktır. Karaköy Camii'nin yıkımına değilse de, başka bir yere nakline ilişkin küçük haberler yer almaya başlar gazetelerde. Caminin parçaları tek tek numaralanmış ve arkasından da sökülmüştür. Amaç, camiyi Kınalı Ada'ya yeniden kazandırmaktır. Ne var ki, bu asla gerçekleşmez. Asıl adı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii olan mabed, Karaköy'ü terk eder ve bir daha haber alınamaz, sökülen parçaları da kaybolup gitmiştir. > Bizans döneminden kalma Yakın tarihimizde bu imar çalışmalarından nasibini alan bir başka yapı da Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescididir. 1940 yıllarında Unkapanı'ndan Yenikapı'ya uzanan geniş bir bulvar açılması kararlaştırılır. Şehircilik uzmanı Henri Prost, Atatürk Bulvarı adı verilen bu caddenin şehrin Marmara kıyısında tasarlanan merkezinin Beyoğlu semtine bu cadde ile bağlanmasını düşünür. Bulvar açılırken iki tarafındaki eski eserlerden birçoğu yol üzerine isabet etmemelerine rağmen, ileride arsalarını satıp gelir sağlamak düşüncesiyle yıktırılır. Bunlardan biri de Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi olur. Unkapanı'ndan çıkarken sağ tarafta Gazanfer Ağa Medresesinin az aşağısındaki mescidin esası Bizans dönemine ait küçük eski bir kilisedir. Mescid 1943'te yıktırıldığında burada bulunan mezar taşları gibi, daha birçok parçalar ile birlikte Pertevniyal Sultan'ın adını veren 14 mısralık kitabe de bilinmeyen bir yere götürülür ve bu mabed de tarih sayfalarına gömülür gider. Proje 3 yıldır bekliyor Karaköy Mescidi'nin bundan üç yıl evvel İstanbul Büyükşehir Belediyesi Târihî Çevreyi Koruma Müdürlü-ğü'nün hazırladığı projeyle yeniden inşa edileceği duyurul-muştu, ancak geçen sürede herhangi bir gelişme olmadı. Kâfirûn sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Kim herhangi bir gecede Kâfirûn (Kulyâ) sûresini okursa, çok güzel ve hayırlı bir iş yapmış olur." "Kim Kulyâ sûresini okursa, ona Kur'ân-ı kerîmin dörtte birini okumuş gibi sevap verilir. Ondan şeytanlar uzaklaşır, şirkten berî olur ve kıyâmetin şiddetinden emin olur." "Yatarken Kulyâ sûresini okumak, Allah'a şirk koşmaktan alıkoyar." Peygamber efendimiz Kulyâ sûresi okuyan birine rastladığında buyurdu ki: "Bu kişi şirkten uzak ve berî oldu." Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Kulyâ sûresini okuduktan sonra uyu! Zira bu sûreyi okumak şirkten kurtuluştur." Kâfirûn sûresini, İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri ile birlikte okuyanın rızkı artar, hali düzelir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Her türlü şerden korunmak için ve sıkıntılı zamanlarda dört kul'ü çok okuyunuz." [Dört kul, Kulyâ, Kulhüvallahü ehad, Felâk ve Nâs sûreleridir.] > Kovdum treni gitti! Necip Fâzıl'ın istasyondan öfkeli, öfkeli döndüğünü görenler sorar: Üstad! Nedir bu öfken? Yoksa treni mi kaçırdın? Aynı zamanda bir nüktedan olan Necip Fâzıl: Ne münâsebet! Kovdum treni, defoldu gitti! der. Ramazanda fiyatlara dikkat edile! Ramazan ayı başlamadan evvel halkın bu ayı daha rahat ve huzurlu bir şekilde geçirmesi için hükümet tarafından bazı tembihnâmeler neşredilirdi. Bunlar, bazı kuralları içeren bir nevi yönetmeliklerdi. Ramazan günleri ve gecelerinde bu aya hürmeten evlerin, sokakların ve dükkanların temizliğine itina gösterilmesi, padişahın şehri ziyaretleri sırasında ahalinin nasıl davranacağı, kadınların arabalı arabasız gezintilerde uyması gereken kurallar ve sosyal hayatın düzenini bozacak hareketlerden ve tavırlardan kaçınılması bu tembihnamelerle açık bir şekilde halka duyurulurdu. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde rastladığımız 1807 tarihli belge ise bu tembihnâmelere ilginç bir örnek. Ramazan-ı Şerifin yaklaşmasından dolayı gerek ekmek, gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması hususunda konulan narha dikkat edilmesini tembihleyen belge, nahr defterinin mahalle imamları ile bakkallara gönderilmesini emrediyor. (4. Mustafa dönemi, Hat-ı Hümâyûn, No: 53351) Abdest suyunu yanında götürdü Otuz ikinci şehit Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han, çok dindar olup hayatı boyunca takva üzere yaşadı. Fransa Kralı ve İngiltere Kraliçesi'nin daveti üzerine çıktığı Avrupa seyahatinde Frenklere itimat etmeyerek abdest suyunu dahi beraberinde götürmüştü. Daha sonraları bazı menfaati zedelenenlerce, cinayet şebekesi kurdurularak hunharca öldürülüp hadiseye intihar süsü verildi. Bu habere asla inanmak istemeyen İstanbul halkı çok sevdikleri padişahları için "Babamız öldü!" çığlıklarıyla sokaklara döküldü... Sıddîk'ı rükûda bekledi Bir gün Resûlullah efendimiz sabah namazını kıldıktan sonra dönüp eshâbına, çok sevdiği dostu Ebû Bekir-i Sıddîk'ı sordu. Kimse cevap vermeyince Resûlullah ayağa kalkıp, "Ebû Bekir nerede?", buyurdu. Ebû Bekir arka saftan,"Lebbeyk (buradayım) yâ Resûlallah", dedi. Resûlullah'ın emir buyurması üzerine Ebû Bekir'e yol açtılar. Yanına gelip, hazret-i Fahr-i kâinât buyurdular ki, "Yâ Ebâ Bekir nerede idin. Birinci rekatte bana yetiştin mi?" Hazret-i Ebû Bekir dedi ki: "Yâ Resûlallah! Birinci safta sizinle tekbîr alıp, Fâtiha sûresini okumaya başlamıştım ki abdestimde vesvese oldu. Bunun üzerine abdest için dönüp, mescit kapısına geldim. Birdenbire bir ses işittim. Ardıma baktım, gördüm ki, altından bir kap asılmış ve içi dolu su doluydu. O su, kardan beyâz ve baldan tatlı idi. Üstünde bir mendil örtülmüştü. Üzerinde, "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah Ebû Bekr-i Sıddîk" diye yazılmış idi. Mendili alıp, önüme koydum. Abdest alıp, mendili geri kabın üzerine koydum. Sonra gördüm, kaybolmuş, ben de ardından gelip, evvel rekatte size yetiştim", dedi. Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdu ki: "Müjdeler olsun sana yâ Ebâ Bekir. Ben namazda kırâatı tamamladım ki, rükûya gideyim. Dizlerim tutuldu. Sen gelmeyince, rükû edemedim. Sana abdest suyunu veren Cebrâîl idi. Mendili tutan Mikâîl idi. Benim dizlerimi tutan İsrâfîl idi" İrmikli Köfte Malzemeler: 500 gram kıyma, 1 adet kuru soğan, 1 kahve fincanı İrmik, 1 kahve fincanı süt, 2 diş sarımsak, 1 adet yumurta, 1 adet domates, 1 adet yeşil biber, 1 çorba kaşığı kabartma tozu, tuz, karabiber, köfte baharı. Yapılışı: Kıyma, rende soğan, kabartma tozu, sarımsak, süt, irmik, yumurta, köfte baharı ve tuz yoğrulur. Yağlanmış fırın tepsisine yayılır. Ortasına su bardağı ile bastırılır. Ortadan kenarlara doğru kesilir. Yeşil biberler bu kesilen yerlere konulur. Domates dilimleri de aralara konulur. Fırında 180 derecede 20-25 dakika pişirilir. > Ezogelin Çorba, İrmikli Köfte, Fırında Makarna, Sütlaç

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.