Kıymetini oruçlu bilir

A -
A +

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra, seferlere devam etmiş ve Avrupa'yı iyiden iyiye titretmeye başlamış. Osmanlı orduları işte bu sıralarda İtalya'da da küçük bir liman kentini fethetmiş. İşte bu kentin limanında, Osmanlı gemilerine yükler taşınırken bir levent, iskelede oturmuş bir şeyler atıştırıyormuş. Meraklı bir İtalyan da bir süre onu izlemiş. Sonra yanına gelip: "Pardon birader; dikkatimi cezbetti de, nedir o yediğin öyle" demiş. Levent'in yediği şey pideymiş. Ama ağzı tıka basa dolu olduğu için pide demek isterken "pize" deyivermiş. (İnanmadıysanız ağzınızı tıka basa ekmekle doldurup pide demeye çalışın bakalım...) Bizim meraklı İtalyan da bu "pize"nin tadını çok merak etmiş, dili döndüğünce Osmanlıca konuşup, leventten tarifi almış. Levent, bu meraklı İtalyan'dan sıkıldığından olacak, üzerine ne koyarsan koy demiş. Bizim İtalyan da çeşit çeşit pizeler yaptırmış karısına. Pize zamanla tüm İtalya'ya dağılmış. Zaman içinde pize kelimesi "pizza"ya dönüşmüş... Anlayacağınız o meşhur pizzaların atası bizim Levent'lerin yediği pidelermiş... Malumunuz aylardan ramazan olup, midelerin değirmedi de boşa dönerse nefs, pide olmadan iftar sofrasına oturmak istemez. Ne hikmettir bilinmez oruçla sarsılmış bedenler hiç üşenmeden pide kuyruğuna girmekten imtinâ etmez, aylardan ramazan olmasa bir somun ekmek için bir dakika bile o uzayıp giden pide kuyruklarında beklemek akıl kârı değildir. Tiryakiler bile o kuyrukta hayli sakindir, gün gelir yarım saat nefsi kabartan o kokular arasında beklemek lazım gelir, ama hediyesi bir kağıt parçasına sarılmış sıcacık ramazan pidesidir. Muradına eren koltuğunun altına sıkıştırdığı gibi evinin yolunu tutar, kapı açılıp da sofra göründü mü bütün yorgunluklar unutulur, kulaklar mahalle mescidindeki ezanı bekler. Velhasıl namazlar cemaatle kılınıp sıra tesbihlere gelince evin küçüğü yerinde durmaz, sofraya fırlayıverir, zira hemen herkesin gözleri sofrada dumanı tüten pidelerdedir. Pidenin o tarifsiz lezzeti uzun bekleyişlerin de bütün külfetini alıp götürür. Bir ramazan boyu mahalle aralarındaki bu renkli görüntüler eksik olmaz. O mübârek ay bitti mi pideler de sofralarda artık 11 ay boy göstermez olur. Hoş ramazan ayı dışında da pide yapan fırınlar vardır ama kimse üç kuruş fazla verip de almayı aklına bile getirmez, dedik ya pidenin bütün tadı, bütün kıymeti ramazanda, iftar saatinin o âsûde anlarındaki bekleyişlerde gizlidir diye, gerçekten de öyledir, bu tat ve keyif sadece ramazanda alınır ama damaklarda kalan lezzet 11 ay insanı idare eder. Seyyah ne anlar pideden... Ramazan günlerinin o eşsiz rengi bizlere Osmanlı'dan yadigârdır. Türkiye'ye yolu düşen hemen her seyyah bu pidelerden bahsetmeden geçemez. 1835 yılında bir kaç gün kalma niyeti ile İstanbul'a gelip 9 ay ayrılamayan Miss Julia Pardoe, Süleymaniye semtindeki bir konakta davet edildiği iftar sofrasından sayfalarca övgüyle bahseder, yemeklerin lezizliğinden, Türklerin misafirperverliğine kadar döktürür de döktürür. Sıra pideyle ilgili bölüme geldiğinde madam şaşılacak şeyler kaleme alır, "... sofraya gelen tepsinin kalan yerlerine, küçük parçalara bölünmüş ve iyi kabarmış ekmekle, sert, kalın ve hiç hoşuma gitmeyen bir hamurdan yapılmış ramazan ekmeği (ramazan pidesi olacak) konulmuştu. Bu pidenin üzerine, yumurta akı sürülmüş ve çörek otu serpilmişti." Bunun üzerine ne yazmalı bilmem ama Avrupalıların niçin hamburger ve pizzadan ileri gidemediklerinin sebebi damak zevklerinde aramak gerek... Abdestsiz fırına girilmezdi Eskiden ramazan ayı geldi mi fırınlar bu aya özel bir hamurkâr ile özel pişirici tutuyorlardı. Bunlar sadece bir ay çalışıyorlardı. Genellikle Kastamonu, Eflani, Safranbolu, Karabük ve Trabzonlu hamurkârlar en çok rağbet görenlerdi. Pişirme ustaları da önemliydi, çünkü kızgın taş üstüne konan 'taban pidelerinin' (eski adıyla kirde) çevrile çevrile pişmesi gerekiyordu. Müşterilere zamanında ve kıvamında pişmiş pideyi yetiştirmek de ayrı bir hüner istiyordu. Bu ustalar sadece bir ay çalıştıkları için, ücretleri de daha yüksek oluyordu. Fırından sıcak sıcak çıkan fodla ve kirdeler mahallelere, hatta varoşlardaki müşterilerin evlerine kadar götürülürdü. Genellikle veresiye ekmek dağıtan tablakârlar, ekmek ve pideleri çifte sepetlerle atlara yükler, iftara doğru yollara düşerdi. Müşteriye ekmeği teslim eden tablakârlar, çetele dediğimiz tahta çubuklara da kaç pide verildiğini çizerdi. Fırıncılar pek de aceleci davranmaz, alacaklarını hafta başı, iki haftada bir veya ay başında tahsil ederdi. Yumurtalısı artık yasak Eskiden pidelerin yumurtalı, yumurtasız, tırnaklı, tırnaksız olmak üzere çeşitli türleri vardı. Üstüne çörek otu veya susam da konabiliyordu. Evliya Çelebi'ye göre ramazan pidesinin safranlısı, anasonlusu, bademlisi dahi yapılıyordu. Şimdi bolca yumurtalı, odun ateşinde pişip nar gibi kızaran pideler artık yok. Hilekârlar piyasada artınca yumurta diye ne idüğü belirsiz şeyler bulup pideleri allayıp pullamaya başlayınca yumurtalı pidelerin de saltanatı bir anda bitti. Hijyen problemleri nedeniyle yapılması yasaklandı. Şimdi fırıncılar kurumasın diye 'şifa' denen, un ile suyun kaynatılmasından oluşan bir sıvı sürüyor pidelere. Şifa, bir nevî yalancı yumurta; pideye tat tuz vermiyor ama renk katıyor. Her güne bir dua İstihare namazı ve duâsı Yapılacak her iş için istihâre yapmak sünnettir ve mübârektir. Önce gusül abdesti alınır, sonra "İstihâreye niyet ettim" diyerek iki rekât namaz kılıp, yatılır. Birinci rekâtta Kâfirûn, ikinci rekâtta İhlâs sûresi okunur. İstihâre namazından sonra şu duâ okunur: "Allahümme innî estehîrüke bi-ilmike ve estaktirüke bi-kudretike ve es'elüke min fadlikel'azîm fe inneke takdirü ve lâ akdirü ve tâ'lemü velâ a'lemü ve ente allâmül-guyûb" Yedi gece böyle istihâre yapılır. Sonra, kalbe gelen şey yapılır. İstihâreden sonra, abdestli olarak, kıbleye dönüp yatılır. Rüyada beyaz veya yeşil görmek hayra alâmettir. Siyah veya kırmızı görmek şerre alâmettir. İstihâre yaptıktan sonra, o işin yapılmasını veya yapılmamasını gösteren bir şeyin, uykuda veya rüyada yahut uyanık iken görünmesi lazım değildir. İstihâreden sonra, kalbine bakmak lazımdır. O işi yapmak arzusu, eskisinden daha çok olmuş ise, o işi yapmayı gösterir. Eğer arzu, çoğalmamış ve eskisinden daha da azalmamış ise, yine yasak olmaz. Böyle olunca, yapmak arzusu artıncaya kadar, istihâreleri tekrar tekrar yapmalıdır. (365 Gün Dua'dan...) Bunları biliyor musunuz? Avrupa'da "Türk Köşesi" modası Devlet-i Aliye-yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa'da Türk hayat tarzı ve modası çok tesirli hale gelmişti. Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığı bile olurdu. O zamana kadar sadece batılıların kendi aralarında düzenledikleri balolara, yanlış batılılaşma hareketinin bir parçası olarak Türk devlet adamları da katılınca, baloda bulunan bir Fransız kadını oldukça doğru bir teşhiste bulunarak, "Türkler reforma, bitirmeleri gereken yerden başladılar" dediği rivâyet olunur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.