Mezarlıklar ölümü fısıldar

A -
A +

Yabancı bir sefir Türkiye nüfusunun 20 milyon olduğu bir dönemde Yahya Kemal'e sorar "Türkiye'nin nüfusu kaç" diye... Yahya Kemal hiç düşünmeden 200 milyon cevabını verir. Hayretler içinde kalan sefir, "Efendim, bu nasıl olur?" diye karşılık verince Yahya Kemal, "Biz Türkler ölülerimizle beraber yaşarız" diyerek, kökü mazide olan ati olma şuuruna ve geçmişimizle barışık olmanın gerekliliğine işaret eder. Gerçekten de eskiler ölüleriyle birlikte yaşar. Günümüzde olduğu gibi, bu mezarlıklar şehrin dışında değildir, bilâkis şehir ile iç içedir. Mezar taşlarımız yaşamakta olduğumuz topraklar üzerinde de var olduğumuzun birer göstergesi, birer tapu belgesi gibi bir tarzı, derinliği ve toplumun karakterini yansıtan, toplumla hayat bulan birer ifade biçimleri aslında. Osmanlı mezarlıkları, çevrelerinde yaşayan insanlara sanki bu dünyanın geçiciliğini fısıldar. Osmanlı toplumunda hayat ölülerle o kadar iç içedir ki, insanlar evlerinin önündeki bahçeye, yahut her gün gittikleri caminin bir köşesine bile gömülebilmektedir. İstanbul Karacaahmet, Eyüp veya Edirnekapı Mezarlıklarının etrafındaki duvarlar, 1950'lerden sonra örülür, buraları daha önceleri İstanbul'un bir diğer semti gibidir. Şehrin sınırları çoğu kez mezarlıklarla belirlenir, sokaklara, meydanlara, mahalle aralarına serpiştirilmiş mezarlar, türbeler ve hazireler de insanla ölüm arasındaki ilgili, belki de iki semti birbirine bağlayan o mânevi atmosferi daima canlı tutar. Bu iç içelikten hedeflenen şey, dünyanın geçiciliğini hatırlatan nasihati hep göz önünde tutmak ve öldükten sonra kendilerine dua edebilecek insanlara kendilerini daha iyi göstermektir. Bu yüzden Osmanlı mezarlıklarında mezar taşı yazıları çoğunlukla yola bakar. Böylece yoldan geçenler medfun bulunan zata bir fatiha okumadan geçmez. Örülen duvarlar ve korku Şimdi ise 'mezarlık' kelimesi korku ve ürpertinin bir diğer adıdır. Mezarlıklarla şehirler arasında örülen duvarlar yükseldikçe insanoğlunun ölüm korkusu bir kat daha artar. Sevgili Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", "Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü, çok hatırlayınız!" diye buyurur. Din büyüklerinden bazısı her gün bir kere hatırlamayı adet edinmiştir. Hele evliyânın büyüklerinden Muhammed Behâeddin Buhari "kuddise sirruh" her gün yirmi kere kendini ölmüş, mezara konmuş düşünür. Şimdi ise ölümü hatırlatan her şey birer birer kaybolup gider... Mezar taşlarının dili Osmanlı mezarlarında görülen her bir şeklin bir anlamı vardır. Mezar taşının başında bir başlık varsa, bunun bir erkeğe ait olduğu anlaşılır. Hanımların mezar taşları ise, bir kadının incelik ve letâfetini en güzel şekilde ortaya koyan çiçeklerle süslüdür. Mezar taşlarında bulunan başlıklar, mezar sahibinin meslek ve meşrebine göre yapılır. Kavuklu mezar taşlarında, yukarıdan aşağıya doğru kalın çizgiler bulunursa, bu muhtemelen orta dereceli bir memura aittir. Kavuklu mezar taşlarında, sarıkları yanlardan şişkinlik yapacak derecede olan bir tür vardır ki, bu tarz kavukları daha çok saraylılar tercih eder. Mezarlıklarda görülen en ihtişamlı kavuk, kallâvi kavuk dediğimiz büyük boyutlu, aşağıdan yukarıya daralan türdür. Kallâvi kavuklar, Osmanlı yönetiminde sadrazam, kubbealtı vezirleri ve kaptanı derya tarafından kullanılır. Mezar taşlarındaki başlıkların, kişilerin meslekleri yanında meşrepleri hakkında da bilgi verir, örneğin Mevlevilerin uzun külâhları mezar taşlarına da yansır. Birçok tarikatın bu mânâda hususî işareti vardır, örneğin Nakşibendilerin mezar taşlarında, Nakşî yıldızı denen süslemeyi çokça görmek mümkündür. Osmanlı mezar taşlarında en çok görülen başlık türü festir. Feslerin son bir çeşidi, üzerlerine yine sarık sarılan ve daha çok câmi hocalarının ve dervişlerin tercih ettiği tarzdır. Osmanlı mezarlıklarında yatan kişinin mesleğini, mezar taşının üzerindeki işaretlerden de anlamak mümkündür. Meselâ bir denizcinin mezar taşında; çapa, gemi direği ve yelken bezi; bir kâtibinkinde ise, hokka ve kalem görmek mümkündür. Eğer bir mezarlıkta yazısız bir mezar taşı varsa, bu muhtemelen bir cellâda aittir. Cellâtlar her ne kadar vazifelerini mahkeme kararına bağlı olarak yapsalar da, birileri tarafından bedduaya uğramamak için mezar taşlarına isimlerini yazdırmaktan çekinirler. > Bir bir yok oluyorlar! Mezar taşları yılların bu ağır yüküne dayanma savaşı verse de bazılarını bizzat kendi ellerimizle yok ediyoruz. İstanbul'daki Karacaahmet, Eyüp veya Edirnekapı Mezarlıklarında ne yazık ki bu tür manzaralara rastlamak mümkün. İstanbul'daki 204 mezarlıktan sadece 170'inin bekçisi var ve bu bekçiler ancak mesai saatleri içinde bu mezarları kontrol etme şansına sahip. Hal böyle olunca, zaten doğru düzgün bir envanteri olmayan bu mezarlıklar talan ediliyor, mezar taşları söküp atılıyor, daha da ötesi mezarlık içlerine gecekondu dahi yapılıyor. İnanılmaz ama Eyüp Sultan'da 30, Çengelköy Mezarlığı'nda ise 2 gecekondu var. Sökülüp götürülen mezar taşları ise ya yığın halinde bir kenara dikiliyor, ya moloz yığınları arasında kayboluyor ya da yurtdışına kaçırılıyor. Her güne bir dua Günahların affı için... Her günahın affı için, kalp ile tövbe etmek ve dil ile istiğfâr etmek ve beden ile kaza etmek lazımdır. Yüz kere tesbîh etmek, yani "Sübhânallah-il-azîm ve bi-hamdihi" demek ve sadaka vermek ve bir gün oruç tutmak, çok iyi olur. "Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil-azîm" Bunu, her gün ve her gece yüz kere okumalıdır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: "Sabah-akşam 7 defa "Allahümme ecirni minennar" diyen cehennemden kurtulur" "Sabah-akşam 7 defa, "Hasbiyallahü la ilahe illa hu, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azim" okuyanın dünya ve ahıret işine Allah kâfi gelir." "Sabah akşam yüz defa "Sübhanallahi ve bihamdihi" diyenin, günahları deniz köpüğü kadar da olsa affedilir." Oruç ve sağlık Aşırı yemek gücü azaltır Oruç konusunda Marie-Reine Geffroy'un "Le Jeûne, Moyen De Puricfation Totale" (Tam Bir Arınma Vasıtası Olarak Oruç) isimli eseri bu konuda önemli bir kaynaktır. Bu çalışma orucun fizyolojik etkilerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Geffroy, bugün bazı kimselerin oruca karşı olumsuz tavrını bilhassa bir peşin hükümden kaynaklandığını belirtmektedir: Ona göre, oruca karşı takınılan bu olumsuz tavır, zayıf düşmemek için, beslenmek hatta aşırı derecede beslenmek zorunluluğu ile ilgili bir peşin hükümden kaynaklanmaktadır. Geffroy'a göre, aşırı yiyecek, gücü artırmak yerine, aksine azaltmaktadır. Bunun üç sebebi vardır: 1) Her kategoriden yiyeceğin kullanılabilir miktarını aşan kısmı "artık" olur ve organların normal işleyişini alt üst ederek, sindirim organları ve iç organlarda biriken maddelerle organizmaya aşırı bir yük getirir. 2) Fazla yükleme, hazım ve sindirim fonksiyonlarında bir yavaşlama ile bu besin fazlalığını telâfi etmek için fazla güç sarfına sebep olur. 3) Bu çok miktardaki besinlerin hazmının sebep olduğu şimik ve fizik oluşumlar, aşırı bir enerji kaybına yol açar. Geffroy, bu kanaatini destekleyen tıbbî bazı uygulamalara da değinir. Onun belirttiğine göre Dr. Dewey, öğrencisi bayan Dr. Hazzard ve Dr. Garignton gibi, tabip araştırmacılar, bir tedavî usulü olarak, hastalarına 65 ile 75 gün arasında değişen sürelerde oruç tutturmuşlardır. Bu sahadaki diğer önemli bir araştırmacı olan Dr. Bertholet, kitabında topladığı çok sayıdaki uzun süreli oruç tedavilerinin incelenmesine ve elde edilen sonuçlara dayanarak; ağır vak'alarda bile oruç vasıtasıyla fevkalâde şifalar elde edilebileceğini belirtmektedirler. Ramazaniye Evvelâ bir ramazaniyye gazel taksîm it İşinden azgın açup tâ kala hayrân bu gice Her menâr eyledi kandîlini sûzân bu gice Oldu gül-destede gül-deste nümâyân bu gice Döndü hengâm-ı terâvih ile gül câmi'ine N'ola tesbîh okusa murg-ı hoş-elhan bu gice Şermden kirm-i şeb-efrûz gibi bedr-i münîr Ki'ıyân eyledi ki kendüyi pinhâr bu gice Ferah-âbâd'daki Va'de vefâ-sâz olsa Eylese 'azm-i Vefâ ol şeh-i hubân bu gice Ramazanın hele şâyeste şeb-i kadr kadar Olsa menşûr-ı muhâbâtına 'ünvân bu gice Seyyid Vehbi (ö.1736) Seyyahların kaleminden... Hayat mezarlıklarla iç içe Osmanlı'nın mezarlıkları birçok yabancı seyyahı şaşırtan hâliyle, şehrin en güzel yerlerine kurulur. Ünlü Fransız yazar ve seyyah Gerard de Nerval, İstanbul mezarlıkları hakkında şunları söyler: "Boğaz'da son derece güzel ve serin bir yerdeyiz. Buranın bir mezarlık olduğunu söylememe ihtiyaç yok sanırım. İstanbul'un bütün güzel yerleri, gezilecek ve zevk alınacak sahaları mezarlıklardır. Bakıyorsunuz yüksek ağaçların arasında, şuradan buradan güneş ışınlarının sızıp renklendirdiği, sıra sıra beyaz hayâletler var. Bunlar bir insan yüksekliğinde, mermerden yapılmış mezar taşlarıdır. Başları sarıklı, üzerleri yazılı mezar taşlarıdır. Sarığın biçimi, ölünün hayattayken işgal ettiği mevkii, sosyal seviyesini veya mezarın yapılış tarihini belli ediyor. Bazı mezar taşlarının başları koparılmış. Bu koparılmış olanların çoğu Yeniçeri mezarlarına ait. Kadınların mezarlarında da sütun taşlar var. Fakat bunlarda, baş yerinde gül veya demet şeklinde bir süs bulunuyor. Kabartma veya oyma şeklinde çiçeklerle süslenmişler." > Resûlullah'ın sana selamı var Borcunu ödeyemeyen bir fakir, Ravda-i Mutahhara'ya gelip: (Ya Resûlullah, şefaat buyur, borcum var ödeyemiyorum) diye hâlini arz etti. Az sonra uyku bastırdı, uyuyakaldı. Rüyasında Peygamber efendimizi gördü. Efendimiz aleyhisselam, "Falan yere git, orada şöyle bir zengin var, ona selamımı söyle, borcun kadar parayı iste. Doğru söylediğine delil isterse, her gün bana 100 salevat getirmeden yatmazdı, dün unuttu.. Onu hatırlat da bu akşam getirsin" buyurdu. Heyecanla uyanan adam, zengin adamı araya araya buldu. Adamın evine vardığında onu, samanlıkta saman elerken gördü. Adam samanın içine beş kuruş düşürmüş onu bulmak için bütün samanı elekten geçiriyordu. Onun bu hâlini görünce taaccüp etti ama, yine de ben vazifemi yapayım deyip, Resûlullah'ın selamını tebliğ etti: "Resûlullah'ın sana selamı var. Salevât getirmeyi dün akşam unutmuşsun, bu akşam söylesin buyurdu. Ben ise borçlu bir kimseyim, benim 300 dirhemlik borcumu ödemeniz için Peygamber efendimiz beni sana gönderdi" dedi. Peygamber efendimizden selam gelmesi, adamın çok hoşuna gitmişti. Ne dedi, ne dedi diye adama üç defa tekrarlattı. Adam benimle alay mı ediyorsun diyerek gerisin geriye döndü. Fakat zengin olan, hemen önünü kesti: "Ben senin ağzından Resûlullah'ın selamını daha fazla duymak için üç defa tekrarlattım. Her söylemene 300 dirhem veriyorum. Eğer daha fazla söyleseydin her biri için 300 dirhem verecektim" dedi ve adama 900 dirhem verip gönderdi. > Hadis-i Şerîf Gerçek oruç, yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözü terketmektir. [Hâkim] Allah yolunda bir gün oruç tutan kimsenin yüzünü, Allah yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır. [Müslim] Mü'minlerin dünyâda elem çekmesi, âhıret ni'metlerinin kıymetini bilmek içindir. Ve büyükler için, sevgilinin istediği belâları, kıymetlidir. Ve dünyâda mü'minler mihnet çekerse, dost düşmandan mütemeyyiz [ayrılmış] olur. Ve belâlar günâhlara keffâretdir. 2/99. [Se'âdet-i Ebediyye: 503.] Denizli mutfağından Ekşili Kutırma Malzemeler: * 1 kilo kemiksiz et * 3 adet patlıcan * 1 fincan sıvı yağ * 2 adet domates * 2 adet soğan * 5 diş sarımsak * 1 çorba kaşığı koruk ekşisi veya limon suyu * Yeteri kadar tuz, karabiber, maydanoz Hazırlanışı: Patlıcanları alacalı olarak soyup ikiye ayırın. Bunları dibine gelmemek kaydı ile 4 parçaya bölün. Acısını bırakması için tuzlu suda yarım saat bekletin. Kuşbaşı etleri bir tencereye koyup üstüne yağı ve ince doğranmış soğanları ilave ederek et suyunu çekinceye kadar hafifçe kavurun. Etin üzerine ikiye böldüğünüz sarımsakları, rendelenmiş domatesleri, tuz ve karabiberi ekleyip biraz da su katarak etler iyice yumuşayıncaya kadar pişirin. Ayrı bir tepsi veya tencereye patlıcanları dizip bunların arasına etleri eşit şekilde doldurun. Üzerine koruk ekşisi veya limon suyunu ve etin suyunu ilave edip fırın veya ocakta 15 dakika pişirin. Üzerine maydanoz doğrayıp servise sunun. > Günün Mönüsü: Mantar Çorbası, Ekşili Kutırma, Pilav, Cacık, Revani

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.