Mihmândarın şehri

A -
A +

Eski bir kelâm-ı kibâr vardır, "Şerefü'l-mekân bi'l-mekîn" diye... Yani bir mekânı şerefli kılan, o mekânda olan değerli kişi, mübârek varlık veya makamdır. Akşemseddin Hazretlerinin işaretiyle inşa edilen Ebû Eyyûb El Ensârî Camii ve türbesi, Eyüp semtini kırılmaz bir ruhaniyet fanusunun içine alır. Eyüp Sultan civarındaki her taşa, her bitki örtüsüne inen bu ruhaniyet, bu semttekileri olduğu kadar, kalp gözüyle gören herkesi büyüler. Eyüplüler ne de olsa bir büyük Peygamber mihmândarının kanatları altındadır. Eyüp sokaklarının içinden o mübâreği ziyarete gelenler, önce türbeye uğrar, ardından cami etrafını kuşatan ve gökten yere çekilen ruhâniyeti en güzel biçimde saklayan mezarlıklara geçer. Ziyarete gelenleri sadece hayattayken değil, öldükten sonra da bu mübârek zatın yanında olmak ister ve yakınlarındaki küçük bir toprak parçasında ebedi komşu olmayı hayal eder. Bunun sonucunda semte mistik havasını veren büyük mezarlıklar kurulur. Hem bu mezarlara ait mezar taşlarının sanatsal değerleri, hem de çağlara tanıklık eden üzerlerindeki kitabeleri nedeniyle, Eyüp'teki mezarlıklar bir açık hava müzesi gibidir ve yüzlerce yıllık bir tarih kesitini hüznün diliyle anlatır. Bu mezarlıklardaki servi ağaçları ise adeta ölümle hayatın içiçeliğini vurgular. Eyüp denen bu cennet bahçesinde en kudretli sadrazamlar, paşalar yattığı gibi bağrında âlim, şair, derviş gibi nice insanımızı saklar. Nasiplenme arzusu Türbe ve kabirlerin Eyüp Sultan Hazretlerinin çevresinde hâlelenmesi aslında pek yeni bir şey değildir. Bunun ilk örneği, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddîk ve Hazret-i Ömer-ül Fârûk'un peygamber efendimizin yanına gömülmek istemeleriyle başlar. Bundaki hikmet bir nevi Allahü teâlânın sevdiği kulların yanında olup onların şefaatine kavuşma arzusudur, okunan fatihalardan hisselenme, nasiplenmedir aslında. Bugün Mekke-i Mükerreme'yi mukaddes kılan buradaki Kabe-i Muazzama ve Harem-i Şerif olduğu gibi Medine-i Münevvere'yi mübârek yapanlar da burada mevcut Mescid-i Nebevi, Ravdai Mutahhara gibi mekanlardır. Kudüs'ün de yeri ayrıdır zira Mescid-i Aksâ buradadır. İşte Eyüp'ün yani İstanbul'un da İslam medeniyetinin merkezlerinden biri olmasının sebebi, hiç şüphesiz İstanbul'un manevi sahibi olan Mihmândar-ı Resûl Ebû Eyyûb El Ensâri'dir. Türbe ve mezarlar şehri Yahya Kemal, 5 Mart 1922 tarihli Tevhîd-i Efkâr gazetesinde yayınlanan "Bir Rüyada Gördüğümüz Eyüp" başlıklı yazısında Eyüp'ü Türklerin ölüm şehri olarak tanımlar. Evet buranın bir türbeler ve mezarlıklar şehri olduğu, dikkatli bir gözlemci olmaya lüzum kalmaksızın anlaşılır. Semtin bu özelliği bir çok yabancı yazar tarafından tespit edilip hatıralarında dile getirilir. 19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul'a gelen Lucien Auge'nin Eyüp'e dair düştüğü notlar aynen şöyledir, "Burada ölüler yaşayanlardan daha çoktur. Duvarlarla çevrelenmiş mezarlar yolları sınırlandırır. Mezarlığın ortasında oyuncak satan dükkanlarla dolu bir yol vardır. Çocuklar oraya kuklalar, bebekler satın almaya gelir. Mezarlar arasında gülüşerek koşuşurlar. Bir taş üzerine oturmuş insanlar mezarlıkları gölgeleyen büyük servilere birkaç adım mesafede kahvelerini büyük bir zevkle içerken sohbetlerine devam ederler. Rengârenk kelebeklerin uçuştuğu arıların vızıldadığı küçük bahçelerin mezarlarla sık sık hem huduttur. Yüzyılın başında İstanbul'u ziyaret eden Mimar Julien Gaudet de, kitabında mezarların ürkütücü olmaktan uzak bulunduğunu belirterek buraların halkın mesireleri olduğunu dile getirir. Ayrıca, ölüler şehri ile yaşayanların şehrinin yan yana olduğunu ve Müslümanların ölümle ünsiyet peyda ettiklerini ifade eder. Esasen Ahmet Hamdi Tanpınar da "Beş Şehir"inde, ölüme başka hiçbir milletin bizde aldığı ehli yüzü veremediğini, onun korkunç realitesini, bizim kadar yumuşatamadığını belirtir. Eyüp'te kimler yatıyor Eyüp Sultan Hazretlerinin çevresinde hâlelenen binlerce türbe ve mezar arasında hemen her dönemin ünlü şahıslarına rastlamak mümkün. 600 civarında tanınmış simayı ebedi istirahatgâhlarında ağırlayan Eyüp mezarlıklarında yatan bu zatlardan bazıları şöyle: Ebu Eyyûb El Ensari (Sahabe), Ebu Şeybeti'l Hûdri (Sahabe), Ebu'd Derda (Sahabe), Hz. Abdusadık (Sahabe), Hz. Hafir (Sahabe), Hz. Ka'b (Sahabe), Muhammed el Ensari (Sahabe), Ethem Baba (Fatih'in Sakası), Yavedüd Sultan, Ali Kuşçu (Bilim Adamı), İbn-i Kemal (Şeyhül İslam), Ebussuud Efendi (Şeyhul İslâm), Sokollu Mehmet Paşa (Sadrazam), Baki (Şair), Abdülmecit Sivasi (Mutasavvıf), Hüsrev Paşa (Sadrazam), Tunuslu Hayrettin Paşa (Sadrazam), Hasan Hüsnü Paşa (Bahriye Nazırı), Şeker Ahmet Paşa (Ressam), Sultan Reşat (35. Padişah), Ali Haydar Ahiskalı (Alim), Kara Ahmet (Pehlivan) , Mehmet Akif Ersoy (Milli Şair), Mareşal Fevzi Çakmak, Prens Sebahattin (Devlet Adamı), Ahmet Haşim (Şair), Avni Lifij (Ressam), İ. Hakkı Uzunçarşılı (Tarihçi), Sadettin Kaynak (Musikişinas), Süheyl Ünver (Tıpçı, Sanat Tarihçisi, Tezhip), Peyami Sefa (Yazar), Necip Fazıl Kısakürek (Şair, yazar), Nihat Sami Banarlı (Yazar), Hüseyin Hilmi Işık (İlim Adamı-Yazar), Ahmet Davutoğlu (Yazar), M. Esad Coşan (İlim Adamı), İdris-i Bitlisi (İlim adamı), Semiz Ali Paşa (Sadrazam), Zal Mahmut Paşa (Sadrazam), Ferhat Paşa (Sadrazam), Lala Mustafa Paşa (Devlet adamı), Levni (Minyatürcü), Cemalettin Uşşaki (Mutasavvıf), Kaşkarlı Abdullah (Mutasavvıf), Mihrişan Sultan (3. Selim'in Annesi), Halil Rıfat Paşa (Kaptanı Derya), Siyavuş Paşa (Devlet Adamı), Ahmet Kabaklı (Edebiyatçı-Yazar), Ömer Nasuhi (İlim adamı) Her güne bir dua Teravih namazına kalkarken şu dua okunur: "Sübhane zil mülki vel melekût. Sübhane zil izzeti vel azameti vel celali vel cemali vel ceberût. Sübhanel melikil mevcûd. Sübhanel melikil ma'bûd. Sübhanel melikil hayyillezi la yenamü ve la yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbüna ve Rabbül melaiketi verrûh. Merhaben, merhaben, merhaba ya şehre Ramezan. Merhaben, merhaben merhaba ya şehrel-bereketi vel gufran. Merhaben, merhaben, merhaba ya şehret-tesbihi vet-tehlili vez-zikri ve tilavet-il Kur'an. Evvelühû, ahiruhû, zahiruhû, batınühû ya men la ilahe illa hüv" Ramazanın onbeşinden sonra, merhaben, merhaben... yerine elveda, elveda... denir. Teravih bitince okunacak dua ise şöyledir. "Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala Ali seyyidina Muhammed. Biadedi külli dain ve devain ve barik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesira. Üç defa okunur ve üçüncüsünde (ve salli ve sellim ve barik aleyhi ve aleyhim kesiran kesira) denir. Ya Hannan, ya Mennan, ya Deyyan, ya Burhan. Ya Zel-fadlı vel-ihsan nercül-afve vel gufran. Vec'alna min utekai şehri Ramezan bi hurmetil Kur'an" Bunları biliyor musunuz? İsmi 'Süleyman' ola İleride Avrupalı kralların üzengi öpmek için sıraya geçecekleri büyük bir devlet adamı olacak olan Kanuni'nin doğum haberi Yavuz Sultan Selim'e ulaştırıldığında, huşu içinde Kur'an-ı Kerim okumaktaymış. Haberi alan baba Yavuz Sultan Selim, okumakta olduğu Kur'an-ı Kerim'den başını kaldırarak: "Adını Süleyman koydum" deyip okumaya devam etmiş... O anda okuduğu Ayet-i Kerîme'nin mealinin de (Neml Suresi 30. ayet) "Süleyman" ism-i şerîfi geçiyormuş.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.