> İrfan Özfatura Ecdad camilerin etrafına mektep medrese hamam bedesten yaptırmış, mescidleri hayatın içine katmış. Evet biz bir ara camileri yalnız bıraktık, sadece sıkışınca helasını kullandık, şadırvanından su aldık. Bu yüzden olacak Özallı yıllarda Sultahahmed Camii'nde açılan Dini Yayınlar Fuarı müminleri çok heyecanlandırdı. On yıl kadar evvel (belki daha fazla) Eyyub Sultan Belediyesi bir iftar çadırı geleneği başlattı ve fakir fukaradan çok dua aldı. Derken esnaf ufak ufak kitap fuarlarına sızdı, tesbih, takke, esans derken tezgâhlar dışarı taştı. Önceleri pamuk helva, boza, salep sunup nostalji yaptılar. Doğrusu dönercileri köftecileri hasretle kucakladık, çöpün üstüne sarılan on gram boyalı macun için 5 ekmek parası verdik, yine de hayıflanmadık. Ancak esnaf adım adım ilerledi ve "edep" denilen şeyi delmeye başladı. Panayır gibi İmam, teravih namazını Rahman Sure-i celilesinden kısa ayetlerle kıldırıyor. İki rekatte bir selâm verdikçe sıra müezzinlere geliyor. Müminler başlarına yana deviriyor, gözlerini huşu ile kapayıp haz arıyorlar. Arıyorlar ama ne mümkün, büfelerin iri kolonları caminin içinde çınlıyor. Ramazan çadırları ise stüdyoya döndü, düşünün bir ucunda Hoca Saadettin, diğer ucunda Ebu Suud Efendi yatıyor, içeride heyet "fasıl" yapıyor. Bir Fatiha-yı şerif okuyayım diyorum, toparlayamıyorum. Efendim san'at musikisi, tesavvufi ezgiler... Geçin bunları, her iki Şeyh-ül islamın da müziğe cevaz vermediği biliniyor. Biliniyor ama "dinleti" inatla sürüyor. Yetmez gibi taaa Amerika'dan ithal malı repçiler getiriliyor... Grup ve solo halinde Fuar standlarında ve meydanı saran dükkanlarda kıran kırana ses savaşı veriliyor. Türkücü olamamış ne kadar sesi yanık varsa ilahi kaseti doldurmuş, şu mübarek günde şöhrete oynuyor. Geçen yıllarda neyle defle yetinen adamlar bateri, elektrogitar kullanıyor, bir klarnetle ara faslı geçmedikleri kalıyor. A be gözüm bu havalar adamı oynatır. Nitekim dedem yaşında bir satıcı dikkatimi çekiyor. Yüzü gözü nurluca ama ayakları beynini dinlemiyor, kalkıp kalkıp iniyor, aşikare ritm tutuyor. Bir başka teypte buğulu bir ses Esma-ül hüsna okuyor, hani içli de okuyor ama fondaki dümbelek işin ruhaniyetini bozuyor. Bir başkası salevat söylüyor, ne kadar vurgulu saz varsa ardında yer almış, kolonlar her "cıss tak"ta yeri sallıyor. Bilirsiniz Anadolu'da hatırlı biri bile selâm yollasa muhatabı ayağa kalkar, düğmelerini ilikler, gözlerini yumar. Ortada yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Serverin (Sallallahü aleyhi ve sellem) adı dolanıyor, bir zil takıp oynamadıkları kalıyor. İnsanın "Edep yahu" diye haykırası geliyor. Dervişin biri "musiki bana cennet kapısının sesi gibi geliyor" deyince Mevlana Hazretleri "doğrudur" buyurmuş, "ancak o kapının açılırken değil, kapanırken çıkardığı sestir." Mübarek, "zikrederken bir köşeye çekil ve dilini ve dudağını bile oynatma" diye ekliyor. Şahı Nakşibend Hazretleri zikri "ısrarla" kalpten yapmaya çağırıyor. Sahi ut, tambur, kanun eşliğinde zikre kalkışanlar kime uyuyor? İşin vahametine bakın ki yıllar evvel gitarını kıran Yusuf İslâm bizimkilere bakıp tevbesini bozuyor. Eğlencenin yeri mi? Feshaneye doğru ilerliyorum, kızlı erkekli bir grup "Allah!" diye bağırıyor. Acaba buralarda kapatılmayan bir tekke ya da zaviye mi var? Kulaklarımı dikiyorum Allah lafz-ı celali çok net bir şekilde tekrarlanıyor. Kısa bir sessizliğin ardından org devreye giriyor ve isimsiz sanatkârımız "çile bülbülüm çileeee" diyerek noktayı koyuyor. Burası kıraathane mi taverna mı? Nitekim şantör "hamamcı teyze"ye başladığında gençler ayağa fırlıyor, bi kıvırıyor, bi kıvırıyor kurtlarını döküyorlar. İçerisi nasıl nargile zifti, bacak kadar veledler marpuç emiyor. Alış veriş merkezine dönüştürülen çadırlarının içi tam bir ses kirliliği, bilmem kaç wattlık kolonlar kulak tırmalıyor. Tezgahlar zaten diz bel arasında, hele bazı standlarda Yasin-i şerifler, Amme cüzleri yerlerde geziniyor. Ecdat Kur'an-ı kerim'den asla kâr almaz, ücretini söylerken kırk renge girer "hediyesi" diye bir ibarenin ardına saklanırmış. Adam tutmuş "Kur'an'da damping - şok fiyat" yazmış. Demek ki "kaça versem, ne kazanırım" hesabı yapıyor. Eskiler tesbihlerini asla sallamaz, oynamaz ve göğüs ceplerinde taşırlarmış. Cami içinde sağa sola atmaz, yerine kibarca bırakırlarmış. Bu sene her tanesinde Allah (Celle Celalüh) yazan tesbihler çok moda. Yahu tesbih dediğin şey yerlerde gezinir, olur ya üstüne basan olur. Kime anlatıyorsun alan alana. Peki o resimli seccadelere ne diyorsunuz? Elin Kızıl Çinlisi adi bir kadife üzerine Kâbe ve Mescid-i Nebi tasviri yapmış, çatır çatır para kırıyor. Bu mübarek resimler önce ayaklar altına alınıyor, sonra üstüne oturuluyor. N'olur, birisi bir şey desin... Kimin umurunda? Semazen oynatıyorlar! Aslında böylesine yoğun Kuran-ı kerim okunan bir mekânda oturup dinlemek lâzım, lâkin dört bir yanda gümbür gümbür müzik çalınmasa. Hele Sultanahmet adamı hepten günaha sokuyor, zira fasıl denilen şey fren tutmuyor. Önceleri san'at musikisinden başlıyorlar, sonra iş başka havalara dökülüyor. Semazenler fırıldak olup dönüyor, turistler el çırpıp tempo tutuyor. Sahi mevleviliğe soyunanlar Mevlana hazretlerini yaralamaktan hiç mi korkmuyorlar? Acaba büyük veli "Men bende-i Kur'an'em" ile başlayan şiirinde, kimlerden "bizar" oluyor? Yapma çiçek, muşamba masa örtüsü, altını ıslatan çocuklar için filanca otu, polar omuz atkısı, üç cevşen bi milyon, Hind malı buhurlar, basura nasıra kesin çözüm, saçı dökülenler buraya... Ayakkabı çekçeği, sırt kaşıyacağı, gaz lambası alana limon sıkacağı bedava... Elekronik masaj aleti, pelüş ayı, nazar boncuğu, romatizmaya siyatiğe böbrek taşına... Haydi efendi efendi satsalar ne âlâ. İlla teyb, illa kolon, "yayın" yapan yapana. Ha bu arada İSMEK'in standları alkışlanmaya değer. O hatları tezhipleri yapan eller dert görmez inşaallah. Bu ne sabır, ne emek? Allahü teâlâ nazardan saklaya... Sahabeler arasında Ermeni kantocular da kalmadı ama Feshane'de bir direklerarası esintisi dolanıyor. Parfüm yerine gülsuyu sürdün mü, alkol yerine şerbet aldın mı tamam. Çal çal, oyna, bu gece Kadir Gecesi olabilir mi? Dur şimdi, neşemizi bozma. Halbuki hemen iki adım ötede sahabe-i kiramdan Abdullah-ı Ensari, Şeybe tül Hudri (Radıyallahü anhüm) yatıyor ve Hazret-i Ebû Derda... Yerde bir kağıt görüyorum. Bu çok satan gazetelerden birinin ramazan sayfası. İslam harfleri ile yazılmış hatlara dayanamıyor, ayak altından kaldırıyorum. O da ne? Hemen arkasında çıplak bir kadın resmi sırıtmakta... Yere atamazsın, cebine sokamazsın. Gel de pirincin taşını ayıkla. Ne günlere kaldık Ya Rabbi... Millet de dinini bunlardan öğreniyorsa... Her güne bir dua Yatarken okunacak duâlar Yatağına E'ûzü ve besmele okuyarak girmeli. Sağ yan üzerine kıbleye karşı yatmalı. Sağ avucunu sağ yanağın altına koymalı. E'ûzü besmele ile bir Âyet-el-kürsî okumalı. Sonra her biri için besmele okuyarak, üç İhlâs, sonra bir Fâtiha, sonra birer defa iki Kul e'ûzüyü okumalı. Sonra üç def'a Estağfirullahel'azîm ellezi lâ ilâhe illâ hu... okumalı Üçüncüsüne el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh, ilâve etmeli. "Tevekkeltü alellah. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" okumalı. "Allahümmagfirlî ve li-vâlideyye ve lil mü'minîne vel mü'minât" ve bir salevât-ı şerîfe ve bir "Allahümme rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn" ve üç veyâ on veyâ kırk yâhut yetmiş kere istiğfâr ve bir kelime-i tevhîd okuyup, uyumalıdır. Yatarken Tebâreke ve Secde sûresini okumak da çok faydalıdır. Oruç ve sağlık Tansiyon ve şeker hastası olanlar da oruç tutabilir Ramazan boyunca acil servislere kalp infarktüsü dolayısıyla müracaat eden hastaların sayıları azalmaktadır. Ramazan öncesi ve sonrasına göre ramazanda acil servislere gelen koroner kalp hastası sayısı daha az olarak bulunmuştur. Tip 2 diyabetli (şeker hastalığı) olan hastalar ağızdan ilaç alırlar. Bu hastalar oruç tuttuklarında ilaçlarını gündüz alamazlar. Acaba bu bir mahzur teşkil eder mi, bu hastaların şekerleri yükselir mi? Sorusuna cevap aramak için yapılan çalışmalarda hastaların ramazan öncesi değerlerine göre ramazan değerlerinde bir değişiklik izlenmemiş, onların da oruç tutabileceklerine birçok çalışmada değinilmiştir. Tansiyonu yüksek olan (Hipertansiyon) hastalarında ilaçlarını terk etmeden oruç tuttuklarında tansiyonlarında bir yükselme izlenmemiş, onların da oruç tutabileceklerine karar verilmiştir. Ramazanlık nükteler Maydonozun ağabeyi! Selim Gündüzalp, sosyoloji hocaları olan rahmetli Seyid Ahmet Arvasi'ye: - Hocam demiş, "İnsan maymunun gelişmiş şeklidir" diyorlar, ne dersiniz? Seyyid Ahmed Arvasi şu cevabı vermiş: - O mantığa göre, çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir. > Merhametin karşılığı On yedinci asır başlarında Dalmaçya'da Nadin kasabasında sancak beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşında bir çocuk vardı. Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura giydirmişti. Nadin'den bir vazife ile bir kapıcıbaşı geçti. Sancak beyinin konağında misafir oldu ve küçük ahır uşağının zekâ ile parlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp İstanbul'a getirdi. Saraya verdi. Enderunlu Hümâyun çocukları arasına katılan çocuğa güzelliğinden ötürü Yusuf adı konuldu. Nadinli Yusuf kısa bir zamanda yükseldi. Kaptan paşa oldu. Bir gün Nadin'e kaptan paşanın bir adamı geldi ve sancak beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektupta da şunlar yazılıydı: "Falân yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba, eğer sağ ise, sancak beyinin ve Nadin kadısının huzurunda o dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip bana gönderilecektir." Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu. Kadının ve sancak beyinin huzurunda kaptan paşanın torbası kendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu. Yusuf Paşa kısa bir de mektup yazmıştı: "Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk, ölünceye kadar seni unutmayacaktır." > 'Hayvanlara karşı merhametlidirler' "Türkler, hayvanlara eziyet edilmesine ve onların bir tarafının kesilerek eğlenilmesine çok kızarlar. Venedikli bir kuyumcunun başına gelen şu hadise buna iyi bir örnektir: Kuş meraklısı bir kuyumcunun tuttuğu kuşlar arasında rengi ve büyüklüğü bakımından kukumava benzeyen bir kuş vardı. Hayvanın gagası pek küçük olmasına rağmen göğsü, ağzını açtığı zaman bir insan yumruğu içine girebilecek kadar genişti. Şakacı bir insan olan kuyumcu, bu tuhaflığından dolayı kuşu kanatlarından gererek kapısına asmıştı. Gagasını da bir çomak koymak suretiyle açık tutuyordu. Evin önünden geçen Türkler hayvanın halini görünce acıdılar. Böyle zararsız bir kuşa eziyet etmenin cinayet olduğunu söyleyerek adamı evinden dışarı çıkardılar. Yaka paça hakimin huzuruna getirdiler. Hakim ona ağır bir ceza vereceği sırada, Venedik sefaretinden bir memur gelerek suçlunun kendisine teslimini talep etti. Kuyumcu, kendisini getiren Türkler'in şiddetli itirazları arasında, hakimin merhameti sayesinde sefaretten gelen memura teslim edildi." > O. G. Busbecq 16. yy. Viyana Sefiri > Hadis-i Şerîf Bir kadın, beş vakit namâzını kılar, ramazân ayında oruç tutar, nâmûsunu korur ve zevcine itâat ederse, dilediği kapıdan Cennete girer. Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyâmet günü susuz kalmayacaktır. Kalp göze tâbidir. Gözü harâmlara kapamayınca, dilin [gönülün] muhafazası zordur. Ve zîrâ kalp gördüğü harâma bağlı oldukça, fercin muhâfazası zordur. Çünkü, fercin korunması için, gözü harâmdan korumalıdır; kapamalıdır. Kalbin itminânı zikir iledir. İsbât ve delîl ile değildir. [Se'âdet-i Ebediyye: 762-469] > Konya mutfağından Patlıcanlı Orta Malzemeler: * 1.5 kilo kuzu kaburga * 1 kilo patlıcan * 4 adet domates * 2 adet soğan * 3-4 adet sivri biber * Yeteri kadar tuz, karabiber Hazırlanışı: Kasaptan aldığınız kaburgayı iri parçalar halinde doğrayın. Bir tencerede sadece kaburganın yağı ile iyice kavurun. Üzerine bir su bardağı sıcak su dökün. Bunu kısık ateşte bir saat kadar pişirin. Diğer taraftan patlıcanları alacalı olarak soyup dilimleyin. Bir müddet tuzlu suda bekletin. Domates ve soğanları da kalın dilimler halinde, sivri biberleri ise ufak ufak doğrayın. Patlıcanları tuzlu sudan suyunu sıkarak çıkarın. Tüm bu karışımı pişmekte olan etlerin üzerine dökün. Kesinlikle yeniden su ilave etmeden kısık ateşte yavaş yavaş pişirin. Yemek piştikten sonra tencereyi ters çevirerek büyük bir servis tabağına alın. Sıcak olarak servise sunun. > Mantar Çorbası, Patlıcanlı Orta, Patates Püresi, Ayran