> İrfan Özfatura > Hadis-i şerif * Beş şey orucun sevabını giderir: Yalan, nemime, yani söz taşımak, gıybet, yabancı kadına şehvetle bakmak ve yalan yere yemin. * Gıybetle meşgul olan kimselerin orucu hakikatte oruç değildir. * Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin kıldığı bir araya toplanarak, bize farz edildi. Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. [Se'âdet-i Ebediyye] -------------------- Hat sanatı üzerinde derinlemesine çalışmaları olan ve yaptığı mahirane istifleriyle yurt dışında da tanınan Süleyman Demirel Üniversitesi öğretim üyesi Adem Sakal anlatıyor: Kur'an-ı Kerim Arabistan'da indi ama Mısırlılar daha yanık okudular, Türkler daha güzel yazdılar. Zaman zaman Suriye, Irak ve İran'dan da sanatkârlar çıktı lâkin İstanbul'a ulaşamadılar. Zira onlar kıvrak ellerine rağmen Türkler kadar sabırlı olamadılar. Ne mürekkep dövdüler, ne aharla uğraştılar. Zaten ebru ve tezhipden yana da fukaralar. Özetlersek her güzel yazı hat, her güzel yazan hattattır. Ama elinizde " kalemin âlâsı, kâğıdın rânâsı, mürekkebin zibâsı olacak". >>Kalemin âlâsı Kalemin âlâsından başlayalım? İyi de hangi kâlemin? Menevişli mi, kargı mı, tahta mı? Her yazının kamışı ayrı ayrı. Eğer nesih yazacaksanız elinizde Cava kamışı, sülüs yazacaksanız İran kamışı olmalı. Celi çalışan bambu kamışı bulmalı. Bunlar bir karışı aşmamalı ve cetvel gibi düz durmalı. Bu arada hatırlatalım hattatlar kamışlarını, hatta yongalarını bile atmaz, bir kenarda saklarlar. Defin suyunun bunlarla ısıtılmasını arzularlar >> Kâğıdın rânâsı Bakın hattatlar öyle kırtasiyeciye gidip kağıt alamazlar. Zira hat kağıdı elde yapılmış olacak. Eskiden Fransız, İtalyan ve İstanbul kâğıtları (kâğıthane kâğıtları) çok ünlüydü, şimdi el yapımı kağıt sadece Hindistan'da kaldı. Ama bunlar da hem asitli, hem yağlı. Onun için aharlanıp (yumurta akı ve nişasta ile sıvazlanıp) gözenekleri kapanmalı. Bir köşeye kaldırılıp 6 ay saklanmalı. >> Mürekkebin zibâsı Zibâ... İşte sır burada... Saf su, zamk-ı arabi ve is havana alınacak, günlerce vurulacak. Yılmak yok, bıkmak yok. Fasılasız yüz saat tokmaklayıp (tam dört gün, dört saat) mürekkeb yapılacak. Ama niye tokmak? Miksere koyup, düğmeye bassak? Evet kara bir sıvı elde etmeniz mümkün ama mürekkeb olmaz. Mürekkeb dediğin, bir kere bandırıldığında Besmele-i şerifi boydan boya yazacak. Son harekesine kadar yağ gibi kayacak. >> Haftalarca... Hat sabır ve özen ister. Düşün bir vav bile üç hamlede yazılır, hele kalın yazılar çok uğraştırır üzerinde defalarca tashih yapılır. Noksanlıklar doldurulur, fazlalıklar kazınır. Bazen bir eser aylar alır. Hasılı bu işe heveslenende üç şey olacak: Sabır, sabır ve sabır. Herkesin hatta kabiliyeti olmaz, bazı kabiliyetler de usta bulamadığı için kaybolurlar. Kimi cevherler uykudadır, ustalar onları keşfeder, islerini, tozlarını alırlar. >> "Rabbiyessir" Bu işin anahtarı "Rabbiyessir"dir. "Rabbiyessir, velatuassir, rabbi temmim bil hayr ve bi hi avni" Yani "Ya Rabbi kolaylaştır, Ya Rabbi zorlaştırma, Ya Rabbi hayırla tamamlamamı nasip eyle ve yardım eyle." Talip aylarca ustanın eline bakmalı, asla bıkmamalıdır. Bazen Rabbiyessir'i geçmek bile yılını alır. Önce el kırılır, sonra göz alışır. Ve yavaş yavaş kuralların hikmeti anlaşılır. Eğer bir çocuk on yaşında hoca eline düşebilse fevkalade hattat olur ve genç yaşta ustalaşır. Ama sürekli kendini aşmalı, devamlı yol almalıdır. Zaten bir talebe yazdığını beğendi mi biter. "Kusurluyum" diyece ki gelişe. Hocalar talebelerinin kıvama gelip gelmediğini iyi bilirler. Baktılar tamam, "sen bir muvafakat yaz, altını imzalayalım" derler. Ama bazen de muvafakatnamedeki hâtâ yüzünden icazeti ertelerler. >> İcazet ve imza... Evet, icazet almayan da yazı yazar ama imza atamaz. Aslında iş sırf hattata da kalmaz. Ehil bir müzehhib (tezhibçi) olmazsa yazı ortaya çıkmaz. Sonra cetvelkeş ve ebrucular esere çok şey katar. Hepsi bir yana çerçeve çok önemlidir. Zevksiz bir çerçeve mükemmel bir hattı perişan eder haberiniz ola. Biliyor musunuz hattatlar ölünceye kadar kalem tutar, kamıştan kopunca "aç susuz kaldık" diye yakınırlar. (Rahmetli Hafız Osman son nefesini verdiğinde 107'nci Kur'an-ı kerim'ini yazıyordu) Sonra gönül ehlidirler, zarfdan ziyade mazrufa bakarlar. Şekille uğraşsalar da özden kopmazlar. Klavye kamışa ulaşamaz "Mübarek Hafız Osman eli titremeyen bir adam. Fatiha-yı şeriften nasıl giriyorsa, Nâs sûre-i celilesinden öyle çıkıyor. Ancak onunla aynı sahife numaralarını tutturmak isteyenler yazıyı eğip büküyor, bazen yayıyor, bazen sıkıştırıyorlar. Hele bilgisayar çıktı çıkalı bu sanat yara aldı, tek vavına servet verilen eserler mazide kaldı. Şimdi klavyenin başına oturanlar zahmetsizce Kur'an-ı kerim diziyorlar. Eskiden Kur'an-ı kerim bir sahife bir sahife yazılır ve Mushafları İnceleme Kurulunda parafe edilip, tasdik alınırdı. Artık öyle bir kontrol de kalmadı" diyen Sahaflar Derneği Başkanı Adil Sarmusak "ömrünü bu işe vermiş biri olarak vatandaşlarımıza hattat elinden çıkmış Mushaf-ı şerifleri almalarını arzularım, hem ısrarla Diyanet İşleri Başkanlığının mührünü arasınlar" tavsiyesinde bulunuyor. > Kadr sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Her kim abdest aldıktan sonra, "kadr" sûresini bir kere okursa, Hak teâlâ, o kimseyi sıddıklardan yazar. İki kere okursa, şehidlerden yazar. Üç kere okursa, Peygamberlerle haşreder." "Beni rüyasında görmek isteyen kimse, Cuma gecesi dört rek'at namaz kılıp, her rekatinde Fâtiha-i şerîfe ile Ve'dduhâ, Elem neşrah, İnnâ enzel-nâhü ve İzâ zülzilet-il-Ardu sûrelerini okusun! Sonra bana yetmiş defa salevât-ı şerîfe getirsin. Yetmiş defa istiğfâr da edip uyursa, beni rüyasında görür." Büyüklerden birisi yanındakilere sordu: "Size ism-i a'zamı öğreteyim mi?" "Öğret" denildiğinde buyurdu ki: "Fâtiha, İhlâs, Âyet-el kürsî ve bir de İnnâ enzelnâ sûrelerini okuyun! Sonra kıbleye dönerek arzu ettiğiniz şekilde duâ edin! Allah şüphesiz duânızı kabul buyurur." Bazı âlimler buyurdu ki: "Kim Kadr sûresini Cuma gecesi bin defa okursa, Peygamber efendimizi rüyasında görmeden ölmez." Âlimlerimiz buyurdu ki: "Meyyit defnedilirken yedi sûreyi okumak müstehabdır. Bu yedi sûre, Kadr, Kâfirûn, Nasr, İhlâs, Mu'avvizeteyn ve Fâtiha sûreleridir." > Her peygamber için bir akçe Fatih Sultan Mehmed, yalnız gezmeyi severdi. Rivâyet edilir ki, bir gün kılık değiştirip tek başına gezerken adamın biri onu tanımış. Yanına varıp, "Allah yüz yirmi dört bin Peygamber yarattı. O Peygamberlerin her biri aşkına bana bir akçe ver" demiş. Sultan Mehmed bakmış ki istediği dünya akçe ediyor yapıştırmış cevabı, "Hoş, sen o peygamberlerin isimlerini birer birer söyle, ben de her biri için birer akçe vereyim" Adam bu söz üzerine ıkınmış, sıkılmış derken sadece beş on peygamberin ismini sayabilmiş. Sultan Mehmed de sayabildiği Peygamber adedince akçeyi verip oradan uzaklaşmış. > Kabul olan hac Abdullah bin Mübârek (736-796), bir sene hacca gitmişti. Hacdan sonra rüyada, meleklerin gökten indiklerini gördü. Meleklerden biri, diğerine sordu: - Bu sene kaç kişi hacca geldi? - Altı yüz bin kişi. - Kaç kişinin haccı kabul edildi? - Hiçbirinin haccı kabul edilmedi. Abdullah bin Mübârek hazretleri bu cevabı işitince çok sıkıldı. Çok üzüldü. - Çok zor iş. Altı yüz bin kul, ihtiyaç ve yalvarma ile dünyanın her tarafından hacca geldiler. Çöller ve diğer zor şartlarda büyük sıkıntılara katlandılar. Bütün yaptıkları boşa gitti. Hiç birinin haccı kabul edilmedi, dedim. Sonra melek: - Şam'da Ali bin Muvaffak adında birisi vardır. O hacca gelmedi. Ama, haccı kabul edildi, Altı yüz bin hacıyı O'na bağışladılar. Hepsinin haccı kabul edildi, dedi. Uyanınca, arkadaşlarımdan ayrıldım. Şam kafilesine katıldım. Şam'a gittim. Ali bin Muvaffak'ın evini araştırıp, buldum. Kapıyı çaldım. Bir kimse kapıya çıktı. Adını sordum. - Ali bin Muvaffak, ya sizinki? - Abdullah bin Mübârek, cevabını vermemle, feryat edip, kendinden geçti. Kendine gelince, gördüğüm rüyâyı kendisine anlattım. - Haccının kabûl edildiğini ve kendi haccı ile beraber altı yüz bin kişinin haclarının da kabûl edildiğini haber vererek, bana nasıl bir hayırlı amel işlediğini anlat, dedim. - Ben ayakkabı tamircisiydim. Otuz seneden beri hacca gitmek arzusundaydım. Bu işimden otuz senedir, üç yüz dirhem (1440 gr) gümüş biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim. Hanımım hamileydi. Komşunun evinden yemek kokusu burnuna geldi. Hanımım komşudan yemek istememi söyledi. Komşuya gidip, hanımımın arzusunu söyledim. Komşum ağlayarak: ''Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeğimiz size helâl değildir. Çünkü üç gündür, çocuklarım bir şey yememişlerdir. Bütün Şam şehrinde hiçbir iş bulamadım. Kimse bana iş vermedi. Ölü bir hayvan gördüm. Ondan çocuklara yemek pişiriyorum. Size helâl olmaz'' dedi. Bunu duyunca, içime bir acı düştü. ''Niçin Kâ'be'ye gideyim. Benim haccım buradadır'' dedim. Hac azığım üç yüz dirhemi komşuma verdim. ''Bunu al ve çoluk çocuğuna nafaka yap. Benim haccım da bu olsun'' dedim. Abdullah bin Mübârek bunu duyunca: -Allahü teâlâ doğru rüyâ gösterdi, dedi. > Mengen pilavı >> Malzemeler: 250 gram pilavlık pirinç, 100 gram mantar, 100 gram ceviz içi, 150 gram kuru üzüm, 150 gram kuzu eti, Maydanoz ve tere otu, 4 yemek kaşığı katı yağ, 3 çay kaşığı tuz >> Yapılışı: Önce içini hazırlamak gerekir. Tavada katı yağı erittikten sonra küçük küçük doğranmış kuzu etini ilave edip kavurun. Sonra ince doğranmış mantar ile beraber ceviz ve üzümü de ilave ederek kavurun. Kavrulduktan sonra bir kenara alın. Başka bir tencereye yağ koyun. Önceden 20 dakika tuzlu suda beklettiğiniz pirincin suyunu süzerek yağda kavurun. Tuz ve su ilave ederek hafif ateşte pirincin suyunu çektirin. Yaptığınız pilavı tencerenin kapağını kapatarak 10 dakika dinlendirin. Daha sonra kapağı açarak önceden yaptığımız harcı içine karıştırın. Maydanoz ve dere otu doğrayıp servis yapın. >> Mercimek Çorbası, Mengen Pilavı, Pastırmalı Kurufasulye, Cacık