Osmanlı'nın yardım eli

A -
A +

Çok değil bundan bir hafta önce hamallık yapan bir babanın üçüz doğan çocuklarıyla ilgili haberler yansıdı medyaya. Özel bir hastanenin çıkardığı 56 milyar liralık faturayla şok olmuş bir baba ve "Bu çocuklara nasıl bakarım" endişesi yaşayan genç bir annenin dramıydı. Aslında bu durum, ana haber bültenlerinde ve özellikle gazetelerin üçüncü sayfalarında görmeye çok alıştığımız türden haberlerden sadece biriydi. Beklenti hep aynıydı, yardım elini uzatacak bir hayırseverin bulunması veya devletin şefkatli kollarında bir yer edinebilmekti... İşte Osmanlı'nın bilinmeyen yönlerinden biri de ikiz veya üçüz çocuk sahibi olan ailelere maaş bağlamasıydı ki bu durum, Osmanlı'da hayli eski bir uygulamaydı. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nden edindiğimiz belgelerde bu yardımların kimlere ve nerelere yapıldığını görmek mümkün. Örneğin 1814 tarihinde bir batında doğan üç çocuğa İstanbul gümrüğü malından günlük beşer akçe tahsis edilir. 1838 yılındaki bir başka örnekte ise Kasımpaşa'da Cami-i Kebir mahallesinde bir batında, iki erkek çocuk doğuran Ayşe Hanıma çocuk başına günde elli akçeden yüz akçe bağlanır. 1856 yılında ise Karagümrük sakinlerinden Fatma ve Abdi Ağa'nın zevcesi diğer Fatma ile Kanlıcak sakinlerinden Zehra Hatunların ikiz olarak tevellüd eden çocuklar ve validelerine nizam ve emsaline tatbiken on beşer kuruş maaş tahsis edilir. İşte bu örnekler böylece uzayıp gider... Söz konusu yardımların İstanbul dışında en ücra köylere kadar yapıldığını öğrendiğimiz belgeler içinde en ilginç olanı ise, 1888 tarihinde Beşiktaş'ta Paşa Mahallesi sakinlerinden gayrimüslim vatandaşlardan marangoz Nikola'nın mahdumu Aleksandr'a, ikiz doğan çocukları için yapılan para yardımıdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde söz konusu belgelerden bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla tam 82 tane kayıtlı. Tasnif edilen belgelerin mevcudun çok küçük bir bölümün teşkil ettiği düşünülürse, yapılan yardımların Osmanlı'da ne denli yaygın bir uygulama olduğu da ortadadır. > Yoksul ve muhtaçların koruyucusu İşte bu tür yardımlar özellikle II. Abdülhamid Han döneminde hat safhaya ulaşır ki Sultan, tahta geçmesinden itibaren yoksulların, muhtaçların ve zarurete düşenlerin yegâne koruyucusu olarak ön plandadır. Sıkıntıya düşen hemen herkes, Yıldız Sarayı'ndaki padişaha hiç çekinmeden arzuhallerini iletir ve bu söz konusu atiyye isteklerin hemen hiçbiri karşılıksız bırakılmaz. Padişah, hazine dışında şahsi ihsanları ve sadakalarını da ihtiyacı olanlara sunmaktan geri durmaz. Temel gıda maddelerinin fiyatlarının yükselmesine sürekli karşı çıkan II. Abdülhamid'in atiyyesine mazhar olanlar büyük bir çeşitlilik arzeder. Örneğin, 1899 senesinde "fakr-u zaruret halinden" dolayı ikamet ettiği hane kirasını ödeyemediğinden ve üç lira birikmiş borcu bulunduğundan bahisle II. Abdülhamid'e bir arzuhal veren Rukiye'ye atiyye-i seniyye tertibinden bir miktar para verilmesi için hususi irade çıkarılır. Yıldız Sarayı'na atiyye talebiyle sunulmuş sayısız arzuhallerden biri sefalet ve zaruretinden ve dört yüz kuruşluk maaşının yetersizliğinden bahisle sadaka-i seniyye isteyen Maliye Kupon Kalemi ketebesinden Saadettin'e aittir. Bir başka arzuhal de sadaka-i şahaneye nailiyetini isteyen İnebolu telgrafhanesinde müstahdem Mehmed imzasını taşır. Hal-i zaruretlerinden ve atiyye ve sadaka-i seniyyeye mazhariyetlerinden bahisle Siroz'da şehid düşen topçu miralayı Mustafa Kemal Bey'in mahdumu Hüseyin Hüsnü ve Mekke-i Mükerreme'de Şeyh Mehmed Sabah imzalarını taşıyan arzuhal ve telgraflar sonucunda gereğinin yapılması için yine hususi iradeler çıkarılır. Özellikle İstanbul'da kış aylarında fakir ahaliye padişah ihsanı olarak odun ve kömür dağıtılır. Bir başka uygulama da özellikle bayram günlerinde Saray-ı Hümâyûn Erzak-ı Umumiye Ambarı'ndan padişah sadakası olarak ihtiyacı olanlara erzak dağıtılmasıdır. Ayrıca II. Abdülhamid Han, her cuma günü İstanbul'un çeşitli semtlerinde 21 baş kurban kestirerek etlerini o mahallede bulunan tekke ve zaviye sakinlerine ve mahallenin fakir ahalisine sadaka-i seniyye olarak dağıttırır. Onun dönemindeki yaygın uygulamalardan biri de, belediye gelirinin kırkta birlik bir bölümünün fakir fukaraya aylık otuzar kuruşluk maaşlar halinde dağıtılmasıdır. > Her güne bir dua Murada kavuşmak için... "Fetavai kari-ül-hidaye"de diyor ki: Dileği olan kimse, yatacağı zaman abdest almalı, temiz bir örtü üzerinde oturup, üç defa salevât okumalı, sonra her birine Besmele çekerek on Fâtiha ve sonra on bir İhlâs okumalı, sonra üç salevât okumalı, sonra sağ yanı üzere, yüzü kıbleye karşı olarak ve sağ elini sağ yanağı altına koyarak yatıp uyumalıdır. Niyet ettiği şeyin nasıl olacağını, biiznillah rü'yâda görür. "Mekatib-i şerife" kitabında buyuruldu ki: Hacetlere, dileklere kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını silsile-i aliyye denilen âlimlerin ruhuna hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek duâ etmelidir. Mesela, "Ya Rabbi, filan yere sağ sâlim gidip gelmek nasib eyle, filan sıkıntıdan beni kurtar" gibi duâ ettikten sonra, "Bu duâmı silsile-i aliyye büyükleri hürmetine kabul eyle" demelidir! Âmâ, bir zat gelip, "Ya Resûlallah! Allahü teâlâya duâ et, gözlerim açılsın" dedi. Peygamber efendimiz de, "Kusursuz bir abdest al! Sonra, ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi, bu yüce Peygamberi bana şefaatçı eyle! Onun hürmetine duâmı kabul et" duâsını okumasını söyledi. O da, abdest alıp duâ etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duâyı Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır. Ancak, namaz kılmayan, haram işleyen ve kalbi gafil olan ettiği duâdan tam netice alamaz. İbretlik Hikâyeler Hakkımı helal etmem! Osmanlı sarayındaki hanedan çocuklarını yetiştirmek üzere" muallime-i selatin" (sultan hocası) olarak tayin edilen Safiye Hanım'a padişah Vl. Mehmed Reşad'ın ilk iradesi şu olmuştu: "Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği helâl etmiyorum. Bu iradem hoca hanım tarafından talebe şehzade ve hanım sultanlara söylensin!" > II. Abdülhamid'in merhameti Bir akşam Aksaray taraflarındaki bir postaneden Sultan'a arz edilmek üzere bir telgraf çekilir. Telgrafı çeken bizzat telgraf memurudur. Karısının hamile ve doğmak üzere olduğunu ve doğumun da zor olabileceği belirtilerek hiçbir vasıtasının olmadığını bu nedenle "Merhamet-i Şahane"ye sığındığını belirtir. Telgrafı baştan sona okuyan II. Abdülhamid, Mabeyn (saray) memuruna gerekenin yapılması emrini verir. Sabaha karşı Mabeyn memuru, Mabeyn tabiplerinden biri ve bir yaver, gönderildikleri yerden dönerler. Saray bahçesinden geçerken Padişahın oturmayı adet edindiği sade ve basit odada ışığın yandığını görürler. Padişahın geceyi orada geçirdiğini ve belki de uyumakta olduğunu düşünerek, kendisini rahatsız etmemek için ayaklarının ucuna basa basa yürümeye başlarlar. Yanılıyorlardır, zira Padişah uyumuyordur. Onları pencereden seyreden Sultan, gelmelerini işaret eder. Neticenin ne olduğunu çocuğun doğup doğmadığını soran Padişah'a şu cevabı verirler: - Evet Efendimiz! Biraz evvel dünyaya geldi. Nur topu gibi bir erkek çocuk... İsmini "Abdülhamid" koydular... "İhsan-ı Şahane"yi verdik. Baba ağladı ve "ömr-ü devlet"lerine dualar etti. Abdülhamid Han, şafak vaktine kadar neticesini beklediği hadiseyi öğrendikten sonra, içindeki sıkıntılı bir havayı dışarıya atarcasına bir nefes boşaltır ve tek kelime söylemeden paravananın arkasına geçip sabah namazına durur... > Şevval orucu hürmetine... Süfyan-ı Sevri anlatıyor: - Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Haremî Şerif'e gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selâm verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki: "Ben öldüğüm vakitte kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece de beni terk etmeyip kabrimde gecele. Münkireynin suali anında bana Tevhîd'i telkin et!" Ben o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana dediğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken: "Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkînine ihtiyaç kalmadı" diye bir ses işittim. O zaman: "Ne sebeple bu lutfa eriştin" diye sordum. Bana cevap olarak: "Ramazan-ı Şerîf'in orucunu tutup Şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle" dedi. O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmânîdir, şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve, "Ya Rabbi! Beni ramazanın orucuna ve şevvalden altı gün orucuna muvaffak kıl" diye dua ettim. Allahü teâlâ beni de muvaffak kıldı. > Hadis-i Şerîf"Ramazân-ı şerîf ayında tamam oruç tuttuktan sonra, Şevvâl ayında altı gün daha oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibi olur." "Bir Müslümân, Terviye günü oruç tutarsa ve günâh söylemezse, Allahü teâlâ, onu elbette Cennete sokar." Hak teâlânın ziyâde mahbûbu [en çok sevdiği] şu kimsedir ki, Allahü teâlânın kullarına muhabbetine sebep olan ve kulların dahî Ma'bûd-i teâlâya muhabbet eylemelerine vesîle olandır. O kimse, teblîg ve da'vet sâhibidir. [Se'âdet-i Ebediyye: 89.] Deynden [borcundan] bir dank gümüşü sâhibine vermek, altı yüz kabûl olunmuş ve makbûl [nâfile] hacdan efdaldir. [Se'âdet-i Ebediyye: 97.] > Kıbrıs mutfağından Şeftali kebabı Malzemeler: * 250 gram kuzu kıyması * 250 gram dana kıyması * 250 gram soğan * Yarım demet maydanoz * 1 çay kaşığı karabiber * 1 kg. içyağı (kuzu) Hazırlanışı: Soğan ve maydanoz ince kıyılır. Kıymanın içine kenarda bekletilen bütün malzeme ilave edilerek yoğrulur. İç yağına başparmak kalınlığında ve uzunluğunda sıkıca köfte formunda sarılan kebap, hafif ateşle yanan kömürde pişirilir ve sıcak servis yapılır. > Şehriye Çorbası, Şeftali Kebabı, Pilav, Aşure

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.