Ramazaniyelik nükteler

A -
A +

>> Hadis-i şerif * Her kim her ayın Perşembe ve Pazartesi günleri oruç tutsa, Hak teâlâ hazretleri, o kula, yedi yüz sene oruç tutmuş gibi sevap i'tâ buyurur. * Allah yolunda bir gün oruç tutan kimsenin yüzünü, Allah yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır. * Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tövbe, red olmaz. Fıtr bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şaban'ın on beşinci (Berât) gecesi ve Arefe gecesi. [Se'âdet-i Ebediyye] ----------------- Vaktiyle adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayırır, - Hanım bunu ramazana sakla, dermiş. Gel zaman git zaman ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup taşmaya başlamış. Günlerden bir gün kapıya bir dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş. Kadın: - Adın ne senin? demiş. - Ramazan - Ramazan mı? Dur öyle ise... Evde ne kadar ayrılmış güzel yiyecek içecekler varsa kaplara doldurmuş. - Al git bunları, bizim bey sana saklıyordu, demiş. Akşama bey eve gelince olanı biteni anlatmış. Tabii bir güzel zılgıt yemiş. Sonunda ne yapalım demişler. Bir yılda topladığımızı bir günde bitirdik. Bu akılsızlığımızı biz de her gece bir komşuya anlatır, onlara misafir oluruz. Efendim rivayet bu ya, ramazan ayında sıra gezmek; fıkra, masal anlatmak bundan sonra âdet olmuş. Malumunuz ramazan ayları her yıl İslâm âlemine çeşitli yenilikler, çeşitli güzellikler getirir. Mâniler, fıkralar, iftar sonrası sohbetleri başlı başına bir âlemdir. Eski ramazan sohbetlerinde tebessüm ettiren tefekkür nükteleri oldukça ilgi çeker. Ramazan aylarında oruçla gerilen sinirler iftar öncesi bu hoş nüktelerle gevşeyiverir. İşte bir tiryakinin hali: Ramazan hilali görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilali görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter: geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş, nasılsa bir su birikintisi içinde hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş: - Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin? Anladık işte ramazan başlamış!.. > Şu an oruçluyum bile! Beyzâde ramazan girer girmez her türlü melanetten tövbe ederek namaza başlamış. Onu mescidde gören tanıdıkları kenardan işaret ederek, "Maşallah, ne de güzel namaz kılıyor, ne de güzel yakışıyor, nazar değmesin" gibi güzel kelimelerle taltif ettikçe bu lâflar bizim beyzâdenin kulağına değmekte ve delikanlı içten içe hoşnut olup zevke gelmekte ve içi içine sığamamaktadır. Nihayet bir yerde kendini zapt edemeyip namazı rükûda iken bozar ve kendisini methedenlere seslenir, - Belki haberiniz yoktur, üstelik şu anda oruçluyum bile!.. Efendim bu fıkranın bir başka versiyonu da var devamı şöyle: Beyzade ramazanda namaza başlar. Onu mescidde görenler, çıkışını bekleyerek tebrik etmeye, desteklemeye karar verirler. Çıkınca, - Maşallah, iftihar ettik, geçmişlerinin rûhunu şâd ettin, hep böyle ol inşallah, kelimeleriyle tebrikte bulununca bizimki, "Daha bu bir şey değil" diye burnunu bükerek lâfı tamamlar, - Siz beni bir de abdestliyken görmelisiniz!.. Bunlar da oruç yiyenlere dair: > Yumuşasın diye... Adamın biri ramazan günü erik yiyormuş. Bunu gören adam: - Yahu, Müslüman olan böyle oruç yer mi? demiş. Adam: - Hayır oruçluyum, cevabını verince adam, avurdunun şişliğini işaret ederek: - Ağzındaki nedir? diye sormuş. Adam: - Eriktir, demiş, iftara kadar yumuşasın diye ağzımda tutuyorum. > Senin için orucumu kesiyorum Aylardan temmuz, günler oldukça sıcak ve uzun. Sabah erkenden başlayıp, gün boyu tırpanla ot biçmiş Tonyalı. Hararetten, dili bir karış dışarıda varmış evine. Kafaya takmış, orucu bozacak ama, arkadaşı bırakmıyor: - Orucunu bozma, aha şunun şurasında akşama ne kaldı ki? Bir punduna getirip bozmuş orucunu Tonyalı. Arkadaşı: -Ne yaptın? Nasıl bozdun orucu? deyince cevap vermiş: -Baktım ki, orucu bozmazsam susuzluktan öleceğum. Ölürsem bir daha Allah için oruç tutamayacağum. Dedum, ey Rabbum, yaşayup senin için oruç tutayim diye orucumu kestum. > Bu namazın rükû, secdesi yok mu? Üçüncü Selim bir ramazan günü, saltanat kayığıyla Kâğıthane deresinde dolaşırken kişinin köprü başında sofra kurarak demlendikleri gözüne ilişti. Saltanat kayığının görünmesiyle ne yapacaklarını şaşıran adamlar, hemen işret tepesinin üzerine bir örtü örttükten sonra hep birden namaza durdular. Muziplikten hoşlanan padişah, önlerinden geçerken kayığını yavaşlattı. Eğilecek olursa rakı kadehlerinin, sürahilerin şangırtısını duyacak, belki örtü açılıp her şey meydana çıkacaktı. Bu sebeple dakikalarca ayakta durdular. Hünkâr kıs kıs gülerek yanındakilere: - Bu namazın hiç rükû, secdesi yok mu? diye sordu. Yanındakilerden biri: - Efendim dedi, ne yapsınlar, mazurdurlar. Secde edecek olurlarsa bir daha başlarını kaldıramayacaklarından korkuyorlar. Bu kadarcık muzipliği kâfi gören Sultan Selim, oradan uzaklaşıp gitti. > Seferiyim de... Adamın birini oruç yerken yakalanmışlar, İstanbul Kadısının huzuruna çıkarmışlar. O zamanlar oruç yemek büyük suç, cezası da çok ağırmış. Kadı efendi hışımla bağırmış: - Zındık herif!.. Niçin oruç yiyorsun? Adam büyük bir sükunetle cevap vermiş: - Efendi Hazretleri... Seferiyim, seferi olanlara oruç farz değildir ki!.. Mahalle sakinleri hemen itiraz etmişler: - Hayır Kadı efendi, otuz senedir bizim mahallemizde oturur, bir kere mukim olduğunu görmedik bre zındığın. > Hûd sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Hûd sûresi beni ihtiyarlattı." "Cuma günleri Hûd sûresini okuyunuz." "Ümmetim gemiye bindikleri vakit, Hûd sûresi 41. âyetini okumaları, onların emniyetleridir." Yezîd bin Ebân diyor ki: "Bir gece Resûl-i Ekrem'i rüyada gördüm ve ona Hûd sûresini okudum. Bitirince bana, "Bu sûreyi okudun, ancak bunun ağlaması nerede" buyurdu. > Bize helal lokma gerek Sultan II. Murat zamanında, henüz Osmanlılarda hazine teşkil edilip Padişahlar saraylarda gönlünce harcama yapmazlar ve onlar da harplerde elde edilen ganimet ve haraçlardan ve madenlerden başka devletin bir geliri yoktu. Halktan vergi toplayıp saray erkânı için harcanmazdı. Hal böyle olunca, padişahlar da zaman zaman parasız kalabiliyordu. Bir gün Fazlullah Paşa, II. Murad'ın, Çandarlı Halil Paşa'dan borç para istediğini görüp: - Sultanım, Padişahların Vezirlerden ve şundan bundan para istemesi yerinde olmaz. Müsaade buyurursanız bir hazine teşkil edilsin ve oradan saraya tahsisat ayrılsın, dedi. Fazlullah Paşa'yı dinleyen Sultan Murad Hazretleri: - Bu parayı nereden ve kimden toplayacaksın? diye sordu. Fazlullah Paşa: - Sultanım bu memlekette çok zenginler var, bir fermanla bazılarından bir miktar mal toplamak mümkündür, dedi. Bu söz üzerine Sultan Murad: - Sen nice teklif edersin Fazlullah Paşa! Bize ve bizim askerimize helâl lokma gerektir. Bizim ve askerimizin boğazına helâl lokma girmez de, onun bunun hakkı girerse bu askerle, meydân-ı gazada nasıl harp edebiliriz. Haram üzerine bina kurulursa ayakta durma imkânı var mıdır? diyerek Fazlullah Paşa'nın teklifini reddeder ve Çandarlı Halil Paşa'dan bir miktar borç alarak idare eder. > "Hayvanlara karşı merhametlidirler" Türkler, hayvanlara eziyet edilmesine ve onların bir tarafının kesilerek eğlenilmesine çok kızarlar. Venedikli bir kuyumcunun başına gelen şu hadise buna iyi bir örnektir: Kuş meraklısı bir kuyumcunun tuttuğu kuşlar arasında rengi ve büyüklüğü bakımından kukumava benzeyen bir kuş vardı. Hayvanın gagası pek küçük olmasına rağmen göğsü, ağzını açtığı zaman bir insan yumruğu içine girebilecek kadar genişti. Şakacı bir insan olan kuyumcu, bu tuhaflığından dolayı kuşu kanatlarından gererek kapısına asmıştı. Gagasını da bir çomak koymak suretiyle açık tutuyordu. Evin önünden geçen Türkler hayvanın halini görünce acıdılar. Böyle zararsız bir kuşa eziyet etmenin cinayet olduğunu söyleyerek adamı evinden dışarı çıkardılar. Yaka paça hakimin huzuruna getirdiler. Hakim ona ağır bir ceza vereceği sırada, Venedik sefaretinden bir memur gelerek suçlunun kendisine teslimini talep etti. Kuyumcu, kendisini getiren Türkler'in şiddetli itirazları arasında, hakimin merhameti sayesinde sefaretten gelen memura teslim edildi. O. G. Busbecq / 16. Yüzyıl. Viyana Sefiri > Saray kadınlarının gerçek hayatı Tarihi hadiselere önyargılı bakan birçok batılı yazar Osmanlı kadınlarının saray hayatını kendi hayat felsefelerine göre değerlendirip, "kafes edebiyatı" çerçevesinde senaryolaştırmasına mukabil, yıllarca İstanbul'da yaşayan "Muhteşem İstanbul" kitabının yazarı Gerard de Nerval, Osmanlı saray kadınları hakkında şunları yazar: "... saray kadınlarına gelince, bunların gerçekten birer âlim olduklarını söyleyebiliriz ve bu sözümüzde mübalağa yoktur. Çünkü saraya giren her kadın, tarih, edebiyat, resim ve coğrafya konularında çok ciddi bir eğitime tabi tutulur. Bu kadınların birçoğu, sanatkâr veya şairdirler" > Balıkesir Kaymaklısı Malzemeler: 10 adet odun ateşinde pişmiş yufka, 1 kilo Balıkesir manda kaymağı, 2 kilo toz şeker 1.5 litre su, yarım limonun suyu, 1 kilo un, 4 adet yumurta, yarım litre süt, yeteri kadar tuz, yufkaları açmak için nişasta. Hazırlanışı: Önce un, yumurta, süt ve tuzdan oluşan malzemeyi yoğurun. Bu yoğurduğunuz hamurdan 10 adet beze yapın. Bezeleri orta boy tepsi ebatlarında nişasta yardımıyla açın. Mümkünse odun ateşinde ve sacta pişirip kurutun. Tepsiyi bolca yağlayın. 5 yufkayı üst üste koyun. Kısık ateşte ocakta altını kızartın. Diğer 5 yufkanın da aynı şekilde başka bir tepside altını kızartın. Birinci tepsiye kaymak döşeyin ve diğer tepsinin üzerine kapatın. Kızaran kısım üstte olur. Ayrı bir kapta koyu bir şerbet hazırlayın. Pişen hamuru soğutup şerbeti bu hamura sıcak olarak dökün. Bir iki saat bekletip tatlının hazır olmasını sağlayın. Börek dilimleri şeklinde kesip servise sunun. > İşkembe Çorbası, Sebzeli Güveç, Talaş Böreği, Baklava

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.