Sadrazam sofrası

A -
A +

Geçtiğimiz yüzyıl Sadrazam Büyük Fuat Paşa'nın Çubuklu'daki yalısında verdiği iftar yemekleri dillere destan ziyafetlere sahne olurdu. Bu ihtişamlı sofralar bahçede hazırlanır, ramazana mahsus ekmeklerden başka uzun yumuşak pideler, yine iftarlık olarak çeşitli ufak halka çörekler, yine iftar için gümüş veya değerli pulad tepsiye çeşitli meyvelerden yapılmış reçeller, sucuk, pastırma, peynirler ve özellikle hurma ile türlü türlü zeytinler konduğu gibi ortasına da saplı, kulplu ve kapaklı elmastıraş denilen billurlardan çok küçük sekiz on kadar bardak içinde Mekke-i Mükerreme'den getirilmiş zemzem-i şerif konulurdu. Sofraları biraz olsun neşelendirmek adına ağaçlar donatılır, rengârenk fenerler ortalığı nurlandırırdı. Hatta ağaçlar arasına küçük mahyacıklar kurulur, bu ışık kümecikleriyle güzel dualar ve beyitler semaya yazılırdı. Koca Fuat Paşa asla kasvet veren bir zat değildi; gayet güler yüzlü ve iltifatlarını esirgemeyen bir zat olduğu için misafirler hiç sıkılmaz, neşe içinde evlerine dönerlerdi. Öyle ki misafirleri için rıhtımda sandallar, kayıklar bekletilir, kimseyi yaya bırakmamaya gayret ederdi. Oğulları Kazım ve Nâzım beylerin de ayrıca sofra ve misafirleri; haremde hanımefendilerinin davetlileri ve hanegilleri vardı. İhtişamlı sofralar Bahçede kurulan iftar sofraları Avrupa'nın şato ve kır âlemlerini hatırlatacak şekildeydi. Paşanın sofrası yirmi dört kişilik olup, beyefendilerin sofrası on ikişer kişilikti. Yine on ikişer kişilik dört beş sofra daha vardı; aşağı yukarı hepsi dolardı. Haremde de benzerleri yapılıyordu. Koca yalı misafirlerle dolup taşıyordu. Keçecizâde ailesi esasen güler yüzlü, tatlı sözlü, temiz vicdanlı olmakla mahcup ve muhterem oldukları için belki nezaketlerinin zahmetini çekiyorlardı. Fakat herkesin gönlünü de almasını biliyorlardı. Sofrada sakız gibi keten örtüleri ve peçeteleri; gümüş şamdanlardaki billur fanusların çeşitli renkleri, ayaklı antika yemiş tabaklarının ve sofra takımlarının letâfeti; sofracıların tertip ve nezaketi, hele yemeklerin nefâseti hakikaten keyif verici idi. Misafirlerini ayakta karşılar Akşam ezanına tam bir çeyrek kala Fuat Paşa ayakta kendi sofrasına alınacak misafirlerin gelişini bekler, karşılar, herkes softada yerini alınca imam efendi derhal Kur'an-ı Kerim'den ayet-i celile okumaya başlar, hazır olanlar sessiz olarak dinlerlerdi. Bu arada vaktin geldiğini bildiren top da atılmış olurdu. Önce akşam namazı cemaatle eda edildikten sonra sofralara oturulur, zemzem-i şerîf içilerek oruçlar açılır, iftariyeliklerden ve önlerindeki çöreklerden yemeye başlanırdı. Yemekte mutlaka iki çeşit çorba ve yumurta-i hümâyûn, en az üç çeşit tatlı, iki çeşit börek ve hoşaf ile beş altı türlü sebze bulundurmak Fuat Paşa'nın sofrasında âdet olmuştu. Her yemeğin hazırlanmasına dikkat edilir, nefâsetine özen gösterilirdi. Eskiden iftarın kibar sofralarının pek meşhur tatlıları baklava, samsa, revani, şeker pare, dilber dudağı idi. Ramazanda iftar yemeğinde gaziler helvası denen un helvası, soğuk paça ve sebzelerden lahana ile zeytinyağlı yemek bulundurulması kibarlar arasında ayıptı. Konağa davetlilerin dışında gelen misafirlerde derece ve itibarlarına göre kâhya ve divan efendisi, mühürdar gibi zatların odalarına alınır, iftar ettirilir, onlara da mükellef iftarlıklar tatlılar börekler ve her türlü yemekler verilirdi. Konağın alt katına da iftara gelen mahalle bekçisi, sakası, amele ve diğer fakirler için onar kişilik en az üç dört sofra hazırlanır bunlara da birkaç çeşit reçel, simit, büyük bir kap ile çorba, mutlaka bir tatlı ve sebzenin yanı sıra büyük bir leğenle bolca pilav verilirdi. İftarın ardından Hazinedâr ağa tarafından diş kirası nâmıyla bir miktar atiyye verildikten sonra bunlar da konağı terk ederdi. Teravihe hazırlık Teravih namazına kalkan davetliler için gayet uzun dokunmuş halıdan saf seccade yayılır, üstüne ise arakiye üzerine sırma işlenmiş veya atlastan, sırma ipek ve sırma ile süslenmiş ayrı ayrı seccadeler serilir, hane sahibi ve imama da yine ayrı ayrı ağır işlemeli seccadeler konurdu. Bahçenin bir tarafı da kafesli paravanlarla ayrılarak kadınlara tahsis olunurdu. İlahilerle kılınan teravih namazlarında müezzinler kalem efendilerinden, bilhassa güzel seslilerden seçilir, imamlar Kur'an-ı Kerim okumakta en çok muvaffak olanlardan alınırdı. Misafirlerin abdest tazelemeleri için gümüş leğenlerle ibrikler hazır bulunurdu. Fuat Paşa dine saygılı bir kimse olduğu için lâubalîliği ne kendisi, ne de başkaları için kabul ederdi. Oruç tutmayanlara, namaz kılmayanlara kızar, sinirlenip azarladığı bile olurdu. Fuat Paşa'nın sahilhânesi bahçesinde kılınan teravih namazlarına Çubuklu ve Beykoz'da oturanlar da katıldıklarından iki veya üç yüz kişinin bulunduğu olurdu. Namazdan sonra misafirler şerbetler ve kahvelerle istedikleri gibi istirahat ederler, bazıları giderler, bir kısmı da padişahı beklerdi. Sadrazam Fuat Paşa İki kez sadrazamlık görevini yürüten Fuat Paşa, 1863'te Sultan Abdülaziz tarafından ilk defa verilen "Yâver-i Ekrem" unvanını aldı. Hadis-i Şerif Farz namaz, sonraki namaza kadar; cuma, sonraki cumaya kadar; ramazan ayı, sonraki ramazana kadar olan günahlara kefaret olur. [Taberânî] Beyit ziyâfeti Ne dünyadan safâ bulduk, ne ehlinden recâmız var Ne dergâh-ı Hüda'dan mâada bir ilticâmız var (Nef'i) (Bu kötü dünyadan bir zevk almadık, zevk alanlarına da yalvarıp boyun eğmedik. Bizim Allah'ın kereminden O'nun lütuf ve ihsanından başka sığınacak yerimiz yok.) Her güne bir dua Sıkıntıdan kurtulmak için okunacak duâ (Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül'azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî) (Lâ ilâhe illallâhül'azîm-ül-halîm lâ ilâhe illallâhü Rabbül-Arş-il'azîm lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı Rabbül'Arş-il-kerîm.) Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "İstiğfara devam eden, her sıkıntıdan, her dertten kurtulur, ummadığı yerden rızıklanır" "La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır" "Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır." "Sıkıntılı iken "Hasbünallah ve ni'mel-vekîl" deyiniz!" "Sabah-akşam İhlas ve Muavvizeteyni [iki kuleuzüyü] üçer defa oku! Bunlar, bütün belâları, afetleri, sıkıntıları ve istemediğin şeyleri giderir." "Bir kimse, sıkıntılı zamanında on defa, Hasbiyallahü lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül arşil azîm'i okursa, Allahü teâlâ üzüntüsünü giderir." İmam-ı Rabbanî hazretleri, her türlü zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa La havle vela kuvvete illa billah okur, okumaya başlarken ve okuduktan sonra yüz defa Salevat-ı şerife getirirdi. Götüreceğin bir parça kefen Adamın biri oğluna; öldüğüm zaman senden tek isteğim var, o da ayağımın birine eski bir çorap giydirmeyi ihmal etme! diye vasiyette bulundu. Zaman geldi her faninin akıbeti onu da gelip aldı götürdü. Adamı teneşir tahtasına yatırdılar, imam efendi yıkamak üzere başına geçip vazifesini yapmaya başladığı zaman, meyyitin oğlu babasının vasiyyetini arzederek, "Babama mutlaka bir eski çorap giydireceğiz" dedi. İmam: - Olmaz, İslâm esaslarına göre ölüye kefenden başka bir şey sarılmaz, dediyse de adam illa da babasına çorap giydirmekte ısrar ediyordu. O muhitin hocaları toplanıp bu meseleyi görüşmeye ve ölüye çorap giydirilip giydirilmeyeceğinin müzakeresini yapmaya başladılar. İlim meclisinde bu müzakere devam etmekte iken içeri bir adam girip mevtanın oğluna bir mektup verdi. Mektup çocuğun babası tarafından verilmiş ve öldükten sonra kendisine verilmesi istenmişti. Meyyitin oğlu babasının bıraktığı mektubu yüksek sesle okumaya başladı. Mektupta şöyle denilmekte idi: - "Oğlum! Görüyorsun ya, sana o kadar mal-mülk bıraktığım halde, bana bir çorabı bile çok görüyorlar. Elbette bir gün sen de benim gibi ölüp gideceksin. Aklını başına topla... Sana da birkaç metre kefenden başka birşey vermeyecekler. Sana bıraktığım malı, iyi harca, sarfedeceğin yerleri iyi seç. Çünkü senin kabre götüreceğin amelinden başka bir şey değildir." Din adamları ölüye kefenden başka bir şeyin giydirilmesinin mümkün olmadığına karar verdiler ve adam hakikaten birkaç metre bez ve ameliyle baş başa kaldı. Belgelerin diliyle... Daha önce Osmanlı Devleti'ne iltica etmiş olan Polonyalıların yaşadığı İstanbul'un Beykoz kazasına Polonezköyü'ne idari olarak köy statüsü verilmesi ve ahalisinin Osmanlı vatandaşlığına kabul edilmesi hakkında Sadrazam'ın (Başbakan) yazısı. 1911 yılında 5. Mehmed dönemine ait olan bu belge Başbakanlık Devlet Arşivlerinde muhafaza edilmektedir. (DH. SN. THR. Nu: 18/62) Maziden nükteler Tok açın halinden anlar mı? Eski İstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekâr esnafa karşı pek amansız davranırdı. Çarşıya çıktığı zaman, dükkan dükkan dolaşır, tavukların kursaklarına kadar her şeyi inceden inceye muayeneye girişirdi. Eğer tavukların kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuyu cezalandırırdı. Bir gün yolda rastladığı seyyar bir tavukçuyu, yine cezalandıracaktı ki, tavukçu eline sarıldı: - Tavuğun, dedi, kursağında yem var mı, diye baktın. Bir de sahibinin kursağını yoklasan, a benim efendim. Bunları Biliyor musunuz 'Hüsn-ü hat'a verilen değer Osmanlılarda ilim ve sanat erbabına verilen ehemmiyetin bir göstergesi olarak hüsn-ü hat (güzel yazı) erbabına pek ziyade hürmet edilirdi. Çoğu Osmanlı kibarlarının, konaklarına her gün bir hattatı davet ederek Kur'an-ı kerim, Buhari veya Şifa-i Şerif gibi kitaplardan hiç olmazsa bir iki satır olsun mutlaka yazdırarak teberrük edilirdi. Birçok Osmanlı zengini, hüsn-ü hatla kazanılan paraya, asıl helal para gözüyle baktıkları için hiç ihtiyaçları olmadığı halde kitap yazıp para kazanırlardı. Vefat ettiklerinde techiz ve tekfin masraflarının bu paradan karşılanmasını vasiyet ederlerdi. İçli köfte Malzemeler: 300 gram kıyma, 200 gram bulgur, 50 gram ceviz içi, 50 gram fıstık, 15 gram kuş üzümü, 2 adet soğan, 1 demet maydanoz, 1 bardak sıvı yağ, kırmızı toz biber, pul biber, kara biber ve tuz. Yapılışı: Bulguru ılık suda ıslatıp yarım saat bekletin. Kıymayı kavurup soğanı ilave edin ve bir miktar daha kavurun. Daha sonra çam fıstığını, tuzu, kara biberi, pul biberi, ekleyip bir süre daha kavurun. Ateşten alıp içine maydanoz, ceviz ve kuş üzümü ilave edin. Bulgurdan bir avuç alarak elinizin içinde yassılaştırın. Ortasına bir kaşık iç koyup üzerini az bir hamurla kapatın. Oval yumurta şeklini verdikten sonra orta hararetli yağda kızartın.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.