Şöhreti Osmanlı'yı da aştı

A -
A +

>> Hadis-i şerif * Şüphesiz Allah 'azze ve celle' ramazanın her gecesinde altı yüz bin cehennemliği kurtarır. Ramazanın son gecesi olunca, ramazan ayı boyunca kurtardıklarının toplamı kadarını daha kurtarır. * Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu, yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur. * Namaza devâm etmek, kalbin nûrlanmasına, ve se'âdet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir. [Se'âdet-i Ebediyye] ------------------ Bir seyyah mahyalar için: "Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya layık Türklerin hiç bir medeni eseri olmasa bile yalnız şu gökteki yıldızları toplayıp minareler arasında yazı yazmaya akıl edişleri ve bunda muvaffak olmaları onların medeniyette ne kadar ileri olduklarının bir ifadesidir." der. Ramazan akşamlarının renkli âlemi, her akşam gökyüzünde ışıldayan mahyalardır. Bu iş sadece ramazan ayına mahsus olduğu için, bu deyim Farsça aylık manasına gelen "mahiye" kelimesinden gelir. Bir caminin iki minaresi arasına gerilen bir halattan küçük kandiller sarkıtılarak gece karanlığına sözcükler yazmak, bir nevi ramazanın İstanbul'a getirdiği sevinç, bolluk, ferahlık nedeniyle Allahü teâlâya duyulan şükranı vurgulamaktır. Bilindiği kadarıyla ilk mahya Sultanahmet Camii'nde kurulur. Zaman içinde öyle rağbet görür yaygınlaşır ki evvela tek minareli olan Mihrimâh Sultan Camii'ne, Üsküdar halkının "Burada da mahya isteriz!" diye ısrar etmesi üzerine bir minare daha ilave edilir. Gün gelir mahyaların ünü Osmanlı topraklarını da aşar, talep üzerine, Süleymaniye başmahyacısı Mısır'a gider, lakin minare araları açık ve kâfi derecede olmadığından istediği gibi bir mahya kuramadan geri dönerler. Günümüzde elektrikle yazılan ramazan mahyaları, eski zamanlarda son derece karmaşık ve zahmetli bir uğraştır. Bu iş yeni harflerle mahya kurmaya benzemez, zira eskiler girift olur, bir de hareler, şeddeler, noktalar ve hemzeler de varsa mahyacının işi bir o kadar zorlaşır. Şerefeler arasına gerilen kalın bir halata, şimşirden halkalar, kancalar, gevşek yedek ipleri ve sayıları yüzleri aşan kandilleri kullanarak iftar sonrasından teravih bitimine değin, en çok iki saatlik bir zamanı mahyalarla nurlandırmak; hele kışa rastlayan ramazanlarda bunun için şerefelerde soğuktan çivi kesmek, ancak meraklılarının göze alabildiği bir iştir. Bütün bu meşakkatine rağmen Mahyacıların en çok tercih ettiği hava, soğuk ve karlı olanıdır. Zira zeytinyağıyla hazırlanan kandiller karlı havada daha çok parlar, ortaya çıkan görüntü de daha gösterişli olur. >> Her geceye bir mahya Mahyacılar her akşam ayrı bir mahya kurmak için gün boyu çalışır; ilkin satranç kağıdı üzerinde yazı ya da resim tasarımlarını geliştirir; buna göre kandil sayısını, her kandilin sarkıtma ipleri üzerindeki yerlerini belirler; makaralı iplere düğümler atarlar; istenilen görüntünün kusursuz elde edilebilmesi için provalar yapılır; kandillere aynı ölçekte yağ konulur; fıstık çöpünden veya kavrulmuş tatlı su sazına pamuk sarıp fitiller hazırlanır; kandiller yuvarlak kutularına yerleştirilir. İftardan sonra da minare şerefelerinden, kandilleri teker teker gergin halata salıverir ve ışıklı kompozisyonu gerçekleştirilir. Her gece değişik mahya kurmak için yarışan ve tasarımlarını gizli tutan mahyacıların o akşam ne yazacaklarını veya betimleyeceklerini halk da merakla bekler. Her gece yeni bir mahya kuranlar olduğu gibi, teravih namazından önceki mahyasını, teravihten sonra yeni bir mahya ile değiştirme ustalığına sahip, mesleğinin aşığı, sanat rekabetine gönül vermiş ünlü mahyacılar da vardır. Usta mahyacılar, namazdan önce gerdikleri mahyayı, herkes teravihte iken, birkaç saat içerisinde yenisiyle değiştirir. Bu diğer camilerin mahyacılarına bir bakıma tatlı bir meydan okuyuş anlamına gelir. Mahyacılar ramazanın ilk on beş günü boyunca "yazılı", ikinci on beşinde de "resimli" mahyalar kurar. İslam harfleriyle "sülüs" ve "celi" tarzlarında bir iki sözcüklü yazıların en çok tekrarlananları "Ya Şehr-i Ramazan", "Maşallah", "Elhamdülillah", "Ya Kerim", "Bismillah"... iken 1921 ramazanından başlayarak "Yaşasın Gazimiz", "Yaşasın İstiklâliyet", "Tayyareyi Unutma", "Yaşasın Misak-ı Milli" gibi sözler yazılmaya başlanır. Resimli mahyaların ise en çok tercih edilenleri, kız kulesi, cami, köşk, köprü, kayık, yelkenli, ay-yıldız, fıskiye, kuş ve güldür. Mahyacılık evladiyelik bir meslektir. Bu cihette her mahyacı kendi oğlunu bu yolda eğitir, yetiştirir. Mahyacı olmak da öyle kolay değildir, vakıf meclisinin imtihanından geçilir. Bir ay çalışır, 11 ay maaş alır ama bu para cüz'î bir meblâğdır ki ay sonu asla gelmez. >> Yağdan elektriğe geçince... Elektriğin İstanbul'a gelmesiyle yüzyıllarıdır mahyacılığın ana malzemesi olan balmumu ve zeytinyağı bir kenara bırakılır. Bir ara Ayasofya Camii'nde elektrikle mahya kurulur ama çok geçmeden vazgeçilir. Bunun üzerine Mebani-i Hayriye Müdürü olan Esat beyi Meclis-i Vükelâ'dan çağırarak, "Niçin zeytinyağı ile mahya kuruluyor da fennin ihtiraından istifade edip elektrikle kurmuyorsunuz?" diye sorar. Esat bey verdiği cevapta, "Bu milli bir sanattır, elektrikle olmaz. Mahya yalnız göstermelikten ibaret değildir, halka heyecan da vermektir. Halk arasında 'bugün nasıl bir mahya yapılacak' şeklinde bir heyecan, bir bekleyiş vardır. Elektrikle mahya aynı şeyi yazar" der. Fatih Camii'nde de benzer bir olay olur, bir ara elektrikle "Bismillah" yazılır, halkın pek beğenmemesi üzerine tekrar eski usule dönülür. > Fetih sûresinin fazîleti Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Fetih sûresini okuyan kimse, Hudeybiye ağacının altında bana bîât eden kimse gibi sevâb alır." "Ramazanın birinci gecesi kim namazda, Fetih sûresini okursa, Allahü teâlâ o kimseyi bütün sene korur." "Kim Fetih sûresini okursa, sanki Mekke'nin fethinde Resûlullah ile berâber bulunmuş gibidir." "Bu gece bana bir sûre indirildi ki, o bana dünya ve içindekilerden daha sevimlidir. Bu sûre "İnnâ fetahnâ"dır." İmâm-ı Sa'lebi buyurdu ki: "Sûre-i Feth'i okuyanların, meleklerin tesbîhlerinden ve zikirlerinden nasîbi vardır." v Ben de bilirim! Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona: - Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. Vezir: - Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış: - Ben de bilirim!.. Dünyanın en asil milleti Asrımızın başında İstanbul Bahçekapı'da Macar bir terzi vardı. Mösyö Back bir gece toplantı hâlinde bulunan yabancı dostlarına şu sözleri söylemişti: - Efendiler! Ticarethanemde tezgâhtarlık eden bir Türk vardı. Kendisini askere çağırdılar. Giderken, daha evvelden ticarethanemden aldığı on beş lira borcu veremeyeceği için özür diledi ve harpten döndüğü vakit ödemek üzere benden mühlet istedi. Elden ne gelir, ben de razı oldum ve bu parayı unuttum. I. Dünya Savaşı bittikten sonra genç bir delikanlı ziyaretime geldi ve tezgâhtarın oğlu olduğunu söyleyerek, - Babam harpte şehit düştü. Vasiyeti mucibince size olan borcunu getirdim, dedi. Parayı almamakta ısrar ettim. O zaman delikanlı pek üzüldü ve: - Bu babamın vasiyetidir, dedi. Eğer almazsanız ruhu muazzep olur. Sözlerinin burasında Mösyö Back'in gözleri yaşardı ve şunları demişti: - Efendiler!.. Dünyanın en asil, en doğru, en namuslu milleti Türk milletidir. > Beytullah'a çirkin saldırı On ikinci asırda Haçlı seferlerinin en şiddetli yıllarında, Suriye'de bulunan Türk devletinin hükümdarı Nureddin Zengi 1162 senesinde bir rüyâ görür. Peygamber efendimiz rüyasında üç adamı sultana göstererek,"Nureddin! Bu adamlardan beni kurtar!" diye buyurur. Yatağından fırlayan Sultan, "Bu rüyâ doğru bir rüyâdır. Resûlullah tehlikede." diye düşünerek, sabahı beklemeden, yanına sâdık adamlarından 20 kişi alarak ve çok süratle giderek 16 günde Medine-i Münevvere'ye varır. Halk, Sultan'ın bu ani ziyaretine hem sevinir, hem de şaşar. Ertesi günü, genç-ihtiyar, kadın erkek çocuk bütün şehir halkının, önünden geçmesini ve halka bizzat eli ile hediye dağıtacağını ilân eder. Herkes gelip geçerler. Sultan geçenler arasında rüyâda kendisine gösterilen adamları göremez. "Buraya gelmeyen kimse kaldı mı?" diye şehrin valisine sorar. O da Sevgili peygamberimizin kabrinin bulunduğu yere yakın bir evde oturan üç Magriblinin gelmediğini söyler. Sultan derhal o üç kişiyi zorla getirtir. Görür ki, bu adamlar rüyada kendisine gösterilen kimselerdir. Sultan maiyeti ile beraber bu eve gider ve eve girince görürler ki, evin içinde büyük bir tünel kazılmış ve tünelin ucu da Ravda-i mutahhara'ya iyice yaklaşmıştır. Mağribileri muayene ettirir, suçluların sünnetsiz ve Hıristiyan oldukları ortaya çıkar. Bunlar sorguya çekilince ifadelerinde; "Bizler Hıristiyanız, yeraltından Peygamberin kabrine girip naaşını çalıp Avrupa'ya götürecektik." derler. Sultan Nureddin Zengi bundan sonra böyle hainler zarar vermesinler diye, Ravda-i Mutahhara'nın etrafına su gelinceye kadar hendek kazdırır. Buraya kalay eritilip dökülerek kalın bir duvar haline getirilir. Böylece Ravda-i Mutahhara emniyet altına alınmış olur. > İslim kebabı >> Malzemeler: 800 gram koyun eti, 1 adet kuru soğan, 4 adet domates, 1 çorba kaşığı salça, 4 adet yeşil biber, 2 adet patlıcan, 150 gram margarin, 1 bardak çiçek yağı ve tuz. >> Yapılışı: Yıkanmış etler bir tencereye konur. Doğranmış soğan ve margarinle beraber kavrulur. Bir kaşık un ve küçük doğranmış domates konur. Etin üzerine çıkacak kadar sıcak su ilave edilir ve pişmeye bırakılır. Patlıcanlar uzunlamasına doğranır, tuzlanır. 5-10 dakika bekletilir. Daha sonra yıkanır, süzülür ve kızartılır. Domatesler halka şeklinde kesilir. 2 patlıcan artı (+) şeklinde üst üste konur. Pişmiş etlerden 1 parça da (+) şeklindeki patlıcanın üzerine konur. Bohça gibi kapatılır. üzerine 1 dilim domates, 1 yeşil biber konur. Kürdanla tutturulur. Tepsiye dizilir. Sosu konularak fırına verilir. >> Yayla Çorbası, İslim Kebabı, Su Böreği, Salata, Kadayıf

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.