Süte su karışmaya!

A -
A +

Peygamber Efendimiz ve daha sonra gelen halifeler piyasayı kontrol altında tutmak ve haksız gelir elde etme yollarını kapamak için ellerinden geleni yaptılar. Peygamber Efendimiz, ıslak buğdayı altta saklayan satıcının bu fiilini engellemiş ve bu ayıbı insanların göreceği şekilde niye üste getirmediğini sormuş ve akabinde "Bizi aldatan bizden değildir" ikazında bulunmuştu. Yine "kim afete uğramış (çürük ve bozuk) meyve satarsa kardeşinin malından bir (karşılık) şey almasın. Çürük ve bozuk olanları ayırdıktan sonra satsın. Yoksa neye karşılık herhangi biriniz Müslüman kardeşinin malını alacak ?" diyerek çürük mal satmayı, kaliteli malı kalitesiz malla karıştırmayı yasaklamıştı. Bu konuda Peygamber Efendimiz; "Kişinin malında bir kusur varsa söylemeden satması ona helal olmaz" sözleriyle satıcının piyasaya arz ettiği malın kalitesini müşteriye tam olarak yansıtması istemişti. Gücünü ve varlığını İslâmiyetten alan Osmanlı da vatandaşının her türlü haksızlık, zulüm ve fenâlıktan korumak için elinden geleni yapmıştı. Şimdileri modern toplum kriterlerinden biri olarak kabul edilen Tüketici Koruma Kanunları, o dönemler tıkır tıkır işlemekte olan sosyal kriterlerinden biriydi. 2. Bayezid döneminde çıkarılan Bursa, İstanbul ve Edirne İhtisâb Kanunnâmeleri, dünyanın en mükemmel ve en geniş belediye kanunu olmakla kalmayıp, aynı zamanda dünyada ilk tüketici haklarını koruyan kanun, ilk gıda maddeleri nizâmnâmesi, ilk standartlar kanunu, ilk çevre nizâmnâmesiydi. Bu kanun, hem Osmanlı örf âdetlerini ve hem de İslâm hukukunu çok iyi bilen Mevlânâ Yaraluca Muhyiddin tarafından 1502'de hazırlanmıştı. Usta olmak kolay değil O dönemler herhangi bir malı üretmek için o kişinin elinde ustalık belgesi olması gerekiyordu. Bir ürünü imal etmek isteyen kişi öncelikle belirli bir ücret karşılığında, belirli bir süre bir ustaya hizmet ettikten sonra icazet alıp o malı üretmeye ehil olabiliyordu. Osmanlı döneminde üretim aşaması da sıkı nizamnâmelerle denetim altında tutulmaya çalışılmıştı. Kanunî'nin umumi kanunnâmesinde; "sabuncular ve mumcular gözlene, gayet eyü edeler, mumlar çürük ve kokar yağdan olmaya, itidal üzre ola ve sabun dahi eyü ola, pişmiş ola ve yarılu olmaya" deniliyordu. Özellikle fırıncılar çok sıkı kontrol altındaydı. Onlarla ilgili de standartlar ve yaptırımlar getirilmişti. Yine aynı kanunnâmede ekmekçiler, aşçılar ve sabuncular ile alakalı metinleri şöyleydi: "Aşçılar ve başçılar ve büryancılar ve börekçiler, fi'l-cümle ta'âm bişürüb satanlar, eyü ve pâk bişüreler ve kabların pâk suyla yuyalar ve pâk bez ile sileler ve bir kerre çanak ve tabak yudukları suyla tekrar bir çanak ve bir tabak dahi yumayalar. Ve kazanların kalaysız dutmayalar ve kepçelerini dahi kalaysız dutmayalar, vaktiyle kalaylayalar. Muhâlefet edenleri muhtesib, kadı ma'rifetiyle döğe, cerime almaya." Osmanlı Devleti'nde sınai ürünlerin standartlara uygunluğu ciddi şekilde izleniyordu. Tesbit edilen standartlar kadı sicillerine kaydediliyor, ülkenin uzak bölgelerinde de bu standartlara uyulması isteniyordu. Kalitenin korunması amacıyla zaman zaman üretimi denetleyecek kişiler görevlendirilmiştir. Bu görevliler ehl-i vukuf, müfettiş, mubassır ve mümeyyiz sıfatlarını taşıyorlardı. Üretilen veya ithal edilen malların sağlığa zararlı olup olmadığı Muayene-i sıhhiyeye tâbi olan eşya hakkındaki nizamnâmelerle yapılıyordu. Gerek yurt içinden gelen gerekse yurt dışından ithal edilen ürünler belirlenen ölçülere uymadığı takdirde el konularak geldikleri yere geri gönderiliyordu. Fiyatlar devlet denetiminde Osmanlı döneminde halkın özellikle zaruri ihtiyaçlarını makul fiyatlarla alabilmeleri için devlet yetkilileri esnaf ve tüccarları kontrol altında tutuyordu. Bu kontrol, narh mekanizması denen fiyatların üst sınırının devlet tarafından belirlenmesi prensibi idi. Osmanlı döneminde fiyatlar şimdiki gibi serbest piyasa şartlarında arz-talep dengesi dahilinde şekilleniyordu. Ancak narh sistemi ile belirlenen limitler gayriâhlâki fiyatlandırmanın önüne geçmek içindi. Narh fiyatları genellikle kadı, esnaf temsilcileri ve şehrin ileri gelenlerinden oluşan bir mecliste tesbit edildiğinden karşılıklı rızaya dayanıyordu. Fiyatlarda ve kalitede belirlenen düzeyin dışına çıkarak tüketiciyi aldatan imalatçılar imalattan el çektiriliyor ve özellikle İstanbul'da imalatta bulunmaları yasaklanıyordu. 1827 yılında görülen bir uygulamaya göre fiyat hususunda câri nizam dışı hareketleri görünen tüccar, esnaf, küfeciler ve bakkallar suçlarının derecesine göre ilgili makam tarafından değnek ile dövüleceği, küreğe vaz edileceği veya nefy cezası tatbik edileceği ve adı geçen esnaf gruplarına mensup kişilerin biri kabahatli bulunduğunda önce tenbih edilecekler, sonra aynı davranış içerisinde bulunurlar ise falakaya çekilecekler idi. 1767 tarihinde fırıncılık yapan dört yeniçeri ekmeğin gramajını eksik tuttuklarından dolayı Seddü'l- bahr kalasında hapis ve kalebendlik cezasına çarptırılmışlardı. Terâzûda eksük dardulmaya! Aynı kanunnâmede yer alan ilginç maddeler; * Ve mahkeme kararıyla yiyecek ve içecek ve giyecek ve hubûbât ki; çarşıda ve pazarda vardır, gözedilüb her meslek sahibi teftiş oluna. Eğer terâzûda ve kilede ve arşunda eksük bulunursa, muhtesib (belediye başkanı) haklarından gele. * Ve ayağı yaramaz bârgiri işletmeyeler. Ve at ve katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler. Ve ağır yük urmayalar; zira dilsüz canavardır. Her kangısında eksük bulunursa, sâhibine tamam etdüre. Eslemeyeni gereği gibi hakkından gele. Ve hammâllar ağır yük urmayalar, ma'kul üzerine ola. * Ve sirke ve yoğurda su koymayalar. Su katılmış olub bulunursa, teşhir edeler veyahud tahta külâh uralar, gezdireler. * Değirmenciler gözlene; değirmende tavuk beslemeyeler ki, halkın ununa ve buğdayına zarar etmeye. Ve âdetlerinden artuk almayalar ve iri öğütmeyeler ve kesmüklü buğdayı değiştirmeyeler ve illâ muhkem ve müntehî hakkından geleler. Gecelerin nuru mahyalar Bir seyyah mahyalar için: "Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya layık Türklerin hiç bir medeni eseri olmasa bile yalnız şu gökteki yıldızları toplayıp minareler arasında yazı yazmaya akıl edişleri ve bunda muvaffak olmaları onların medeniyette ne kadar ileri olduklarının bir ifadesidir." demiş. Hakikaten biz İslâmiyeti ve onu tatbikatını ne kadar bedii bir şekle sokmuşuz. Meselâ şu mahyayı benliğimize nasıl uydurmuşuz. Her sene ramazan yaklaşınca zamanın vakıflar idaresi camileri kandil yağları bal mumları dağıtır. 15 gün kala yani berât kandilinin ertesi günü çifte minareli camilere mahya ipleri çekilir. Çifte minareli mabetlere selâtin camileri denir ki, mahyalar bu minarelerin aralarına kurulurdu. Bunun da kendisine göre bir teamülü ve ananesi vardı. On beşine kadar Ya Güfrân Ya Kâfi, Ya Ali, Yâ Kerim gibi hitaplar, on beşinden sonra da münasip resimler yapılır. Lâkin bazı camilerde sonlara doğru "el-firak" diye ramazandan uzaklaşmanın ıstırabını bildiren ifadelere de rastlanırdı. Yalnız camilerin minareleri arasında değil, bazıları da iç mahya kurulurdu ki ben Ayasofya'da teravih esnasında kurulan bir iç mahyayı gördüm. Bir çok camiler bunu yaparlardı. Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye iç mahyalarını hatırlarım. Camileri içten olduğu gibi ramazanda da dıştan aydınlatalım, fikri bizde 16. asırda ortaya atılmaya başlar. Bunları kandiller temin eder ve şerefelerden işe başlanır. İtilâ ve refah asırlarımızda herkes bir yenilik aramakla meşguldü. 1614'te Fatih Camii müezzinlerinden Kefeli Hattat Hafız Ahmed, iki minare arasında ortası yazılı sanatkârhane bir çevre işler ve genç padişah 1. Sultan Ahmed'e hediye eder. Çok hoşa gider. Dini edebimize muvafık olmak şartıyla ramazan gecelerinde minâreler arasına bunun gibi mahya kurulması arzu edilir. Bu suretle ilk mahya 1617'de yeni yapılan Sultanahmed Camii'nde kuruldu denir. 18. asırda mahyanın yalnız müteaddit minâreli sultan camilerine kurulmasını karar verilir. Zira mahya çift minâre arasına kurulabilir. Mamafih Edirne'de Muradiye Camii'nin tek minâresine bir sırık çekilerek saraydan görülecek şekilde mahya da kurulmuştur. Halk mahyaya pek düşkün. Onlar için her gece bir sürpriz. Üsküdarlılar mahya isteriz diye iskele önündeki Mihrimah Sultan Camii'ne bir minâre yaptırmışlar. Eyüplüler keza, kısa minârelerini uzattırmışlar. Ramazan olur da mahya kurulmaz olur mu? Çok maruf mahyacılar gelmiş. Ben Abdüllatif'in çırağı, bir mahallelim Ahmed Efendi, oğlu İrfan hâlâ hayatta (1957), Hacı Ali ve arkadaşlarını tanırım. Onlar bu işin folklorik tarihini bilirler. Hele o Abdüllatif ne mahyacı imiş. Süleymâniye'de bir gezdirme mahya yapmış ki eşini kimse yapamamış. Üç halat üzerinde mahya. Üst halatta bir araba yürür, ortada sabit Unkapanı köprüsü ve Azapkapısı Camii, altta kayıklar ve balıklar yürüyor. Düşünün güzelliği... Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver - 1957 Oruç tutan genç kalır Normal zamanda tüketilen fazla kalori, yani fazla yemek yemek, ek serbest radikal oluşumunu artırır. Serbest radikaller hücre için toksit maddelerdir ve bunlar proteinlerin, DNA'nın ve yağ asitlerinin yapılarını bozarak hücredeki olayların normal olarak devam etmelerini önlerler. Proteinler normalde belirli bir süre sonra yıkılır ve tekrar yapılırlar, böylece zaman içerisinde görevlerinin bir kısmını yapamayan proteinler yenilenirler. Bu olaya protein turnoveri denilir. Serbest radikaller proteinlerinin yapılarını değiştirdiklerinden yapıları değişen proteinler yıkılmaya karşı direnç oluştururlar, böylece hücre içlerindeki yaşlı ve fonksiyonları azalmış proteinler birikmeye başlar. Özellikle karbonhidratlar halinde alınacak fazla kalori kanda insülin ve glikoz seviyelerini artırır. Yüksek insülin, DNA'daki telomerleri küçülten bir büyüme faktörüdür. Azalan telomerler sebebiyle DNA bölünmeleri durur; bu ise hücrenin ömrünün dolması ve ölümü demektir. Ramazan ayında tutulan oruç, kalori kullanımını azaltmasına bağlı olarak serbest radikallerin oluşumunu da azaltır. Böylelikle hücre ömürleri de uzayacağı için yaşlanmada gecikecektir. İpin hesabı bile zor Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış. - Tamam, servetin yarısı senin, demişler. - Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm? Kardeş payı Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, "Padişahım ben senin kardeşin olayımda bir altın veresin. İnsaf uyar mı?" dedi. Fatih "Neden benim kardeşim oluyorsun?" diye sordu. Kalender "Âdem evladı değil miyiz?" deyince Padişah "Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düşmez" cevabını verdi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.