“Bir keresinde, Akseki'ye giderken, Nasuh Dayı’yı görmek için, direksiyonu Senir köyüne kırdım...”
O zamanlar pek para bilinmediğinden, daha doğrusu olmadığından, herkesin tarlasının çokluğuna göre buğday toplanırdı ve toplanan buğday avcının yaşadığı köye götürülürdü. Hatta bir keresinde ben de üniversitede okurken, katırla rahmetli Nasuh Dayı’nın köyüne buğday götürmeye gitmiş, onun iltifatlarından nasibimi almıştım.
Mevsimlerden güz, aylardan da sanırım eylüldü. Dört beş saatlik uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Nasuh Dayı’nın köyü olan Senir köyüne geldik. O gün Senir köyü bayram yeri gibiydi. Eftişe, Manavul köyleri ve bizim köyden at, eşek ve katırla getirilen buğday çuvalları Nasuh Dayı’nın avlusuna yığılmıştı. O da çardaktan buğday çuvallarını gururla seyrediyor, Senir köyün ahalisi ise Nasuh Dayı’ya gıpta ile bakıyorlardı.
Nasuh Dayı diğer taraftan neşe ve keyifle avluda asmaların ve incir ağaçlarının altında yemek pişiren aşçılara ve evdeki diğer görevlilere, misafirleri iyi ağırlamaları için keyifli ve neşeli bir ses tonuyla emirler yağdırıyordu.
Köylüler ise kıskançlıkla onu belli belirsiz tavırlarla uzaktan da olsa izlemeyi sürdürüyorlardı. Nasuh Dayı yukarıda andığım köylerde domuz avcılığı yaparken, onun yiyeceğini ve içeceğini köylüler sırayla tedarik ederlerdi. O da ne verilirse teşekkür eder, hiç itiraz etmezdi. Şimdilerde nerede kaldı o alçakgönüllü insanlar! Öldürdüğü domuzların kuyruklarını Ziraat Müdürlüğü’ne götürür, ödül olarak karşılığında on mermi alırdı.
Nasuh Dayı, bütün avcılar gibi çok konuşur, yani atardı. "Yalan söyleme!” diyenlere de; “Ben yalan söylemem, biraz kabartırım, büyütürüm" derdi.
Köylüler onun sayesinde, çok rahat ettiler, her tarafı ekip diktiler. Hâlâ onun zamanında çiftçilik yapanlar onu en iyi duygularla anarlar.
Bir keresinde, İsveç gelişi, Akseki'ye giderken, Nasuh Dayı’yı görmek için, arabanın direksiyonunu Senir köyüne kırdım. Giderken de, gelenek gereği, bazı hediyeler aldım. Onu kahvede otururken buldum. O devasa adam bana çok ufalmış gibi geldi. Gözleri de görmüyordu. Giysilerinden her şeye muhtaç bir adam olduğu anlaşılıyordu. Eski namlı, şanlı Avcı Nasuh gitmiş, âdeta zavallı bir adam gelmişti.
Selam verip elini sıktım. Nereli olduğumu sordu:
“Çaltılıçukurluyum" deyince, beni sesimden tanıdı. Sevincinden ağlamaya başladı, ben de duygulandım...
Osman Nuri Yıldırım-Antalya