Bilim hızla ilerlerken...

A -
A +

Lise yıllarımda ders kitabının arasına psikoloji ve kişisel gelişim kitapları koyup okurdum. Malum o yıllar ısınmak için tüm ahali sobalı odada toplaşıyorduk. Kitabı gören babamın "yarın sınavda bunlardan soracaklar sanki. Çocuğum dersin yok mu senin?" demesine rağmen bu yöntemi geliştirmiştim.

Evlendiğimde aile içi iletişim, evladım olduğunda çocuk gelişimi, evladımın sağlıkla ilgili imtihanı sürecinde ise sağlık konusunda kitaplar okumaya başladım. Sürekli doğruyla yanlışın yer değiştiğini görmek yormaya başlamıştı. Bir dönem çocuklara paspas üzerinde ceza verme fikri geçerliyken bir dönem “güvenli bağlanma” kavramı geçerli oldu. Bir dönem yumurta, tereyağı, sakatat zararlı(!) denilirken bir dönem “pardon yanıldık yiyebilirsiniz” denildi. Günde 6 öğün önerilirken iki öğüne düşürüldü...

Bilim bu(!) değişe-gelişe ilerledi tabii. Ama biz de deneme tahtası değiliz sonuçta. Okulda ilim ve bilim eş anlamlı diye öğretildi. Bilim bu kadar hızla değişirken, dün doğru dediğine bugün yanlış derken ilim neden hiç değişmedi? Misal ilim asırlar önce oruç tutmayı tavsiye ederken bilim Yoshinori Oshumi'nin 2016'da oruç tutmanın sağlığa faydalarını bilimsel olarak ispat etti. İlim 1400 yıl önce ayakta su içmenin zararlarını söylerken bilim yeni yeni bunu kabul etmekte. İlim seher vakti uyanık olmanın önemini asırlar öncesi söylerken bilim ozon gazının seher vakti yeryüzüne indiği, güneşin doğmasıyla yükseldiğini tespit etti... Ve daha nice örnekler...

İnsanoğlu neden, niçin sorusunu sormayı çok seviyor. Bilimsel makaleye Nobel Ödülüne değer veriyor. Bilimsel açıklama istiyor. Aklımı inandır, ispat et diyor. Oysa kendini en iyi bilenin kendini yaratan olduğunu unutuyor...

İlim insanoğlunun hayat ve beden kullanım kılavuzu iken sade, anlaşılır ve kolayken bilim daha aklını anlamaya gücü yetmeyen insanoğlunun deneme yanılma yolculuğu...

     İlknur Şahin





ŞİİR


     YALNIZLIĞIM


Girince evden içeri

Hüzün kaplar bendimi

Bir ses ararsın ya hani

Sevilmeye nedir ki mâni?


Aynadaki bana dargın bakarım,

Akan sudadır yalnızlık.

Ey gönül bırakma beni.

Bu ıssızlığın ortasında.


Yalnızlık bir türlü bitmiyor,

Zaman hiç geçmiyor.

Ummanda tek başına

Hiç yardım gelmiyor.


Çöllerde virane olmuşum.

Yollardaysa divane

Öylesine büyük ki yalnızlığım

Gözlerim arıyor seni bile.


     Rumuz: "İki Dost"



UNUTULMAZ ESERLER


YİVLİ MİNARE: Antalya Kaleiçi semtinde Hamidoğullarından Mehmed Beyin yaptırdığı câmi. Kubbeyle örtülü çok ayaklı câmilerin Anadolu'daki en eski örneğidir. Kitabesinden Balaban et-Tavaşî adlı bir mimar tarafından 1373 yılında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Câmi mihrabının eğik olması, câminin eski bir kilisenin temelleri üzerine yapıldığını gösterir. Yaklaşık 9x15 m boyutlarında, enine dikdörtgen plânlı bir yapı olan câmi, üzeri iki sıra hâlinde dizilmiş altı kubbe ve kuzey-batı ucunda binayı bütün enince geçen bir beşik tonozla örtülüdür. Çatıyı kubbeler arasında dizili on iki sütun taşır. Kubbelerin üstü kiremitle kapatılmıştır.

Câmiye adını veren Yivli Minare, Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Alâeddin Keykubad zamanında (1220-1237) yapılan daha eski bir câmiden kalmıştır. Câminin yaklaşık iki metre açığındadır. Kürsü bölümü taştan, sekiz dilimli, yarım silindir şeklindeki gövdesi tuğladan yapılmıştır. Ata yadigârı bu eser, ibadete kapatılarak müze hâline getirilmiştir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.