Son günlerde çokça dile gelen kavramlardan biri değerli hissetme. Değer bir şeyin veya insanın varoluşuyla birlikte taşıdığı anlamdır. Altının değerli olması, kendisi başka bir şeye dönüşmeden de kıymetli oluşundandır. Külçe altın da çeyrek altın da gram altın da altın tozu da değerlidir.
İnsanın değeri de onun varlığından, insan oluşundan gelir. Başarılarından, diplomasından, zenginliğinden, güzel olmasından, sahip olduklarından, soyundan ya da başkalarının bakışından değil. Altın toprağın içinde saklıdır. Kuyumcu onu işler. Pazar onu parlatır. Ama değeri ne kuyumcu ne pazarın elindedir. Değeri onun özünde altın oluşudur. Onu da Allahü teâlâ belirlemiştir. Altın altındır ama değerini bilmeyenler olsa bile o değerinden bir şey kaybetmez. Bir kuyumcu anında fark eder...
Hatalı değer algılarımız var. Değeri başarıya, beğeniye, statüye, paraya, takdir edilmeye bağlıyoruz. Kendimizi değerli hissetmek için dışarıdan onay bekliyoruz. Beklenti arttıkça kendi öz değerimizi unutup başkalarının eline bırakıyoruz. Tıpkı çocuğun elindeki altın gibi. Çocuk kötü olduğu için mi bilmiyor altının kıymetini, tabii ki hayır. Bize de kendimizi değerli hissettiremeyen insanlar kötü değil onlarda da bize verecek değer yok. Bizim gibi aciz bir kul nasıl değerlilik duygusunu hissettirsin. Gölgede güneşi arar gibi diğer insanların gözünde değer arıyoruz. Bir insana içinde taşıdığı özden dolayı değer veririz ama o insana kendini değerli hissettiremeyiz. Bu onun değer konusuna nereden baktığıyla ilgili.
Bir hanımın zihninde, beyi çiçek getirince onu değerli hissetme algısı ve beklentisi varsa kocası elinde maydanozla gelse de değersiz hisseder.
Değerli olmayı üniversite mezunu olmakla ölçen lise mezunu bir insan kendini değersiz hisseder. Aslında değer kendi varlığımız içinde duruyor. İnsan olmak. İçimizde taşıdığımız ruh. Yani özümüz. Biz bu değeri çalışıp kazanmadığımız için bize ait değil. Bize verilmiş bir ihsan. O yüzden değeri ünvanda, diplomada, başka insanların gözünde ararsak değerli hissedemeyiz.
İlknur Şahin
Sevinmek! Sevinmek! İşte zamanı,
Terk etmeliyiz dünyalık gamı,
Efendimizin doğduğu anı,
Salat ü selâmla anmamız gerek!
Nurundan kâinat vücuda geldi,
Her Nebi, ümmeti olmak istedi,
Rabbim ise bize nasip eyledi,
Mevlid'de sevinçten uçmamız gerek!
Bin dört yüz senedir feyiz saçıyor,
Onu sevenlerden zulmet kaçıyor,
Ümmetim! diyerek elin açıyor,
Şefaatini hep ummamız gerek.
Mevlid Müslümana fırsat gecesi,
Yükselsin kubbede salevat sesi,
Okunsun hayatı ve de hilyesi,
Güzel ahlâkını bilmemiz gerek.
Muhabbetten hasıl oldu Muhammed,
Zikri ile başlar biter her sohbet,
Anılınca; hayat, bulur bereket,
Hürmetine dua etmemiz gerek!
Allah’ın Habibi bize Peygamber,
Onunla saçıyor sonsuz rahmetler,
Âşıkları olsun bizlere rehber,
Veliye muhabbet duymamız gerek!
Rabbimiz arıyor dâim vesile,
Uyanık olmaktır bütün mesele,
O gece sevinen girer Cennete,
Dinine çok hizmet etmemiz gerek!
Mevlid-i Nebevi mübarek olsun,
Nur-u Muhammedî kalplere dolsun,
Ümmet-i Muhammed hidayet bulsun,
Allah rızasına koşmamız gerek!
Alaaddin Erdoğan (Garîbî)
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "Size mutlak olan bir şey söylüyorum: Ahiret hayatı, dünya hayatından daha rahat, daha huzurlu, daha iyidir. Sakın ola ki ölümden korkmayın. Ölüm; evin bir odasından diğer odasına geçmek gibidir. Müslümanlar son nefeste Peygamber Efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görerek ve Cennet hayatını görerek, ölüm acısını hiç duymayacaklardır. Ömrü olana bu hizmetler, bu nimetler devam eder, ömrü olmayana da Cennet nimetleri nasip olur inşallah.”
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...