Ben bir anne olarak yaşadıklarımı ve çocuklarımda ve çocuklarımın arkadaşlarında gördüklerimi bir tecrübe olarak paylaşmak istiyorum. Sebebi her ne olursan olsun ayrı bir konu ama çocuklar çocukken çocukluklarını yaşamalıdır. Anneler babalar onlara çocukluklarını yaşamalarını sağlamalıdır. Çocuklara çocuk oyuncakları almak, onları bilgisayar cep telefonu ile teknolojik imkânlara boğmak, ne isterlerse onlara sunmak değildir bu… Çocuğun çocukluğunu yaşamasını çocuklara elbette öğretmenleri de sağlamakta yardımcı olur. Elbette arkadaşları da etkili olur ama illa ki ona annesi çocukluğunu yaşatmalıdır…
Eğer bir çocuk çocukken çocukluğunu yaşamazsa ne olur? Büyüyüp ergenlik yaşına gelmeye başladığında birey olduğunu fark etmeye başladığında ilk yapacağı şey çocukken yaşamak isteyip de yaşayamadığı çocukluğunu yaşamak olur… Kendi kendine karar vermeye başladığını düşündüğü an tatlı bir sevinç duyar, tatlı bir heyecan başlar içinde… Ama onun özlemi bilerek bilmeyerek içinde ukde kalan çocukluk duygularını kendince yaşamaktır…
Çevrenize dikkat ettiğinizde ortaokul son sınıftan itibaren liseli yıllarda çocukların büyük bir çocuğunun hâl ve hareketleri çocukça hareketlerdir… Ergen oldukları için ergenlik ve gençliğe dönük hâl ve hareketleri yaşamaları gerektiği hâlde ergenliklerini de yaşayamazlar.
Bu defa gerek okuldan gerek çevreden gerek ailesinden kendilerince olumsuz geribildirimler alırlar. “Sana yakışıyor mu?”, “Ayıp değil mi?”, “Koskoca adam oldun?” türü baskılar ergenlik çağında çocukluğuna özlem gidermeye çalışan genci öfkelendirir… Birey olmaya başladığı için de savunmaya geçer. Bu ise genellikle aşırı tepki ve kırıcı karşılıklar içerir… Oysa anneler babalar çocuklarına çocukluklarını yaşatacak zaman ayırsalar, ergenlik döneminde onları daha kolay bir süreç bekler. Çocukluğunda biraz “yorulan” anneler ergenlik dönemindeki yorgunluğun şiddetinden de kurtulmuş olurlar…
Semiramis Gülbahar
ŞİİR
Kalem
Her kalemi alınca zayıf elime,
Ne sevdalar gelir şu garip dilime.
İfadem kıt, hep yanarım bu hâlime,
Eziyet ediyorum hem kaleme hem şiire…
İnsanlık gidiyor karanlık iklime.
Çok azı koşuyor ilime bilime.
Bunları yazmak ki benim ne haddime,
Eziyet ediyorum hem kaleme hem şiire…
Sevdamda vardır berrak nurlu ufuklar,
Omuz omuza veren canla cananlar.
Hakkı bilip de kardeşçe yaşayanlar.
Eziyet ediyorum hem kaleme hem şiire.
Dönüp bakınca o derince maziye,
Gözlerim pür hevesle bakar atiye.
Umutvarım asla düşmem ben yeise.
Eziyet ediyorum hem kaleme hem şiire…
Bir millet unutsa dinini dilini,
İnan ki doğrultamaz o hiç belini.
Anlamaz olduk biz yeni nesili,
Eziyet ediyorum hem kaleme hem şiire…
Orhan Yavuz Ejder-Akhisar
KISA KISA… KISA KISA…
NASIL YAŞARSAN...
Onurumuzu her zaman teyakkuzda olarak, fikrî çalışmalarla zenginleştirerek ve fiilen de sağlam durarak koruyabiliriz. Bugün varız, yarın yokuz… Hata yapmaya, yoldan çıkmaya vakit de yok, izin de… Zaten bu içsel gerilim de yapar, huzur da vermez. Son nefesimiz kelime-i şehadet olursa bu ahiretin müjdesidir. İnsanın ölüm tarzı onun hayat tarzını yansıtır. Mümin olarak hayata veda etmiş bir bedeni yüzünden okuyabilirsin… O insanın hayatını uyanık, farkında ve iman üzere bulunduğunu anlayabilirsin. Yüzüne nur iner. Bedenin etrafında hale oluşur. Yakınına gelirsin sessizliği hissedersin. Keder değil sessizlik. Kişi her ne idiyse; üzgün, sevecen, öfkeli, tutkulu, merhametli... O enerji tüm hayatın titreşimini içerir. Bir veli zatın ölüm anında yanında bulunmak da büyük lütuftur. Onun enerjisiyle dolmak müthiş ilhamdır. Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek gidenlerin kimseye kötülüğü dokunmadan yaşayanların, onurlu bir hayat sürenlerin… M. Ali Mahdum