Başlığı görünce bazıları bana kızabilir ama başlık bana ait değil. Şeyh Sadi Şirazi Hazretlerine ait… Hikâye şöyle, kitaptan aynen aktarıyorum.
“Batı ülkelerinde bir öğretmen gördüm. Suratsız, acı sözlü, adam incitici, dilenci huylu, Allah’tan korkmaz biriydi. Yüzünü görenin işi rast gitmezdi. Kıraati insanın gönlünü karartırdı. Erkek ve kız çocukları, onun baskısı altında ezilirlerdi. Yavrucaklar ne gülebilir ne konuşabilirlerdi. Birisinin sağ yanağına tokat atar, ötekinin bacağına işkence yapar, falakaya yatırırdı. Sonunda işittim ki, çocuk velileri, onun hainliğini biraz anladılar. Onu ta’zir (azarlama) edip kovdular, okulu iyi bir adama verdiler.
Bu ikinci öğretmen, zahit, halim selim, iyi adamdı. Gerekmedikçe söz söylemezdi. Kimseyi incitecek bir söz ağzından çıkmazdı. Çocuklar, bu öğretmenin melek gibi ahlakını gördüler. Eski öğretmenin bıraktığı korku, kafalarından gitti. Birbirinin şeytanı oldular ve öğretmenin yumuşaklığına güvenerek çalışmayı bıraktılar. Çoğu zaman oyun için toplanır, ellerinde bulunan yazı tahtalarını birbirlerinin başında kırarlardı. Öğretmen, kendini saydırmayı, sırasında azarlamayı bilmezse, çocuklar pazarda uzuneşek oynarlar.
İki hafta sonra yine okula uğradım. Baktım ki, eski öğretmenin gönlünü almış, yine yerine getirmişler. Çok üzüldüm. “La havle…” okumaya başladım ve “Bu mendeburu gene melek gibi çocuklara öğretmen yapmışlar” dedim. Dünya görmüş yaşlı biri, bu sözümü işitti, güldü ve “İşittin mi, ne demişler?” dedi, şu beyitleri okudu:
“Bir padişah çocuğunu okula verdi. Üzerine yazı dersini yazması için, ona bir gümüş tabaka verdi. O tabakanın baş kısmına, altınla şöyle yazılmıştı: 'Hocanın eziyeti, baskısı babanın sevgisinden iyidir.'
Bu satırlar Şeyh Sadi Şirazi hazretlerine ait dedim… Seadet-i Ebediyye’de ismi tam olarak “Müslih-ud-dîn şeyh Sa’dî” diye yazmaktadır. “Ehl-i sünnet âlimlerindendir. Tasavvuf büyüklerindendir, Abdülkâdir-i Geylânî’nin halîfesinin talebesidir. (Gülistân) ve (Bostân) kitâpları çeşitli dillere tercüme edilmiştir” yazmaktadır.
İhsan Ağır
ŞİİR
SESSİZ YOL
Bir ışıltı...
Kubbelerde şafak bekçisi mahcup gözlerim,
Dilimdeki hicran sözcükleri kuşatır kâinatın karanlık sokaklarını
Sürgün yollarıdır kalbimi kuşatan o sonsuzluk çınarı yeşil mescidim,
İçimde tutuşmuş bir yangın var, müjdenin yanan ezgisi!..
Yıllar kızgınca yumruklar ömrümün pencerelerini
Zaman bir mahşer gürültüsü misali savurur şehirlerimi
Semanın aralanmış boşluklarında duamsın, yetiş!
Rüzgâr yollar açar bana, muhacir ve direniş...
Yalnızlığın kör çıkmazlarında yırtılır umudun kefeni,
Sağır duvarların omzuna dayamış, günahsızlar dilini.
Saadetin yeşil çiçekleri yayılır, haberci kuşun ağızlarında
Ölümle kuşanmış hayat, yolun sonu mezarda...
Meczuplar sofrasında bana bir yol, bir çıtırtı sesi,
Damla damla yağar rahmetin vecdi, ruhumun güneşi.
Lambalarda hayat telaşesi ve zindan resmi,
Örtün üzerime sessizce, uyku ve perdeleri...
Fatih Kaban
TARİHTEN BİR YAPRAK
BARBAROS’UN HATIRATI: Barbaros Hayreddin Paşa Cezayir Beylerbeyi iken, Kanuni Sultan Süleyman Hanla görüşmesini anlatır: “Getirdiğim âcizane hediyelere teşekkür etmek izzetinde bulundu. Bize muhteşem hilatler giydirildi. Bu yaşa geldim. O günkü kadar sevindiğimi hatırlamam. Padişah efendimiz:
-Bak Paşa dedi. Seni kaptan-ı derya yapmak isterim. Göreyim, donanmamı nasıl idare eder, ne zaferler kazandırırsın. Cezayir Beylerbeyliğini de senden almıyorum. Dilediğin kimseyi vekil yap. Cezayir’i senin adına idare etsin. Ancak bütün bu işleri, Halep’te bulunan veziriazamım İbrahim Paşa ile görüşmek gerek. Tez ata atla, Halep’e git. Dönüşünde gene görüşürüz. Törenden sonra, tek başıma Süleyman Han’la görüştüm. İspanya’nın Batı Akdeniz’de vurulmasını irade buyurdu. Bir ara Dorya’dan bahsedince, kendimi tutamadım:
-Padişahım, Dorya ne kelp olur da mübarek ağzınıza alırsınız?
Birden, yaptığım hadsizliği anladım. Cihan padişahı huzurundaydım. Çok nazik olan Süleyman Han gülümsedi. Kusuruma bakmadığını ima buyurdu. Rahatladım. Huzurdan çıktım.”