Halk arasında böyle meseller anlatılır... Amaç insanlara akılda kalabilecek konular anlatarak zihinlerinin gelişmesini sağlamak... Anlatacağım bu meseli de bir arkadaşımdan dinlemiştim. Eski dönemlerden birinde adamcağızın birisi, dedesinden kalma eski el yazması kitaplardan birisini okumaya çalışıyormuş. Tabii mum ışığında... O yıllarda elektrik filan yok...
Titrek mum ışığında okurken yazının bir yerinde şöyle bir cümle görmüş.
“Sakalı iki tutamdan fazla olanlar biraz ebleh olur” yazıyormuş.
Bu söz üzerine adamcağızın eli kendi sakalına gitmiş... Günümüzde de sosyal medya hesaplarında böyle tuzak sorular sorulup dikkatinizi ölçüyoruz filan diyerek ilginç testler yapmazlar mı? Adam da bu duyguyla kendi sakalının bir tutamdan uzun mu, uzunsa ne kadar uzun olduğunu yoklamış... Şöyle iki eliyle sakalını sıvazlayıp bir de bakmış ki sakalı iki tutamdan bir miktar uzun... Bunun üzerine canı sıkılmış... Kendisini ebleh olmaktan kurtarmak için çareler düşünmeye başlamış... Gece vakti buna nasıl çözüm bulacak... Yine aklına gelmiş. Sakalının uç kısmını mum alevine tutarsa o kısımları mum aleviyle kısaltabileceğini hesap etmiş...
İki eliyle sıvazladığı sakalın parmaklarının alt kısmından taşan kısmını mum alevine tutmuş... Alev bu ne bilecek ne kadar yakacağını... Bir anda sakalı tutuşmuş yanmaya başlamış... Adamcağız o can havliyle yerinden kalkmak için hamle yapmış... Çarptığı için mum devrilmiş... Sönmüş... Ortalık allak bullak olmuş... Bulduğu bir bez parçasıyla yüzündeki alevi söndürmeye çalışmış ama bu kısa sürede yüzü cascavlak kalmış...
Yanmış yanakları... Sızım sızım sızlıyormuş... Lavabo yok ki yetişip su ile yıkasa... Bir hayli sızladıktan ve acısı biraz dindikten sonra mumu yakmış yeniden... Getirmiş el yazması kitabın yine yanına yerleştirmiş...
O az önce okuduğu satırı büyük bir dikkatle bulmuş... Sonra rahlenin yanı başında duran hokka ile diviti almış... Diviti hokkaya batırıp mürekkep ile satırın yan tarafına şöyle bir not düşmüş: “Mücerreptir” Yani tecrübe edilmiştir, sınanmıştır, denenmiştir anlamında...
Fahri Dizi
ŞİİR
Deprem
Uykusu yarım kalmış bir çocuk
Tebessümü unutturan bir düşe uyanmış sanki
Yanakları buz kesmiş elleri titriyor
Bir anda yetim kalmış etrafı izliyor
Uykusu yarım kalmış bir bebek
Tebessümü unutturan bir düşe uyanmış
Yanakları buz kesmiş elleri titriyor
Bir anda evsiz kalmış etrafı izliyor
Uzaklardan gelen ses ağlayan anneler midir?
Yoksa ağlayanlar yetim kalan yavrular mıdır?
Yoksa varını yoğunu kaybeden babalar mıdır?
Malını mülkünü kaybeden insanlar mıdır?
Ağlayanlar annedir babadır yetimdir azizim
Anne dul kalmış evlatlar yetim baba ise her şeysiz.
Gözyaşı yanağında donmuş bir minik etrafı izliyor
“Annem babam kardeşlerim nerede?” diyor
Ne diyeceksin azizim nasıl anlatacaksın ölümü,
Yeni hayatın tadını almış bu küçücük miniğe?
Haberi yok öksüz kalmış annesini bekliyor
Nasıl diyeceksin “annen yok artık gelmeyecek” diye
Çaresizlik nedir git de öğren enkazın başında,
Sessizce bir umut evladını bekleyen anneye sor.
Beton yığınlarının altında kalmış bir baba,
Çaresizce başında bekleyen evlada sor.
Yakup Akpınar-Bursa
UNUTULMAZ KELİMELER:
İŞTİRAK: 1. Ortaklık, ortak olma, paydaşlık. 2. Bir işte yer alma, paydaşlık etme. 3. Bir işe, bir düşünceye katılma, katılım. 4. Katılma.
HEYET: 1. Kurul. 2. Gök bilimi. 3. Biçim, kılık, dış görünüş.
HIYANET: 1. Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşı davranma, hainlik, İHANET. 2. Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.
İNHİSAR: 1. Tekel. 2. Tek başına sahip olma.
CEVAZ: İzin, müsaade.
DERUHTE: Üzerine alma, üstlenme.
MÜDAFİ: 1. Savunucu. 2. Bir davada, davacı veya davalının haklarını savunan kimse.
MEŞRUİYET: 1. Meşruluk. 2. Yasaya ve kanuna uygun olan... 3. Yasaya, töreye vb. uygunluk, geçerlilik, yasallık.