Sona doğru...

A -
A +
O gün köyümüzün kabristanına gittik. O insanlar karmaşasından uzaklaşınca burada zaman ve mekân kavramlarının nasıl da değiştiğini fark ettim. Sessizlik hâkim, huzurlu hüzünlü rüzgârlar esiyor. Zaman ağır ağır akıyor, kimsenin acelesi yok. Hiç yaşarken düşünmüşler miydi toprak altında olacaklarını?
Onlar için zaman yok, acele yok, bir yerlere yetişmeye çalışmıyorlar. Sadece sakince, herkesin başına gelecek o sonu yaşamış ve kabristana vasıl olmuş hâlde bekliyorlar.
Böyle anlarda düşünüyorum:
“Ahiret inancı olmadan, mahşer gününü hesap etmeden, öte tarafın varlığını akla getirmeden insanları kırıp incittikten, bir sözünüzle dünya kadar yaptığınız iyiliği yıkıp, kendinizi tatmin ettiğinizi düşündükten sonra bütün bunların sonunda bu toprağa çıkıyorsa yol, diğerlerinin ne anlamı olabilir ki?
Öyle buyurulmuyor mu Kur'ân-ı kerimde bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiret yurdu ise, sorumluluk şuurunu kuşananlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
İnsanın gidişatını belirleyeceği yer işte tam da burası değil mi? Hâlbuki insan burada hem dünyasını hem ahiretini inşa edebilir. Yeter ki biz bunun daimi şuurunda olalım.
"Öldüren de odur, yaşatan da..." Bize yoktan bütün bunları verene karşı nasıl bir sorumluluğumuz var? Bu bizim için en değerli ve can alıcı sorulardan değil midir?
Bizden öncekiler gibi biz de o mutlak sona muhatap olmayacak mıyız? Bu sona istesek de istemesek de kavuşacağız elbet. Kimimiz, gönüllere, kiminiz toprağa gömülerek. Ama nasıl kavuşacağız? Soru da cevap da aslında bizde gizli.
Hani ne demiş asırlar ötesinden Yunus Emre hazretleri: “Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir/Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir./Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür (doludur)/Varıp ben ol gölgede, biraz yatasım gelir.”
Yani kişi hayatında hakkın rızasına uygun yaşar ise, kul hakkı yemez kimsenin kalbini kırmaz ana babasına, büyüklerine, ailesine eşine çoluk çocuğuna konu komşusuna zarar vermeden bir hayat sürer ise onun için korkuya ne gerek vardır?
             Mehmet Can
 
 
ŞİİR
 
           İstikamet
 
Sordular yiğide nereye yolun
Dedi ki; giderim Kızılelma’ya
Beklemesin beni anama deyin
Baş feda ederim Kızılelma’ya
 
Ecdadımdan miras aldım ben onu
Cahil olanları aşar bu konu,
Şimdi kısmet oldu nihayet beni
Götürür kaderim Kızılelma’ya
 
İmanım zırhımdır dualar gücüm
Oyalama artık verildi hücum
Bu davaya vardı bir minnet borcum
Gün bugün öderim Kızılelma’ya
 
İcazî der; kükre düşman dağılsın
Önünde el pençe dursun eğilsin
Ey aslan yüreklim yalnız değilsin
Ben de can adarım Kızılelma’ya
 
               Osman Ercan-İcazî
 
 
UNUTULMAZ KELİMELER
 
MUADİL: Arapça kökenli bir sıfat kelimesi olup akran, eş, denklik, küfüv gibi anlamlara gelmektedir.
TDK’da da muadil kelimesi “eşit, denk, eş değer” olarak yazmaktadır. Yakın zamana kadar özellikle eczanelerde reçete edilen ilacı almaya gidildiğinde o ilaç yok ise eczacı “o ilacın muadili var” diyerek aynı etken madde bulunduran ama firma ismi farklı olan bir ilacı önermekteydi.
Muadil kelimesi öğleyin kısa bir süre uyumak olan ve adına kaylûle denilen uykunun faydası anlatılırken şu şekilde kullanılmıştır:
Uyku üç nevidir. Üçüncüsü, Kaylûledir ki, bu uyku Sünnet-i Seniyye’dir. Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır. Çünkü: Yarım saat kaylûle, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek, ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor. (bkz.osmanlicaturkce.com)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.