İnsanlarımızı birbirine bağlayan, birlik ve beraberliği sağlayan en önemli unsurlardan birisi de geleneklerimizdir. Ülkemizde bunlara verilen önemi gördükçe mutlu oluyoruz. Geçtiğimiz günlerde hafta boyunca cadde kenarlarında, açık alanlarda aşure dağıtan hayırseverler, sivil toplum kuruluşları bizlere maddi ve manevi haz yaşattılar, Allah herkesten razı olsun. Tabii ki amaç bir kâse içinde tadımlık miktarda aşure yemek değildir. Önemli olan oradaki manzaranın güzelliğidir. Hani şairin “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane” dediği gibi... Doğrusunu isterseniz aşure geleneğinin de bizlere verdiği çok önemli bir mesaj vardır. İnsanları birbirine bağlayan üst değer takva bağıdır. Yani kim Allah’tan daha çok sakınırsa en üstün olan odur. Bu bağ birleştiricidir. Bu bağları unutursak ayrıştırıcı bağlara muhatap oluruz. Zengin-fakir, şehirli-köylü, makam sahibi-makam sahibi olmayan gibi birbirini ötekileştiren binlerce ölçüler sarar ki benliğimizi bunların üstesinden gelmenin imkânı yoktur ve herkes kendini diğerinden öteki saymaya başlar...
Hatırlar mısınız bilmiyorum? Bir zamanlar insanların arasında benzer konuşmalar geçerdi:
-Hoş geldin kardeşim. Nereden geliyorsunuz?
-Hoş bulduk, Şanlıurfa’dan geliyorum.
-Urfa’nın neleri meşhurdur?
-Urfa’nın Hazreti İbrahim’i ve kebabı meşhurdur.
-Kardeşim siz?
-Ben de Kahramanmaraş’tan geliyorum. Maraş’ın Sütçü İmamı ve dondurması meşhurdur.
-Ben de Erzurum’dan geliyorum. Erzurum’un İbrahim Hakkı Hazretleri, cağ kebabı, yağı, balı meşhurdur.
-Ben de Konya’dan geliyorum. Konya’nın Mevlâna’sı, Şems hazretleri ve etli ekmeği meşhurdur gibi sohbetler yapılırdı. Gel zaman git zaman devir değişti. Üst değerler unutulunca alt değerler konuşulmaya başladı. Kebap, dondurma, peynir, bal vb. Ama bunlar insanları bir araya getirmeye yeterli değildir.
Abdulvasih Duran
ŞİİR
KENDİLERİ
Kitabın ortasından verir fetvayı,
Ele değil, bir kendine Müslüman.
Kaf dağından yükseğe kor kotayı,
Ele değil, bir kendine Müslüman.
Çöğdüremez bir yaralı parmağa,
Abdesti bozulsa koşar ırmağa,
Âlem korkar bir kelime sormağa,
Ele değil, bir kendine Müslüman.
Atıp tutar tayyareden hikâye,
Sanki muhtar seçecekler şu köye,
Kendi yapar, gönül koyar şakaya,
Ele değil, bir kendine Müslüman.
Sanki herkes emir eri paşanın,
Rezerve konuğu en has köşenin,
Adam diye arkasına düşenin...
Ele değil, bir kendine Müslüman.
Gıyabî söyler de duvar söylemez,
Hatır için sürü dahi haylamaz,
Dost eline yedi arşın boylamaz,
Ele değil, bir kendine Müslüman.
Mustafa Özkahraman
TARİHTEN BİR YAPRAK
VENEDİKLİ TÜCCAR: Fatih Sultan Mehmed Han devrinde Konyalı bir tüccar, Venedikli bir tüccara kumaş siparişi verir. Venedik’ten gemiye yüklenen kumaşlar, İstanbul’a doğru yola çıkar. Fakat yolda gemi batar. Parasını alamayan Venedikli tüccar, Konya kadısına başvurur:
-Ben kumaşları gemiye yükledim, paramı isterim.
Konyalı tüccar:
-Ben sipariş ettiğim kumaşları almış değilim.
Konya kadısı şöyle hükmeder:
-Venedikli, siparişleri gemiye yüklemiş. Geminin batıp batmaması onun elinde değil, ancak Yüce Allah’ın takdiriyle vuku bulur. Venedikli kumaşlarının parasını alacaktır... Para hazineden ödenir.