Yavşan stebinde sabah -2

A -
A +

Günün birinde yalnız yavşana kalacaklarını biliyorlarmış gibi, varsa, bir otla nefislerini köreltmezler. Bir mayıs günü bu ovada ben kara gözlü bir koyunun ardında neler yediğini görmek için ne kadar dolaşmış ve şu ottan bir çiçek, berikinden bir yaprak, ötekinden bir ufak dalcık koparıp geçtiğini ve böylece stebin ona ikram ettiği her nimetten nasibini almaya baktığını görerek ne kadar şaşırmıştım. Bu boz yavşanlar deryası içinde şu yanaştığımız yeşil ada bir sazlıktır. Bu yüksek ovanın akıntısı. Ovayı çevreleyen çıplak dağların ovaya bakan yamaçlarından gelen selleri hep bu bağrı yanık step içer, çöküntülerde bataklık, sazlık yapar. Yazın çoğu kuruyan bu bataklıklardaki sazların içinde ve kenarında biraz ekşi çayır yetişir. Bu ovanın koyunu ak, sığırı karadır. Ak koyun yavşanda, kara sığır sazda yayılır. Bu sazlık içinde boyuna eğilip doğrulan, bir şeyler arayan kadınların topladığı şey tezektir. Onun da güzden önce toplanması lazım. Kışın tandırda şepit (sacda pişirilen ince ekmek) ne ile pişecek, ocakta aş ne ile kaynayacak? Hep kuyruklu dağın kömürü ile. Bu, askerde taşkömürünü gören bir onbaşının tezeğe taktığı şaka ad olsa gerektir. Ama tezek ocağın değil, toprağın hakkıdır; kim bilir? Belki de ocağın hakkıdır...

 

İşte saz adacığını geçiyoruz. Gene yavşan deryasına girdik. Yaşa, yavşan, hep yavşan ve uzakta bir kuyu; kovası uzun bir sırığa bağlı bir kuyu, bir hayrat... Gene uzakta, çok uzakta bir köy mü, yoksa oba damları mı (yayla evleri) olduğu pek belli olmayan, fakat birer yapı oldukları hayal meyal seçilen bir şeyler gözüküyor; ama bunlar ufukta, kâh havada duruyorlarmış gibi, kâh azgın sellerin durgunlaşan suları içinde yüzüyorlarmış gibi gözüküyorlar.

 

Baktıkça sular büyüyor, ışıldıyor, parıldıyor, bir göl oluyor, bütün ufku, bütün ovayı kaplayan bir deniz oluyor. Bu bir deniz olamaz. Burada, biliyorum, bir göl de yok. Fakat tren mesafeyi kısaltıyor ve deniz küçülüyor, yavaş yavaş göl oluyor ve sonra küçük bir havuz bile olmadan birden kayboluveriyor.

 

     Ö. Reşat Tuncel

 

 

 

 

 

ŞİİR

 

 

 

     GÖK GÜRÜLTÜSÜ

 

 

 

Allah'ı hamd ile tesbih eder gök gürlemesi...

 

Şimşeğin parıltısı nerdeyse kapıp alıverecek gözleri…

 

Çakan şimşeğin dehşet saçan sesi...

 

Kalplere korku verici...

 

Yağmurun da müjdeleyicisi...

 

Yıldırımın öfkeyle kükreyişi...

 

İnsanın ruhu üzerinde derindir, etkisi...

 

Allah gök gürültüsü, şimşekler,

 

Yıldırımlarla kalplere korku salıyor.

 

Kâinatın hâkim gücü olduğunu hatırlatıyor…

 

 

 

Kudretini hissettiriyor.

 

Gökten yağmuru, rahmetini indiriyor.

 

İnsanları ikaz ediyor:

 

"Size verdiğim nimetlere şükredin,

 

Nankörlük etmeyin."

 

 

 

     Şair Hasan Kaya Antalya

 

 

 

 

 

MAHALLΠKELİMELER

 

 

 

Yozgat yöresi mahallî kelimeler.

 

Siz de yörenizde kullanılan mahallî kelimeleri gönderirseniz yayınlarız.

 

 

 

SUMSUK: Yumruk.

 

ZIMZIK: Yumruk.

 

EMMİ: Amca.

 

E Mİ: Tamam mı?

 

GAYLESİZ: (Gailesiz) Kaygısız.

 

SALACA: Tabut.

 

SAHO: Ceket, pardösü.

 

SASI: Tadı bozuk, tatsız.

 

ZÖHÜR: Sahur.

 

SOHRANMAK: Homurdanmak

 

MİNTAN: Gömlek.

 

GOYNEK: Gömlek.

 

GUŞENE: Tencere.

 

BILDIR: Bir önceki sene.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.