Bu sene ilkbahar sanki sonbahar gibi geçti. Geçerken birçoğumuzdan bazı şeyleri sonbahar gibi beraberinde alıp götürdü. Hani sonbaharda yapraklar dökülür ağaçlardan, eksilir bir şeyler. Sert ve soğuk rüzgârlar eser. Kiminin de hayatından eksildi bazı şeyler içimizden, ruhumuzdan. Güzel hisleri çoğaltmaktı hâlbuki niyetimiz...
Neden oldu ki bu? İnsanlığımızda mı yitip gitti bizden esen sert rüzgârın yaprakları uçurduğu gibi?.. Belki de bu olanlar; onca katliam, nefret, kin ve ardından gelen sessizlik, suskunluk sebepti insanlığımızı yitirmemize. İnsanlar neden böyle? Niye bu acımasızlık? Neden bu nefret öfke kin, kıskançlık? Neyi çekemiyoruz? Ailede birey olarak, apartmanlarımızda komşu olarak, iş yerinde arkadaş olarak, okulda öğrenci olarak ne bileyim hayatta insan olarak niçin birbirimize sevgiyle saygıyla davranmanın güzelliğini yaşamak varken nefretin, öfkenin, hasetliğin kötülüğünü elimize yüzümüze ruhumuza bulaştırıyoruz?..
Yunus Emre’nin şiirini hatırlar mıyız? “Ben gelmedim davi için/Benim işim sevi için” diyordu... Asırlar öncesinden herkese sevgiyi dostluğu kardeşliği çağırdığı için asırlar sonrasında da yaşıyor gönüllerde... Ama o günden bugüne nice haset, kıskanç, öfke ve kin sahibi bu öfkeleriyle, nefret ve kinleriyle toprak olup unutulup gittiler...
Asırlar boyu bu kültür pınarlarından besleniyorduk. Biz ne ara böyle olduk? Yoksa zaten hep böyle miydik? Aile içinde dahi gelişen nefret, sevgisizlik kıskançlık dedikodu varken kimi kurtaracağız biz? Kime ne faydamız olacak? Her şey olup biterken sadece izleyebiliyoruz. Ne kendimizi ifade edebiliriz bazen ne de zaten buna gücümüz kalmıştır. Kardeş kardeşine karşı, çocuk anne babasına karşı, eşler birbirine karşı, arkadaş arkadaşına dahi hoşgörüsüz, kıskanç ve bencilken zulüm gören din kardeşine mi faydası olacak?.. Nasıl olacak söylesenize? Ben bilmiyorum da anlayamıyorum da...
Dilara Nur Özkaya
İç dünyam
Merhaba ben yazarak gönül kazanan adam
Bir o kadar da gönlü kırılan iç dünyası dram.
Kalem derdimi taşır onunla ediyorum kelam,
Bu kadarım işte fazlası varsa da oldu yalan.
Elimdekileri de tutuyorum her an kopacak teli,
İpin ucu bende sanki bıraksam dağılacak gibi,
İstesem de bırakmayı bu seferde toplayamam geri
Bu nedenle sabretmeyi seçtim karaladım defteri.
İki arada bir derede kalmış şair düşüncesi yaşlı,
Yine de dağa tepeleri geçerek her engeli aştı.
Tekerlekli sandalye sürerek kötü yollardan kaçtı
Ama yolda yaptığı iyilikler hep yüzüne çarptı.
Sonunda kötü bir kazayla herkes tabanını yağlar,
Haksızsın derler sonra da sana kesilir tüm cezalar.
İçine hapsolursun hayal kırıklıkların üzerine yağar,
Nerde hata yaptığını sayarken hayat der hoşça kal.
Hakazim
Harput’ta eski Cami Kebir Mahallesi'nde 2000 metrekarelik bir alan üzerine kurulu olan Harput Ulucami'nin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak vergi kitabesinde 1156-1157 tarihlerinde Harput hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir. Harput Ulucami, Anadolu’daki en eski Türk camilerindendir. Câminin minaresi, yer çekimine rağmen secdeye yönelircesine eğri olarak asırlardır ayaktadır.
Bir mütefekkir şöyle der: “Bu milletin evlatlarına neden yalnızca Pizza Kuleleri öğretildi de Harput Ulucami ve daha nice ulu eserimiz hatırlanmadı? Neden, Yunan filozofları belletildi, Harputlu İshak Efendi, Osman Bedreddin Hazretleri ve daha nice âlim, evliya, şair, mütefekkir ihmal edildi? Mademki millî maarife teveccüh günlerindeyiz; o hâlde kendimizle yüzleşme vaktidir cesaretle ve samimiyetle!”