KAVİM KAVMİYET, MİLLET MİLLİYET Kavimlerin isimlerdeki izleri

A -
A +
PROF. DR OSMAN KEMAL KAYRA
 
Oğuz boyları, Türkiye’deki 500 civarında yerleşim birimine adını vermiştir. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bu boy adlarının bulunması bir iddia değil, hakikattir. O hâlde bu vatana “Anatolia” (Anadolu) demek yerine “Türk ili”, “Türk yeri”, “Türkistan” ve “Türkiye” demek daha doğrudur...
 
Ülkemizde “Kayı” adı 31 yerde, “Bayat” 32 yerleşim biriminde, “Avşar” ismi ise 51 mahalde isim olarak bulunmaktadır.
 
Oğuz Boyları Türk ili Türkiye’ye damga vurmuştur.
           
En çok tartışılan konulardan olan kavmiyet-kavmiyetçilik, milliyet-milliyetçilik mevzuunda dinimizin bakış açısı değişmez kurallar koymuştur. Kitabımız Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bu konularda neler buyrulmuş bakalım...
Kur’ân-ı kerîmde “kavim” kelimesi 387 yerde geçer. Lût, Semûd, Şuayb, Mûsâ, Hûd, İlyâs, Sebe, Tubba’ vb... Millet ise 51 yerde geçer. Bu kelime kavme göre daha özeldir; müspet mânâda ve genelde “din” anlamında kullanılmıştır. Kavimle irtibatlı olan âyetlerde “kezzebet” şeklinde “yalanladı” ifadesiyle ilgili menfî bir atıf vardır:
“Nûh kavmi de peygamberleri yalanladı.” (Şuarâ-105)
“Lût’un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.” (Kamer-33)
“Semûd ve Âd kavimleri felâketi (kıyameti) yalan saymışlardı. (Hâkka- 4)
Tabii ki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Milletle ilgili âyet-i celîlelere gelince:
“Yarattıklarımızdan daimâ hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur”  (A’raf-81)
Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir millet yapardı.” (Hûd-81)
“Daha önceki milletlere nice peygamberler göndermiştik.” (Zuhruf-6)
Millet, kabile, kavim ve akrabalık çok önemli olmakla birlikte, salih amelde olmayanların aile bağı da önemini kaybeder. Hazreti Nûh’un (aleyhisselâm) emrine uymayan oğlu için Kur’ân-ı azîmü’ş-şânda  Allahü teâlâ  mealen buyurdu ki: “Ey Nûh, kesinlikle o senden, ailenden değildir; o batıl ve bozuk amel sahibidir. Bu sebeple kesin bilgi sahibi olmadığın şeyi benden isteme! (Evlâdın diye zalim ve kâfirlere sahip çıkmayasın) diye sana öğüt vereyim.”  (Hûd- 46)
Efendimiz kendisiyle kavim, kabile ve akrabalık bağı olmayan Selmân-ı Fârisî için “Selmân Ehl-i beytimdendir” demiştir. Selmân-ı Fârisî İran asıllı ilk sahâbedir. Hendek Savaşı’ndaki hendek kazılması fikri onundur. Rumca ve İbrânîce bilirdi. İncil, Tevrat ve Zebûr’u  da iyi bildiği için kendisine “sâhibü’l-kitâbeyn” denirdi. (Kur’ân-ı kerîmle Eski ve Yeni Ahit) Medine’de Efendimizi ilk tıraş eden odur. Eshâb-ı suffa’dandı.
Millet ve kavimle ilgili diğer âyet-i kerîmelere gelince:
“Ey insanlar, gerçekten sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışmanız için sizi millet ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, ondan en çok korkanınızdır. (Günâhlardan sakınan, takvâ sâhipleri) Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir ve her şeyden haberdardır.” (Hucurât-49)
Kâdî Beydâvî hazretleri bunu tefsîrinde genişçe açıklamıştır. Ona göre şa’b (şu’be) aslı köke dayanan büyük topluluktur; o da kabileleri içine alır. Kabile de amâiri, (emirlikler) onlar da batınları, (göbekleri) batın da aşiretin kolunu içine alır. Bundan da yakın dallar meydana gelir. Bu durumda Huzeyme, Şab; Kinâne, kabiledir; Kusay, imâredir. Hâşim, fahz; Abbâs, fasîledir. Şu’ûb yabancı batınlardır. (Beydâvî Tefsîri, Ter. Doç Dr. Abdülvehhâb Öztürk, ss, 82-85,c.5  İst. 2013)
Mü’minlerin tek bir millet (ümmet) oldukları Kur’ân-ı hakîmde şöyle geçer: “Ümmetiniz tek bir ümmettir; ben de Rabbinizim. O hâlde gereği gibi sakının. (Enbiyâ- 94)          
 
HADÎS-İ ŞERÎFLERDE MİLLET KAVRAMI
 
El küfrü milletün vâhide.” Küfür tek millettir. Küfrün tek millet olduğu hususunda Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî müctehid imâmlar (rahmetullâhi aleyhim ecmaîn) birleşmişlerdir. (E’t-tuhfetü’l-Kur’âni’l-azîm, Beyrut 1969 1, 163)
Şehristânî’nin meşhûr eseri “El-milel ve’n-nihal”inde “nihal nihlenin cem’idir. Nihle yersiz vehim ve yersiz zandır. Dolayısıyla millet, vahye dayalı dinler için kullanılır. Nihal (nihle) ise vahiy dışı dinlerin sistemidir. (İmâmı Kurtubî, El-câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân 2.301)
“Sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kâfirûn, 6). İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, İmâm Şâfiî, İmâm Dâvûd, İmâm Ahmed bin Hanbel’in de içinde bulunduğu âlimler, bu ayet-i kerîmeye dayanarak küfrün tek bir millet olduğunu söylemişlerdir. Allâhü teâlâ “onların dînine” diye hitap etmiştir. Efendimiz “İki ayrı millete mensup kimseler arasında mirasçılık olmaz” buyurmuştur. Aynı âlimler bu hadîs-i şerîfi delil göstererek iki ayrı milleti İslâm ve küfür olarak belirtmişlerdir. (Buhârî, Ferâiz  126, Müslim  Ferâiz 1, Ebû Dâvûd Ferâiz 10, Tirmizî Ferâiz 15,  Tefsîrü’l-Kurtubî  c.2, s.301)
 
TÜRKLERDE BOY, KAVİM, OYMAK VE OĞUZ BOYLARI
 
Oğuzlarda siyasi teşekkülün adı “él” “il” dir. Oğuzeli, Dulkadirli ili vb. Sonraları “el-il” yerine Arapçadaki “kavim” kelimesi kullanıldı. Oğuzlarda el’in meydana getirdiği teşekküllerin her birine “boy” (bod) denir. Onlar da obalara ayrılır. Kaşgarlı’ya göre bunların hepsi Türkçe kelimelerdir. Obalar da oymaklara ayrılır. “Oymak” kelimesi de aşiret anlamında olup Moğolca “ayimağ” kelimesinden gelir. (Tuncer Gülensoy, Köken Bilgisi, s. 642, TDK yay. Ankara, 2007)
16. yy.da Osmanlı âilesinin yurdu olan “Sultanönü Sancağı”ndaki Karacaşehir kazâsına bağlı bir köy “Tokuz Oğuz” adını taşımakta idi.
Oğuz Boyları Türk ili Türkiye’ye tam damga vurmuş ve onun ne kadar Oğuz Kağan’ın mîrâsı olduğunu göstermiştir. Hangi Oğuz Boyu hangi yerleşim alanlarında kaç defa kullanılmıştır?
Kayı 31 yerde Konya, Kütahya, Mardin, Sivas vb. Bayat 32 yerleşim biriminde; Alkaevli 2 yerleşim biriminde; Karaevli 4 yerleşim biriminde; Yazır 20 yerleşim biriminde (Mardin-Savur) Döger 12 yerleşim biriminde (Diyarbakır-Dicle, Urfa- Hilvan) Dodurga 16 yerleşim biriminde; Yaparlı 2; Avşar 51; Kızık 26; Beğdili 13; Bayındır 36; Peçenek (Beçenek) 7 (Mardin-İdil) Kargın 27; Çavuldur 14; Çepni 30;  Eymür 35; Alayuntlu 2 (Mardin-Midyat-Dargeçit); Yüregir 17; İğdir (İğdır) 23; Bügdüz 7; Yuva (Yıva) 26; Kınık 46 yerleşim birimlerinde ad olarak kullanılmıştır. Bunların toplam sayısı 497’dir. Diğer Türk adı kavimleri, Uygur (Diyarbakır-Kulp-Ağaçlı), Yağma, Kuman, Kumanlar, Çiğil (Diyarbakır-Silvan) Halaç, Kazak. (Tuncer Gülensoy, 24 Oğuz Boyu’nun Anadolu’daki İzleri, KB, Millî Folklor Araştırma Dergisi Yayınları, 28, Ankara 1979)
Yukarıda da görüldüğü gibi Oğuz boyu adları Türkiye’deki 500 civarında yerleşim birimine adını vermiştir. Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde de bu boy adlarının bulunması bir iddia değil gerçektir. O hâlde bu vatana “Anatolia” (Anadolu) demek yerine “Türk ili”, “Türk yeri”, “Türkistan”, “Türkiye” demek daha doğrudur.
 
ŞEHİRLERİMİZİN ESKİ ADLARI
 
Yurdumuzdaki şehirleri arkaik adlarıyla anmamalıyız. Bunlardan bazılarını hatırlayalım: Tokat, Komanda Pontika; halkımız bunu Tokat’a çevirmiş. Trapezus (dört köşe, sofra), Trabzon; Amisos, Samsun; Nekide, Nikde, Niğde; Hititler döneminde Melittu, Malatya; Mabulla, Muğla; Tumana ve Gas’dan Kastamonu; İkonyum ve İkon’dan Konya; Angora’dan Ankara ki baştan buna Engürü denmiştir. Ankara’nın bir yerleşim biriminin adı Engürü Bağları’dır. Kayserra’dan pek değişmemiş olmakla birlikte Kayseri ve Stinpol’den İslâmbol- İstanbul.
Burada sadece birkaç adla yetindiğimiz değişimler hemen çoğu şehrimiz için geçerlidir. Yerleşime göre Bizans, Hitit, vb. kavim adlarıyla müsemmâ olan bu şehirlerimize, halk irfanıyla yeni adlar verilmiştir. Batı’da Osmanlı döneminde bizim olan şehirlerin adları ve Müslüman şahıs adları bile değiştirilmiştir..
Tabii ki şehirlerin adlarına yakıştırmalar da ilmî değildir. “Kon yâ mübârek!”ten Konya; “Cennet Burası”dan Bursa, “Tuğra bozan” veya “Tarâb Efzûn”dan Trabzon; “Kastın ne Muni”den Kastamonu gibi yakıştırmalar iyi niyetle ve  gayret-i milliye ile yapılmış olsalar bile doğru değildir.
Türklerin Türkiye’yi mekân tutmaları her ne kadar 1071 olsa da Peçenekler ve Kumanlar yaklaşık 2000 yıl evvel Karadeniz sâhillerine yerleşmişlerdi.
 
İSLÂM DIŞI TEK MİLLET
 
Orta Çağ’da Avrupa’da dindar Hristiyan ülkelerin oluşturduğu politik bütünlük ve Europe’dan önceki sosyal bütünlüğe Christendum (Hristiyan ülkeleri bütünlüğü) denirdi. Giderek bu ad unutulurken bu birlikteliği bozmamak için asra uygun ekonomik-siyâsî-dînî bir topluluk oluşturuldu. Bunun adı zaman zaman değişti. Önceleri buna AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) dendiyse de sonra doğrudan AB yani Avrupa Birliği adıyla anılmaya başladı.
Katolik âleminin lideri Papa’dır. Tabii ki bu bir dînî liderdir. Vatikan da sembolik bir din devletidir. AB’nin omurgası Roma Antlaşması’dır. Bu Antlaşma’nın 80. yıl dönümündeki törende 27 AB ülkesinin devlet veya hükûmet başkanları Vatikan’da Apostolik Sarayı’nda ağırlandı. Sonra hep birlikte tarihî Sistin Şapeli’nde bir “âile!?” fotoğrafı çektirdiler. Bunun adı Hristiyan birliğini alenîleştirmektir.
Bütün altyapı hazırlıklarını tamamlamalarına ve ekonomisi birçok AB ülkesinden iyi olmasına rağmen, Türkiye ve Bosna Hersek’in istekleri hep savsaklanmaktadır. İşsizlik oranı on milyonu bulan Fransa ve ekonomisi dibe vurup hibeye muhtaç olan Yunanistan AB’ye ortaktırlar. Kaldı ki Yunanistan ve daha birkaç AB üyesi de Ortodoks’tur. AB ülkelerinde demokrasi şartı aranmakla birlikte, Roma Katolik Kilisesi’nin ruhânî lideri Papa monarşik bir devletin başkanıdır. Avrupa devletlerinin lâiklik ilkesini ön plâna çıkarmalarına rağmen, Papalık bu sisteme nasıl bakıyor acaba? Çünkü lâiklik önce bu devletin yapısına terstir. Ayrıca bütün demokratik ve lâik AB üyeleri monark ve bir dînî lider olan Papa’nın huzurunda el-pençe-dîvân durmaktadırlar. İçlerinde birbirleriyle düşman kardeş gibi olup birbirlerinin kiliselerine bile gitmeyen bu devlet veya hükûmet başkanları nasıl Papa’ya hulûs çakarlar? (El küfrü milletün vâhide )
İstanbul’un fethinden evvel Bizans mezhep çekişmeleriyle uğraşıyordu.1439’da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşme isteği halk arasında ayaklanmalara yol açtı. Bizans İmparatoru 8. İoannis Paleologos 1437 yılında gittikçe büyüyen Osmanlı-Türk tehlikesine karşı Doğu ve Batı kiliselerinin katılacağı bir konsil ile bunu yapabileceğini düşündü. 1439’da Fransa’da bu konsil üyeleri bir araya geldi. Bu, düşman kardeşlerin Türklere karşı ittifâkıydı.  (Zorâki nikâh )
 
MEHTER GERÇEĞİ VE MİLLİYETÇİLİK
 
Mehter marşlarındaki “Türk milleti” ve “milliyet” ibârelerine gelince:
“Ceddin deden neslin baban, en kahraman Türk milleti-Türk milleti Türk milleti aşk ile sev milliyeti.” Bu marşın güftesi 1917’de İsmâil Hakkı Bey tarafından yazılmıştır.
 “Târihi çevir, nal sesi kısrak sesi bunlar,/Delmiş Roma’nın bağrını mızrak gibi Hunlar” “Göktürkleri, Uygurlar, Oğuzlar Peçenekler./Türk’ün yüce târîhine bin bir zafer ekler.” Tabîî ki bunların bazıları zamanımız şâirlerinin şiirleri olup,  Niyâzi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirleri de bestelenmiştir; “Aylardan ağustos günlerden cuma” gibi.            
Son zamanlarda “Târihi Çevir” marşını bâzı zümreler söylerken,  Göktürkleri Uygurları,  Oğuzları, Peçenekleri yok sayıp marş güftelerini bozuyorlar.  Hatasıyla sevabıyla onlar bizim atalarımızdır. Onların genleriyle Orta Asya’yı katedip yurdumuza o silsileyle geldik;  Hudâyî-nâbit (kendiliğinden yetişen) de değiliz. Elhamdülillâh 10. yy. İslâmiyetle şereflendik. 921’de ilk Müslüman Türk Devletini (İtil Bulgarları) kuran İlteber Almış Han’ı da  (Câfer bin Abdullâh) unutmayalım.
Burada dikkat çeken husus tabîî ki “aşk ile sev milliyeti” ifadesidir.“Milliyet, uhuvvet, adâlet ve musâvat” kavramları Fransız İhtilâli’nden sonra “Hürriyet”e eklemelerle 1908 İkinci Meşrûtiyet’in sihirli şifreleri olmuştur.
Mehter Marşları millî duyguları dile getirdiği ve bizim mefâhirimizi (övüncümüzü, atalarımızı, Osmanlı’yı, Selçuklu’yu) hatırlattığı için teşvîk edilmeli ve yaşatılmalıdır.
Aslında  adâlet, müsâvat, (eşitlik) uhuvvet  (kardeşlik ) ve hürriyet İslâmiyet’in vazgeçilmez umdeleridir.  Kulun hürriyeti Allâhü teâlâya ubûdiyetle başlar. Bunları başka bir zümreye ithâf etmek cehâlettir.
Bir dahaki yazımıza kadar esen kalınız efendim…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.