"Ağlanacak hâlime gülüyorum değil mi?" diye söylenen Ali!..

A -
A +
Başkaları yapsaydı kızacağı bir şeyi yapmamalıydı lakin bitkin ve çaresiz kalmıştı.
 
Yusuf:
- Sabır hanım, sabır ve tevekkül… Çocuk, “ağrılarım geçti” diyor, sen gözyaşı döküyor, ha bire mezar kazıyorsun!
- Acım büyük Bey! Çare adına, hiçbir ümidimin olmadığını görüyor yeise kapılıyorum. Hem hüzün, hem de analık gözyaşları!
- Büyüklerimiz ne buyururlardı? “Sabır ve kanaati kendine yol tutan, bu derdi huy edinenler, elem çekmez…” bilmez misin?
- Bilmesine bilirim de kalbime sözüm geçmez bey!
         ***
Yavaş yavaş ayın on dördü her tarafı, beyaz, mor bir aydınlıkla ışıtıyordu. Gün görmemiş tecrübesiz çocuk, zorlanarak yatağından kalktı. Annesi, babası ve diğer kardeşleri derin uykuya dalmışlardı. Usul hareketlerle gecekondu evlerinin küçük penceresindeki eski Sümer bezinden yapılma perdeyi aralayarak dışarıya baktı. Şakakları çökmüş alnına sarkan dağınık saçlarını, uzun uzadıya düzeltmeye çalıştı. Bol pijamasının içine pembe, görünmez bir el misali ılık bir serinlik giriyor, her tarafını gıdıklıyor, kaşındırıyordu. Görebildiği kadar nihayetsiz uzaklara bakan Ali, günlerin iyice uzadığı bu mevsimde üşür gibi oldu. Martıların yuva yaptığı gri beton bloklarının lacivert gökle birleştiği yeri, gözlerini kısarak bir şey arıyormuş gibi tekrar tekrar taradı. Uzun zamandır hasret kaldığı temiz havayı derin derin içine çekti, açık pencereden dışarı egzozu patlak eski bir araba gibi kesik kesik öksürerek üfledi. Bu hareketi kaç defa yaptığını saymadı bile.
"Şu kahrolası öksürük, bir türlü yakamı bırakamadı gitti be arkadaş!" diyerek kendi kendiyle kavga eder gibi söylendi durdu. Boğazına biriken balgamı, dişlerini gıcırdatarak sıktı... sıktı... durduramayacağından emin olduktan sonra da "tü" diyerek tükürüğüyle birlikte boşluğa fırlattı. Sevmediği bu hareketi yapmak mecburiyetinde kaldığı için yüzü kızardı. Başkaları yapsaydı kızacağı bir şeyi yapmamalıydı lakin bitkin ve çaresiz kalmıştı. Biraz önce anne ve babasının birbirlerine anlattığı köy hikâyesini hatırladı. Gayriihtiyari gülümsedi.
"Ağlanacak hâlime gülüyorum değil mi?" diye söylenen Ali; kendi sualine yine kendi cevap verdi: "Hadi öyle olsun" deyip köşedeki alçı lekeli dolaba uzanıp içinden kalın, ilkin ne olduğu tam anlaşılmayan bir havluyu çekti, alelacele omuzlarına atıverdi. Yatağın yanındaki portatif hasır tabureye, kuluçkaya yatmaya hazırlanan bir hindi sakinliğinde oturdu.
         ***
Bugün hava çok güzeldi. Gökyüzü güzeldi de yeryüzü değil miydi? Tek kelimeyle bütün tabiat harikaydı. Pembe sisler içinde kalmış mor dağlar, sarı yeşil halı gibi uzayan tarlalar, zümrütten çayırlar, her biri birbirinden bakımlı meyve bahçeleri, boy boy sebze bostanları ve üzüm bağları… hepsi de öylesine güzeldi ki, insan bu cennet misali memleket köşesinde içinden geçenlere şaşırıp kalıyordu.
Dışarının muhteşem ve mamur hâlinin aksine içinin virane hâlini düşündükçe ürperiyor, oturup doya doya ağlayası geliyordu.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.